Mustafa Onurer'in açıklaması şöyle:
1960 yılında BM üyesi olarak oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti daha başından yanlış esaslar üzerinde oluşturulmuştu.

Bir yandan BM üyesi bağımsız bir devlet, ama öte yandan toprakları üzerinde ‘egemen’ Britanya üsleri, bu devletin egemenliğini kısıtlayan üç ‘garantör’ emperyalist devlet, ve onların emperyalist ordularının ada toprakları üzerinde konumlandırılması! Böylesi bir bağımsızlığın göstermelik bir bağımsızlık olduğu ve aslında adanın sıkı bir emperyalist tahakküm altına alındığı daha kuruluşun ilk gününden sırıtmıyor muydu?
Bu hasta doğmuş sözde cumhuriyet 3 yıl yaşadı ve sözde garantör güçlerin özel harp daireleri ve CIA güdümlü ABD kışkırtmalarıyla adada yaşayan iki toplum birbirine kırdırıldı.

Aslında adayı bölme planları daha 1956 yılından tasarlandığı için, ada üzerinde gerilimler ve adayı bölmek amacıyla planlanan girişimler 1958 yılında kışkırtılan toplumlar arası çatışmalarla başlatılmış oldu. Bunu 1963 ve 67 olayları takip etti ve sonunda 1974 yılında NATO tarafından, Yunanistan, Türkiye ve Britanya’nın da onayları alınarak, ada planlı bir şekilde 2'ye bölündü (burada herkesin defalarca okuduğu, bildiği tarihsel olguları tekrar etmemek için çok kısa bir özet yapmaya çalıştık)!

Ancak Türkiye 1974 yılında Kıbrıs’a uzun yıllar aldatıldığımız gibi garanti ve ittifak anlaşmaları çerçevesinde müdahale etmedi! Böyle bir müdahale TBMM kararı gerektirmezdi. Türkiye Kıbrıs’a TBMM’den geçirdiği savaş ilanı ile, savaş açarak geldi!
Geldi ve adayı ikiye böldü. Sözde egemenliğini ve bağımsızlığını korumayı garanti ettiği ülkemizi ikiye bölerek toprakları üzerinde ayrı bir devlet ilan etti.
İlan edilen bu devlet aslında bir anda oluşturulmadı! Türk Özel Harp Dairesi'nin “Kıbrıs’ı İstirdat Planı” çerçevesinde daha 1964 yılında kurulan Geçici Türk Yönetimi, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, KTFD süreçlerini izleyerek KKTC’ye dönüştü.
KKTC, cismen var olan bir olgudur. Bir devlet mekanizmasıdır. Ama uluslararası tanınmışlığı yoktur. Uluslararası hukuğun dışında kalmaya mahkum olmuş bir devlettir. Bu haliyle de resmi olarak kabul gören bir devlet değil, yasa dışı, de-facto bir devlettir.
Bilindiği gibi devlet, sınıflı toplumlarda toplumsal düzene egemen olan sınıfın, diğer sınıflar üzerindeki baskı ve tahakküm aracıdır.

KKTC denen bu yasa dışı yapı da emperyalist Türkiye burjuvazisi ile onun Kıbrısta’ki işbirlikçilerinin hizmetinde olan bir devlettir.
Bu mekanizma, uluslararası nitelik taşıyan Kıbrıs anlaşmaları geçerliliğini korudukça, ve Türkiye'nin Kıbrıs’a karşı 41 yıldan beri sürdürdüğü savaş durumu devam ettiği sürece, uluslararası hukuğun bir parçası olamaz. KKTC ilanı, TC’nin, Kıbrıs’ı istirdat planı çerçevesinde adanın kuzeyini olsun ilhak etmek ve vilayetleştirmek için atmış olduğu bir adımdır. Bu niyet, özellikle son yıllarda Kuzey Kıbrıs’ta TC bakanlıklarına ait koordinasyon kurullarının oluşturulmaya başlamasıyla iyice açığa çıkmaya başlamıştır.
İşte bu nedenlerden dolayı, Kıbrıs Sosyalist Partisi Türkiye Cumhuriyeti'nin işgali altındaki topraklarda oluşturulan idari yapıyı meşru bir devlet olarak kabul etmemekte ve bunun Kıbrıs’ın bağımsızlığının ve egemenliğinin bir ihlali olduğuna inanmaktadır.
Kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Türkler kuşkusuz Kıbrıs Cumhuriyeti'nin birer vatandaşıdırlar. Bu nedenle AB'nin de vatandaşıdırlar.

Ancak 1964 yılında karşılıklı kışkırtmalar sonucunda yaratılan toplumlar arası çatışmalar nedeniyle, Kıbrıslı Türkler bir yandan TMT tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti'nin devlet organlarından çekilirken, öte yandan da Kıbrıslı Türkler’in tümünü TMT tedhişçileri olarak nitelendiren Kıbrıs Rum hakim sınıfları tarafından da bu devletin organlarından kovulmuşlardır.

10 Mart 1964 tarihinde BM Genel Kurulu'nda Kıbrısta’ki olaylara ilişkin olarak alına Genel Kurul kararında Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak Rum hakim sınıflarının denetiminde kalan Cumhuriyet, hükümeti kabul edilmiş ve Türkiye de bu kararın altına imza atmıştır. Bu karar uyarınca Kıbrıslı Türk görevlilere, bakanlara ve milletvekillerine görevlerine dönme çağrısı yapılmıştır. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü de Kıbrıslı Türklere ayni çağrıyı yapmış, ancak dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkan muavini ve Türk toplumu lideri Dr. Fazıl Küçük, TMT’den gelen baskılara boyun eğerek bu çağrıya uymamıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti de Kıbrıs Türk toplumu temsilcilerinin görevlerinin başına dönmelerini kolaylaştıracak hiçbir önlem almadıkları gibi başlangıçta geçici Türk yönetimi ve sonrasında da ada üzerinde ikinci bir devlet gibi kurulan Türk yönetimine göz yummuş onu ortadan kaldırmak için hiçbir ciddi çaba ortaya koymamıştır.

1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a karşı giriştiği savaş sonunda adanın kuzeyinde ve güneyinde kapsamlı birer etnik temizlik yapılmıştır. Adanın kuzeyi Rumlardan, güneyi de Türklerden tamamen temizlenmiştir.

Böylelikle Kıbrıs Cumhuriyeti de kelimenin tam manasıyla bir Rum Cumhuriyeti'ne dönüşmüştür. KSP bunu bir olgu olarak tespit ederek halkımızın dikkatini çeker.
Ancak bu özelliğine rağmen, Kıbrıs Cumhuriyeti devleti hala bugün Kıbrıs’ın uluslararası alanda resmen kabul gören tek devletidir. 2004 yılında emperyalist AB’ye katılan bu devlet, Alman-Fransız emperyalizminin sömürgeci baskısı ve sözde ekonomiyi düzenleyeceğini iddia eden AB Troikası'nın kontrolü altına girmiştir.
Bu özelliği ile Kıbrıs Cumhuriyeti devleti, AB emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçilerinin adamızın güneyindeki tahakkümlerini sürdürmelerine hizmet eden bir araçtır.

Kıbrıs Sosyalist Partisi'nin Hedefi Nedir?

KSP adanın her iki tarafında da emperyalist burjuvazinin ve yerli işbirlikçilerinin hizmetinde, biri uluslararası hukuk açısından tanınan yasal bir devlet, öteki de Uluslar arası alanda tanınmayan, yasadışı bir devletin var olduğunu tespit eder. Partimiz açısından Kıbrıs adası katmerli bir emperyalist baskı ve tahakküm altındadır.
Partimiz ülkemizin bağımsızlığının ve halkımızın egemenliğinin elde edilebilmesini hedeflemektedir.
Bu hedefe ulaşabilmek için adamızın her iki tarafında yaşayan emekçi halk kesimlerinin anti-emperyalist ilkeler çerçevesinde ortak mücadelesini örgütlemeyi amaçlamaktadır.
KSP, bu amaçla Kıbrıs'ın her iki tarafındaki halkın muhtelif demokratik örgütlerde örgütlenmesi, emperyalist ve işbirlikçi hakim sınıfları demokratik kitle örgütleri ve sendikalarla kuşatarak, ve doğrudan demokrasi ilkelerini birer eylem kılavuzu olarak kabul ederek, ülkemizi emperyalist boyunduruktan koparmak için mücadele etmeyi hedeflemektedir. Böylesi uzun soluklu bir mücadelenin sonucunda, ülkemizde bulunan İngiliz üsleri sökülüp atılacak, 1960 antlaşmalarında yer alan garanti ve ittifak anlaşmaları iptal edilecek, Türk ve Yunan alayları ülkelerine dönecek, 1964 yılından beri adamızda bulunan barış gücü maskeli emperyalist ordular evlerine dönecekler ve 1974 yılında Kıbrıs’ı işgal eden Türk kuvvetleri de geri dönecekler; böylelikle adamızın hem coğrafyası hem de halkı yeniden, bağımsız ve demokratik bir Kıbrıs’ta birleştirilmiş olacaktır. Bu yeni Kıbrıs, doğrudan demokrasi ile yönetilecektir.
Güney Kıbrıs şu anda AB üyesidir. Ancak AB, birçoğunun sandığı gibi demokrasinin beşiği bir ülkeler topluluğu değildir! AB Alman-Fransız emperyalist ortaklığının diğer üye ülkelere sağlanan birtakım göstermelik burjuva demokratik haklar karşılığında onları sömürdüğü ve sömürgeleştirdiği bir emperyalist canavardır. Eski Yugoslavya'nın bölünmesi ve bunu takip eden emperyalist vahşette başrolü işte bu demokrasi havarisi AB oynamıştır. Yine günümüzde Ukrayna'da yer alan vahşetin de baş sorumlusu AB'dir.

AB emperyalistleri savaş kışkırtıcısı emperyalist canavarlardır. KSP, Avrupa Birliği denen bu savaş kışkırtıcısı ve insanlık düşmanı emperyalist gücün çökertilmesi, onun yerine Avrupa’nın bütününe barış ve demokrasinin hakim olduğu proleterya önderliğindeki sosyalist devletlerin kurulmasını ve sosyalist bir Avrupa Federasyonu'nun oluşturulması fikrini benimsemekte ve desteklemektedir.
Mevcut koşullarda kuzeydeki halka ayrı egemenlik elde edilemeyeceği açıktır. İşgalcinin mensubu olduğu bir egemenlik ise egemenlik değil sömürge olmak, vilayet olmak anlamına gelmektedir. Nitekim halen mevcut durumda işgalcinin boyunduruğu altında Kuzey Kıbrıs’ın egemen olduğunu söyleyenler tam da bu iddiada bulunmaktadırlar. Yani işgalcinin de mensubu olduğu bir egemenlik! Bu koşullarda herhangi bir egemenliğin söz konusu olmadığı, egemenlik diye diye ülkemizin bir sömürge ve hatta vilayete dönüştürülmekte olduğu çıplak gözle bile görülebilecek durumdadır.

Kuzeydeki halkın ve toprak parçasının Kıbrıs Cumhuriyeti'nden de AB’den de ve hatta TC`den de bağımsız bir devlet olabilme ihtimali çok zayıftır. Bu ancak çok güçlü dış faktörlerin ortaya çıktığı bir dönemde mümkün olabilir. Örneğin Türkiye'de gerçekleşecek bir devrimle birlikte kuzey Kıbrıs'ta da gerçek bir devrim gerçekleşebilmesi mümkün olabilir. Ancak KSP istisnai koşullara göre plan yapan bir parti değildir. Biz var olan somut koşullara göre planlarımızı yapan bir partiyiz. Bu nedenle şu andaki stratejimiz ülkemizin bağımsızlığını ve halkımızın egemenliğini elde edebilmek için, halk kitlelerimizin güçlerini birleştirebileceği anti-emperyalist bir güçbirliği içerisinde, Anti-emperyalist Birleşik Cephe'de, emperyalizme karşı mücadele etmek ve Anti-emperyalist Birleşik Cephe Hükümeti'ni elde etmektir.

Editör: TE Bilisim