Emine DAVUT YİTMEN/KIBRIS GAZETESİ

1970’li yıllardan yakın geçmişimize kadar ülke siyasetinde önemli bir yeri bulunan Mustafa Akıncı, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs sorununun çözümü yönünde ortak bir akılla hareket etmeleri gerektiğini söyledi.

Barış Gücü’nün üç aylığına geldiğini, ancak elli yıldır adada bulunduğuna işaret eden Akıncı, “Kıbrıs Türk ve Rum toplumları, bu elli yıl içinde bir araya gelerek ortak aklı devreye koyamadılar. İki taraf da bundan kaybetti” dedi.


Bölgedeki enerji kaynakları üzerinden ortak akıl

Akıncı, bölgede bulunan enerji kaynaklarının gündemde olduğunu belirterek, bu kez daha önceki hatalara düşmeyip herkesin bundan yarar sağlayabileceği bir formülden bahsetmenin mümkün olduğuna değindi.

Akıncı, ortak aklın nerede yattığını yeri geldiğinde anlatmaya çalıştığını dile getirerek, “Örneğin son yirmi yılda Kıbrıs’ta bir çözüm ve AB hedefinin olması gerektiğini, ama ona paralel süreçte Türkiye’ye bir tarih verilmesi ve Türkiye’nin de kendi üyelik sürecine, bize paralel şekilde başlamasını savumdum. Ama ne yazık ki buna karşı hep iki tez dile getirildi. Bu tezlerden biri, çözüm olsa da ‘Türkiye girmedikçe Kıbrıs giremez’, diğer Rumlara ait tez de ‘Çözüm olmasa da gireriz’. Nitekim o gerçekleşti” dedi.



Maraş’la ilgili paralel süreç

Akıncı, yıllarca bütünlüklü çözüm için uğraşıldığını, ancak bunun bir türlü gerçekleşmediğini ifade ederek, “Bütünlüklü çözüm için tabii ki uğraşalım, ama paralel bir süreçte Maraş’ı da konuşalım. Onun karşılığında Ercan’ı, Mağusa Limanı’nı da konuşalım. Ercan sıkıntılıysa Lefkoşa Havaalanı yeniden gündeme gelebilir. Yani Maraş açılacak desek, bunun için en azından beş yıla ihtiyaç var. Dolaysıyla niye bir ortak teknik uzmanlar heyeti Maraş’a girmesin ve o binaların bir değerlendirme raporunu çıkarmasın?”diye konuştu.



Rekabetin değil, işbirliğinin önemi

Akıncı, Kıbrıs müzakerelerinde hükümet ve Cumhurbaşkanlığı arasında bir rekabet yaşanıp yaşanmadığı sorusu üzerine, Kıbrıs sorununda içinde bulunulan süreçte rekabete değil, işbirliğine ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı ve hükümet dışında, muhalefetin de işbirliği içinde hareket etmesinin önemine değindi.



“En üst makam halkın gönlündeki yerdir; gerisi hikâyedir”

Akıncı, 2015 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili adaylık düşüncesi olmadığını belirterek, “Ancak yıllar içinde şunu da öğrendim: Büyük lokma ye, büyük laf etme” dedi.

Akıncı, ‘Adayım’ ifadesi yerine, “Siyasetçi için ulaşılabilecek en üst makam, halkın gönlündeki yerdir; gerisi hikâyedir” şeklindeki düşüncesini de paylaştı.



Kıbrıs Türk sol siyasetinin önemli isimlerinden Mustafa Akıncı, KIBRIS’a müzakere sürecini değerlendirdi.



SORU: Ortak anlaşma metinin kabulünün ardından, yeniden müzakere süreci başladı. Bu yeni süreci nasıl görüyorsunuz?

AKINCI: Müzakere sürecinin başlamış olması, ortak metnin hazırlanmış olması, bunun yanında ilk kez
müzakerecilerden birinin Türkiye’ye birinin Yunanistan’a gitmiş olması müzakerelerin etrafında oluşan başka olumlulukların da var olması örneğin dini liderlerin bir araya gelmesi, Ortodoks kilisesinin bugüne kadar hiç görülmeyen bir biçimde olumlu mesajlar veriyor olması, iş dünyasından temsilcilerin (Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafları) bir araya gelerek artık bu sorunun çözülmesinin gerekliliğini vurgulamakta olmaları, iyimser havanın oluşmasına neden oluyor. Burada, en büyük dış dinamik ise doğalgaz. Güney’de bugüne kadar yaşanmamış olan bir ekonomik krizin varlığı da sözkonusu. Tüm bunlar, Kıbrıs sorununun çözüm zamanın geldiğine işaret eden faktörler gibi algılanıyor.



SORU: Sizin algınızda mı o yönde? Gerçekten çözümün mevsimi geldi mi?

AKINCI: Her zamanki soru, ‘Acaba bu defa gerçek mi?’ . İkinci kitabımın hazırlıkları nedeniyle bu dönemde arşiv karıştırıyorum. Her yıl, ‘bu sefer çözüm yılı’ diye diye o kadar yıl geçti ki... 1989 yılında dönemin ABD Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Temsilcisi Nelson Ledsky idi. Ledsky, benimle yaptığı bir temastan sonra basına yapmış olduğu açıklamada, “Yılsonuna kadar bir çözüm için çok ümitliyiz” demişti. O gün ben dışarı çıktığım zaman aynı soruyu gazeteciler bana da sorumuşlardı. Ben de ‘Bunu kanıtlayacak yeterli veri elimde yok’ demiştim. Şimdi ise Eric Rubin adada geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalarda, tarihi bir ilerlemenin olabileceğinden bahsetti.



Dışarıda kalan Kıbrıslı Türkler oldu

SORU: Şu anda bunu kanıtlayacak yeterli veri elimizde var mı?

AKINCI: Bu soruya evet veya hayır diye yanıt vermek güç. Ancak şu anımsatmayı yapmam lazım. 1960’ta ortak Cumhuriyet kuruldu. Bunu, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar birlikte kurmadılar. Amerika’nın da müdahalesiyle Türk -Yunan ilişkilerinin daha da bozulmaması için getirilen bir uzlaşma denebilir. NATO’da iki ortak, ancak NATO’nun güney kanadı sarsıntı geçiriyor. Diğer tarafta da Sovyetler var. Dolaysıyla Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar oturduk, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurduk diyemiyoruz. Üç yılda da çöktü. 10 yıl önce dinamik neydi diye baktığınızda, Avrupa Birliği sürecini görüyoruz. Biz Kıbrıslı Türkler olarak meydanları doldurduk, bunu istedik. Güney’de bunu görmedik. Bunun dışında asıl hedef, AB’nin doğuya doğru, Rusya’ya doğru genişleme stratejisiydi. 10 tane yeni ülke söz konusuydu. Bunların içinde Kıbrıs Cumhuriyeti de vardı. Yunanistan, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti girmezse veto ederim’ diyordu. Türkiye yetkilileri ‘Türkiye girmeden, Kıbrıs giremez’ diyordu. Rumlar ise ‘Çözüm olmasa da gireriz, nasıl olsa çözüm arkadan gelir’ diyordu. Şimdi baktığınız zaman, AB genişlemesini sağladı. Yunanistan, Rumları AB’ye soktu, Rumlar tek başına AB’ye girmek istiyordu, girdi. Türkiye de müzakerelere başlamak istiyordu, alacağını aldı.



SORU: Dışta kalan Kıbrıslı Türkler oldu…

AKINCI: Kıbrıslı Türkler bireysel anlamda Avrupalı oldular, ama toplumsal haklar söz konusu olamadı. Şimdi

gelinen noktada da en çok konuşulan şey enerji kaynakları. Doğu Akdeniz’de istikrar, Türk- İsrail ilişkileri, İsrail

gazının Türkiye üstünden Avrupa’ya gönderilebilmesi, Ukrayna olayı, Avrupa’nın Rus doğalgazına olan bağımlılığının bir ölçüde azaltılması. Bunlar konuşuluyor.



SORU: Bu doğalgaz olayı biraz şişirilmiyor mu? Doğalgazın aslında 2020’leri gösteren bir hedef olarak durduğu söyleniyor…


AKINCI: Kıbrıs’ın doğalgazı daha yeterli bir kapasitede değil. Ancak Leviathan diye anılan İsrail gazının ihracata yetecek miktarda olduğu biliniyor. Ancak, Kıbrıs münhasır ekonomik alanında 12’inci parselden bahsediyoruz. Dolaysıyla daha büyük miktarlarda çıkabilir. Ancak ne olursa olsun, orada bir enerji kaynağı var ve bunun salim bir şekilde Avrupa’ya hizmet üretmesi lazım. Bu bağlamda, Türk- İsrail ilişkilerinin gelişmesi gerekiyor. Kıbrıs’la Türkiye ilişkilerinin düzelmesi lazım. Tüm bunlar hep denklemler halinde önümüzde duruyor. Tüm bu süreç içerisinde Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar nerede? Ben bunun ön plana çıkarılması gerektiği kanaatindeyim. Geçtiğimiz gün Lefkoşa Kanalizasyon Projesi’nin önemli bir ürünü daha açıldı. Yeni yapılan artım tesisleri. Lefkoşa Kanalizasyon Projesi bunca yıldır devam edebilmişse ve her iki toplum da bundan yararlanmışsa bunun altında yatan temel neden, ortak ihtiyaçtır. 1974 harekâtı olduğunda Haspolat’taki artım tesisleri yarım kaldı. Rumlar, 1974 öncesinde kendi kanalizasyonlarını başlatmışlardı. Bizde kanalizasyonun adı bile anılmazdı. Harekâtla birlikte, şehrin böbrekleri diye tanımladığım artım tesisleri, bizim tarafta kaldı. Şehrin topografyasını düşündüğünüzde, Rumların bizimle bir işbirliği zorunluluğu doğdu. Ortak ihtiyaçtan kaynaklanan, ortak yarar doğrultusunda, ortak akıl ile hareket ettiğimiz için benden ve Lellos’tan sonraki başkanlar döneminde de bu proje ilerledi. Bugün Gönyeli bile sisteme bağlanabildiyse işte o günlerde alınan karala bu gerçekleşti. Bunu Kıbrıs sorununa indirgeyecek olursak, biz ortak ihtiyaçtan hareket ettik. Bunca yıldır Kıbrıs’ta bir şekilde ortak ihtiyaç doğmadı mı ki bu çözüme gidecek bir ortak akıl kurulamadı?



Enerji kaynakları gündemde

SORU: Ortak akıl nerede yatıyor?

AKINCI: Ben yeri geldiğinde, o ortak aklın nerede yattığını anlatmaya çalıştım. Örneğin son yirmi yılda Kıbrıs’ta bir çözüm ve AB hedefinin olması gerektiğini, ama ona paralel süreçte Türkiye’ye bir tarih verilmesi ve Türkiye’nin de kendi üyelik sürecine, bize paralel şekilde başlamasını savumdum. Ama ne yazık ki buna karşı hep iki tez dile getirildi. Bu tezlerden biri, çözüm olsa da ‘Türkiye girmedikçe Kıbrıs giremez’, diğer Rumlara ait tez de ‘Çözüm olmasa da gireriz’. Nitekim o gerçekleşti.



SORU: Şimdiki durumda enerji kaynaklarında ortak akıl, ortak fayda yönünde hareket edilsin mi diyorsunuz?

AKINCI: Gündemde olan o. Barış Gücü üç aylığına gelmişti; 50 yıldır burada. Bu 50 yıl içinde Kıbrıs Türk ve Rum toplumları bir araya gelerek, bir ortak aklı devreye koyamadılar. İki tarafta bundan kaybetti. Onlar tek tanınmış devlet olmanın avantajını yaşadılar ama bir sürü toprak ellerinden gitti. Maraş 40 yıldır yılanların, farelerin oldu. Kıbrıs Türk tarafı ise toprak sahibi oldu ama meşru bir yönetim olamadı. Sürekli göç verdi. Nüfus yapısı değişti. Ekonomide krizden krize girdik. Şimdi Rumlar 1974’den sonra ilk defa ciddi bir ekonomik krize girdiler. Bu da onlar için bir motivasyon unsuru olabilir diye düşünüyorum. Burada ortak akıl derken şunu kastediyorum. Dış dinamiklerle iç dinamiklerin örtüşmesi mümkün. Yani bu ekonomik krizden hep birlikte kurtularak, daha iyi bir yaşama ulaşılabilir. Kıbrıslı Türklerin toplumsal haklarıyla AB içinde yer alması,

Rumların bir yeni anlaşmadan sonra elde edecekleri avantajlar, yeniden bazı topraklarını almaları, mülkiyet sorununun kalıcı bir şekilde çözümlenmesi, Maraş’ın yeni bir turistik potansiyel olarak devreye girmesi, enerji yataklarından gelecek katkı, Türk-İsrail, Türk-Yunan ilişkileri, Türkiye’nin Kıbrıs’la olan ilişkilerinin daha sağlıklı bir zemine oturması. Rumlar, Türkiye’nin hava sahasını kullanamamaktan ve limanlarının Rum bandıralı gemilere kapalı olmasından dolayı, her yıl milyonlarca dolar kaybediyorlar. Dolaysıyla herkesin yarar sağlayabileceği bir formülden bahsetmek mümkündür. Bunu sağlayabiliriz. Bunun tersi de mümkündür. AB örneğinde yaşandığı gibi herkes bir ucundan alacağını alır. Bu kez Kıbrıslılar da özellikle Kıbrıs Türk toplumu yaya kalır. Bunu önleyecek yaklaşımlara ihtiyaç vardır.



SORU: Enerji kaynaklarında iki toplum arasında nasıl bir formül olabilir? Rumlar çözümden sonra konuşalım diyor, Türk tarafı ‘doğal kaynaklar bizim de hakkımız’ görüşünde…

AKINCI: Bu enerji kaynakları, her iki topluma aittir. Bunu Rum tarafı da kabul ediyor ama çözümden sonra yaralanılacak diyor. Tıpkı ‘AB’ye girmek benim hakkımıdır; girerim’ der gibi, ‘Ben egemen devletim dolaysıyla buradaki kaynakları da araştırma hakkım vardır’ diyor. Uluslararası deniz hukuku bağlamında attığı imzalar var. BM sistemi içerisinde ve diğer uluslararası aktörler gözünde yaptıkları girişim yasaldır. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı buna karşı çıkıyor. Enerji yatakları her zaman için bu bölgede bir çıbanbaşı oldu. Ortadoğu yıllardır bu felaketleri yaşıyorsa bunun temel nedenlerinden en başta geleni, petrol kaynaklarıdır. Dolaysıyla ya ortak aklı kullanıp bu kaynaklardan toplumlar olarak yararlanacağız ya da bu bizi birtakım çatışmalara da götürebilir.



Müzakerelere paralel süreç

SORU: Bu dönmede, Güven Yaratıcı Önlemler (GYÖ) ön plana çıktı; Ortak Açıklama metnine de girdi. Rumlar, Maraş’ın GYÖ çerçevesinde açılmasını istiyor. Uluslararası gözlemcilerin Maraş’a girip inceleme yapması yönünde bir talep var. Bu talep size göre nasıl karşılanır?

AKINCI: Bence iyi olur. Yanlış olmaz. Kıbrıs Türk toplumu olarak, 1979’da buna onay verdik. 1979 Doruk Anlaşması’ndaki maddelerden biri, Maraş’ın açılmasıydı. Bütünlüklü bir çözümün parçasıdır deriz ama orada öyle değildi. 1993’e geldik. Güven Yaratıcı Önlemlerde Lefkoşa Havaalanı ile Maraş’ın açılması terazinin bir kefesindeydi. Keşke o günden başarılabilseydi. Kıbrıs sorunun seyri çok farklı olabilirdi. Bu konuda öteden beri şu inançtayım ve diyorum ki paralel süreçler niye düşünülmez? Biz yıllarca bütünlüklü çözümü konuştuk ve bu bütünlüklü çözüm bir türlü gelmedi. Bütünlüklü çözüm için tabii ki uğraşalım, ama paralel bir süreçte Maraş’ı da konuşalım. Onun karşılığında Ercan’ı da, Mağusa Limanı’nı da konuşalım. Ercan sıkıntılıysa Lefkoşa Havaalanı yeniden gündeme gelebilir. Yani Maraş açılacak desek, bunun için en azından beş yıla ihtiyaç var. Dolaysıyla niye bir ortak teknik uzmanlar heyeti Maraş’a girmesin ve o binaların bir değerlendirme raporunu çıkarmasın?



SORU: Maraş konusu açıkça uluslararası toplum tarafından dillendirilmeye başlandı. Kıbrıs Türk tarafı bu pozisyonundan biraz yumuşayacak mı?

AKINCI: Biz söyleyince yumuşamaz da Amerika söyleyince mi yumuşayacak onu bilemem. Kıbrıslı Türkler ve Rumlara birinin bir şey söylemesine gerek yok. Niye bu Maraş’ı bir 40 yıl daha veya 5-10 yıl daha yılanlara, farelere terk edelim de insanların yapmayalım? Bunu benim mantığım almaz. Maraş’ı açarsak veya bu konuda adım atarsak bütünlüklü çözümün engelleneceği söyleniyor. Rumların tüm ısrarı sadece Maraş mı?



“Kimlerin müdahalesiyle ortak metnin hazırlanabildiğini gördük”

SORU: Rum Lider Anastasiadis, Ankara ile doğrudan görüşmek istiyordu. Müzakereciler vasıtasıyla bunu başardı. Maraş’ın uluslararası gözlemecilere açılmasını istiyordu. Bu da konuşulmaya başlandı. Müzakereci atanmasını istemişti; o da oldu. Sizce müzakere sürecini kim yönetiyor?

AKINCI: Kimin ne istediğinden ziyade, talebin haklılığı ya da içeriği önemli. Rum tarafında bir Cumhurbaşkanı’nın müzakereci atanmasını istemesi, yanlış bir talep değildir. Sırf Rum tarafı istedi diye, bunu ‘Onların istediği oldu’ diye yorumlamak yerine, talebin içeriğine bakmak lazım. Rum tarafında Başkan, yürütmenin başıdır. Bu kişi seçildiği zaman, Güney’de dibe vurmuş bir ekonomi söz konusuydu. Yürütmenin başı olan biri için her gün Kıbrıs sorunu ile ilgili müzakereler yapması kolay değildir. Böyle olmasaydı bile, müzakereciler eliyle ama belli aralıklarla liderlerin de katılımı ile çalışmaları yürütmek yanlış bir formül değil.



SORU: Liderlerin görüşme sıklığı yeterli mi?

AKINCI: Müzakerecilerin üretimine bağlı olarak, onların da katılımı artacaktır diye düşünürüm. Müzakereciler bugün (11 Nisan) yeniden görüştüler. Kudret Özersay, görüşmeden olumlu ifadelerle ayrıldı. Bir gün önce basına yansıyan mesajlar öyle değildi. Temenni edelim ki bu olumluluk devam etsin. Bir şeyler üretilsin ve üretilenler üzerinden liderler de toplansın. Bu süreci kim yürütüyor? Gönlüm, ‘iki taraf da yürütüyor’ demeyi arzu ederdi. Ancak öyle midir? Kimlerin müdahalesiyle ortak metnin hazırlanabildiğini gördük. Davutoğlu ve Nuland geldi, Ortak Metin öyle çıktı. Dolaysıyla iki toplum liderlikleri bu işi yapıyor demek, gerçekçi bir ifade olmaz.



SORU: Müzakerelerin bugün (11 Nisan) iyi olduğu yönünde açıklamalar yapıldı; ancak birkaç gün öncesinde yakınlaşma belgelerini Rum tarafın kabul etmemesinden dolayı bir endişeden söz ediliyordu. Bu kriz, Maraş konusunun üst düzey Amerikan yetkili tarafından anıldığı bir döneme denk geldi. Kriz ne kadar gerçekti?

AKINCI: Müzakerelerde bire bir ne olduğunu bilecek durumda değiliz. Kamuoyuna açıkladıkları oranda

görüyoruz. Onlara inanmak durumundayız. Toplumu yanıltmamaları gerekir. Kriz yoksa kriz demek doğru olmaz. Ama Özersay’ın toplumu bilgilendirme çabası olduğunu görüyorum. Dışişleri Bakanı Nami’nin de sivil toplum örgütleri ile bir araya geldiğini görüyorum. Sayın Eroğlu da kendi danışma ekipleriyle toplantılar yapıyor.



SORU: Tüm bunlar nedense bu döneme rast geldi…


AKINCI: Sürekli olmalı. Bir dönemle sınırlı kalmamalı, mümkün olduğu kadar sivil toplum, partiler, sendikalar, kadın örgütleri, gençlik örgütleri bu konuda etki yapabilecek olan toplumun tüm kesimleri bu sürecin sahibi olmalı.



İşbirliği önemli

SORU: Cumhurbaşkanlığı ve hükümet tarafından yapılan toplantılar, dış temaslar müzakerelerde hükümetle Cumhurbaşkanlığı arasında bir rekabet yaşanıyor gibi görülebilir mi?


AKINCI: Kıbrıs sorununda, özellikle içine girdiğimiz süreçte rekabete değil, işbirliğine ihtiyaç var. Bunun altını çizmek istiyorum. Siyasette rekabet olur elbette. Rekabetin düzeyi de yeri ve zamanı da önemlidir. Kıbrıs sorunu bağlamında özellikle cumhurbaşkanı ve hükümet makamları arasında, hatta onunda ötesinde muhalefet makamlarını da dahil edebilirim, çok daha verimli bir işbirliği süreci yaşanması gerekir. Kıbrıs’ta iki toplum arasında işbirliği istiyoruz. Dünya ile işbirliği istiyoruz.



SORU: Güzel diyorsunuz da görüntü farklı. 2015 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine start verilmiş gibi bir durum var…

AKINCI: Eğer öyleyse çok erken başlamış bir süreç ve çok yanlış başlamış bir süreç. Zaman zaman ben de birtakım sorulara muhatap oluyorum. Kıbrıs sorunu gerçekten bir çözüme doğru evrilecekse buna elbirliği ile destek olmamız lazım. Bu süreçte, 2015 seçim startının bugünden verilip gereksiz bir itişme, kakışma döneminin yaşanması, yapabileceğimiz en büyük hata olur diye düşünüyorum.



SORU: Uzun zamandır sessizdiniz. Bu sessizliğinizi niye bozdunuz? Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olmayı düşünüyor musunuz?

AKINCI: Benim bir talebim yok. Ben bu düşüncelerimi paylaşırken, ‘Adaylık düşüncem var, sırf onun için paylaşıyorum’ demek, bana haksızlık olur. Uzunca bir süre kitabıma yoğunlaştım. Birinci kitabımı yayınladım. Aktif siyasetten ayrılırken, milletvekilliği ve parti politikasının benim için artık bittiğini söyledim. Ancak siyasetin insan yaşamını daha güzel kılma uğraşısı olduğuna inanarak, onun da farklı biçimlerde yapılabileceğini söyledim. Örneğin, Belediye Başkanlığına adım attığımda gördüğüm en büyük eksikliği, benden sonra gelecek olanlar için gidermeye çalıştım. Yazılı kaynak, bu toplumun en ciddi eksiklerinden biridir. Ben, bunu Belediye Başkanlığına geldiğim gün bulamadım. Belediyecikle ilgili ve kendi tecrübelerimden de faydalanarak bir kitap yazdım. İkinci bir kitap için çalışmalarım var. Aslında, boş durmuyorum. Ancak belli bir dönem bu yoğunluklar içerisinde biraz da kenarda durdum. Aylardır fırsat buldukça, çağrıldıkça fikirlerimi paylaşıyorum. Gördüğüm doğruları seslendiriyorum, yanlış varsa da uyarı yapmaya çalışıyorum. Sosyal medyayı kullanmaya gayret ediyorum. Fikiler paylaşıldıkça bir işe yarar, o nedenle bunu yapıyorum. Bunun dışında spesifik olarak, ‘Falan tarihte yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimine talibim, adayım’ böyle bir şey söz konusu değil. Öte yandan yıllar içinde şunu da öğrendim: Büyük lokma ye, büyük laf etme.



SORU: Yani açık kapı bırakıyorsunuz…


AKINCI: Şu anda ‘Ben adayım’ yerine şunu söylüyorum; ‘Siyasetçi için ulaşılabilecek en üst makam halkın gönlündeki yerdir, gerisi hikâyedir… 
Editör: TE Bilisim