Kıbrıs Barış Harekatı'nın 46. yıl dönümünde 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'dan tarihi açıklamalar

Başbuğ, “1974'ten beri Ada'da barış var. Bu başarı, TSK'ya ve harekatta şehit düşen 498 ölümsüz kahramana aittir” dedi ve uyardı: Kıbrıs'ın, Türkiye için taşıdığı stratejik önem bugün daha da arttı

Sevgili okurlarım,

20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs'a yapılan Barış Harekatı'nın 46. yıl dönümü, yarın Ada'da ve Türkiye'de düzenlenecek törenlerle kutlanacak.

Bugün size, Doğu Akdeniz'de bulunan zengin enerji kaynakları nedeniyle önemi daha da artan Kıbrıs konusunda, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 26. Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ'la yaptığım, çarpıcı açıklamalarla dolu söyleşiyi sunuyorum:

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Başbuğ, Akdeniz'de Sicilya ve Sardunya'dan sonra üçüncü büyük ada olan Kıbrıs'ın jeostratejik önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

KIBRIS VAZGEÇİLMEZ BİR KONUMDADIR

İLKER BAŞBUĞ (İ.B.) : Kıbrıs Adası, Anadolu'nun doğal bir uzantısıdır. Jeolojik devirlerde, bir çöküntü neticesinde Hatay bölgesinden ayrılmıştır. Ada'nın ilk sakinleri Anadolu'dan gelmişlerdir. Kıbrıs'ın Türkiye'ye olan mesafesi zaten 71 kilometredir. Alman bilgin Dümmler'e göre; eski Anadolu halkı ile Kıbrıs'a yerleşenlerin aynı kavimden olduğunu kabul zorunluluğu vardır.

Venedikliler 1489 yılında Kıbrıs'ı ele geçirdiler.

1517 yılında Mısır'ın fethinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kıbrıs'a bakış açısı değişmeye başladı.

Osmanlı İmparatorluğu Doğu Akdeniz'de güvenliğin sağlanması ve bölgedeki huzurun gerçekleşmesi için Kıbrıs Adası'nı almaya karar verdi.

Görüldüğü gibi; Kıbrıs, Doğu Akdeniz'de güvenliğin ve huzurun sağlanması için vazgeçilmez stratejik öneme sahip bir konumdadır.

Padişah II. Selim'in Kıbrıs'a öncelik vermesi üzerine, Osmanlı ordusu 4 Ağustos 1571 günü Magosa'yı ele geçirerek Ada'nın bir bütün olarak fethini tamamladı.

(U.D.): Kıbrıs'ın Osmanlı'nın eline geçmesine Avrupa'nın tepkisi ne oldu?

İNEBAHTI SAVAŞI KIBRIS'IN ÖNEMİNİ DE GÖSTERDİ

(İ.B.): Ada'nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesi, Ada'daki Katolik hakimiyetini sona erdirmişti. Vatikan harekete geçti.

Papa V. Pius'un teşvikiyle Hıristiyan güçleri bir dini cihat ruhu altında birleşti. Bu amaçla 200 kadırgadan oluşan bir donanma, Eylül 1571'de Messina'da toplandı.

Türk donanması o esnada Korfu'dan güneydeki Patras'a doğru çekilmiş ve İnebahtı (Lepanto) Körfezi'nde demirlemişti.

Osmanlı donanması, demirledikleri yerden çıkarak, Körfez'in ağzında, açık denizde düşman donanmasıyla karşılaşmaya karar verdi.

Çarpışma saatlerce sürdü. Hıristiyanların ağır silahları daha güçlüydü. Osmanlı amiral gemisi Hıristiyanlar tarafından ele geçirilince, Türk hattının merkezi çöktü. Osmanlı'nın 230'u aşan kadırgadan oluşan donanmasının büyük kısmı batırıldı ya da düşmanın eline geçti.

Osmanlı, bu yenilgi sonrasında inanılmaz bir çalışma örneği göstererek, 1572 ilkbaharında 250 gemiden oluşan bir deniz gücünü oluşturdu. Üç yıl sonra Tunus, Cezayir ve Trablusgarp Osmanlı eyaleti oldu.

İnebahtı Savaşı, Kıbrıs Adası'nın Avrupa için ne kadar önemli olduğunu 1571'de göstermişti.

SOKOLLU MEHMED PAŞA'NIN SÖZLERİ TARİHE GEÇTİ

Büyük Osmanlı Sadrazamı Sokollu Mehmed Paşa'nın, Venedik elçisine söylediği; “Sizden Kıbrıs'ı almakla kollarınızdan birisini kesmiş olduk, donanmamızı yenmekle siz sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol tekrar uzamayacaktır, ama tıraş edilen sakal eskisinden de daha gür ve sağlam uzayacaktır” sözleri de her şeyi çok güzel şekilde özetlemektedir.

(U.D.): Sokollu Mehmed Paşa'dan bahsedince Osmanlı sultanları ile vezirleri ve veziriazamlar yani sadrazamlar arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirirsiniz? Bunu biraz açar mısınız?

(İ.B.): Osman Gazi, Osmanlı Devleti'nin kurucusudur. Şeyh Edebali, Osman Gazi'nin kaynatası ve aynı zamanda danışmanıydı. Şeyh Edebali, İslam hukuku konusunda uzman ve çok bilge bir kişiydi. Böyle kişilere ise “Fakılar” (ulema) deniliyordu.

İleride, ilk vezirler büyük merkezlerden gelen fakılar arasından seçilecekti.

Çandarlı Halil Hayrettin Paşa, I. Murad'ın veziri olmuştur. Ulema sınıfındandır. Böylece “Çandarlı Ailesi” Osmanlı tarihinde güçlü bir şekilde yer alacaktır.

FATİH, SADRAZAM SEÇİMİNDE RADİKAL BİR DEĞİŞİM YAPTI

Fatih Sultan Mehmed; Sadrazamı Çandarlı Halil Paşa'yı ortadan kaldırarak Çandarlı Ailesi'nin hakimiyetine son vermiştir. Ulema sınıfından gelenleri değil, kul asıllı kişileri sadrazamlığa getirmiştir. Bu aslında önemli bir değişiklikti.

Kanuni'nin sadrazamlığa getirdiği Pargalı İbrahim Paşa, imparatorluğun iki numaralı güçlü kişisiydi.

Kanuni'nin son sadrazamı ise Sokollu Mehmed Paşa'dır.

Sokollu'nun bir suikast sonrası hayatını kaybetmesinden sonra, güçlü veziriazamların istenmediği görülmektedir. Bu dönem güçlü valide sultanlar dönemi oldu.

Köprülü Mehmed Paşa'nın 1656'da sadrazamlığa atanması ile siyasal açıdan Osmanlı İmparatorluğu bir silkinme dönemine girdi. Mehmed Paşa'nın ilk icraatı aşırı dinci, Selefiyyeci Kadızadeler'in üzerine yürümesi oldu.

Yerine oğlu Fazıl Ahmed Paşa 1661'de sadrazam oldu. Babasının siyasetini sürdüren, Fazıl Ahmed Paşa idaredeki ve maliyedeki sorunların üzerine gitti. Bürokrasinin kilit mevkilerine dürüstlükleriyle tanınan kişileri getirdi.

Fazıl Ahmed Paşa'dan sonra sadrazamlığa getirilen, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa da Köprülüler Ailesi'nde yetişmişti. Merzifonlu'nun idamı ile de “Köprülüler” dönemi sona erdi. Abdülmecid döneminde reform hareketlerinin lideri Sadrazam Mustafa Reşid Paşa oldu.

SON GÜÇLÜ OSMANLI SADRAZAMI: MİTHAD PAŞA

Belki de son güçlü Osmanlı Sadrazamı Mithad Paşa oldu. 19 Aralık 1876'da sadrazam olan Mithad Paşa, II. Abdülhamid'i tahta çıkaran asıl güç odağıydı. İlk Osmanlı Anayasası'nı hazırlayan ve 23 Aralık 1876'da Birinci Meşrutiyet'in ilanında başrolü oynayan Mithad Paşa, 1884'ün 6-7 Mayıs gecesi sürgüne gönderildiği Taif'te boğdurularak hayatını kaybetti.

II. Abdülhamid'in saltanatı 33 yıl sürdü. II. Abdülhamid'in saltanatı döneminde 17 sadrazam geldi ve gitti.

Bu 17 sadrazam arasında da Mithad Paşa gibi güçlü bir isme pek rastlanılmadı.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Osmanlı İmparatorluğu'nda sultanlar, meşrutiyet dönemleri hariç, mutlak “tek güçlü otorite” idiler.

Ancak, imparatorluğun kuruluşunda ve yükselişinde hep sultanların yanında, “güçlü” sadrazamların, veziriazamların yer aldığı da görülmektedir.

İmparatorluğun duraklama, gerileme ve çöküş dönemlerine bakılırsa, padişahların yanında “güçlü” sadrazam ve vezirlerin yer almadığı da bir gerçektir. İmparatorluğun çöküşünün nedenlerinden birisini de bu nokta oluşturmaktadır.

II. ABDÜLHAMİD KIBRIS'I İNGİLTERE'YE BIRAKTI

(U.D.): Osmanlı İmparatorluğu Kıbrıs'ı nasıl kaybetti?

(İ.B.): “93 Harbi” de denilen 1877 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Ruslar Yeşilköy'e kadar geldi. Çaresizlik içinde kalan II. Abdülhamid, İngiltere'ye müracaat etti. Kraliçe Victoria'ya; “Ruslara karşı zor durumdayız, bize yardım edin” dedi.

İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu'na; “Güvence verebilmem için, Anadolu ve Suriye kıyılarına yakın bir yere sahip olmam lazım. Kıbrıs bu amaca uygundur, ama merak etmeyin ada sizde kalacak” diyerek İstanbul'a garanti verdi.

Osmanlı İmparatorluğu da 1879'da Kıbrıs'ı İngiltere'nin kullanımına bıraktı. Bazı tarihçiler de yıllık 92 bin altın karşılığında Kıbrıs'ın kiralandığını iddia ederler.

Daha sonra İngiltere Kıbrıs'ı Osmanlı İmparatorluğu'na geri vermedi.

1 Kasım 1914'te Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'na girince, Kıbrıs'ı tek taraflı olarak ilhak etti.

Diplomaside böyle aldatmalar ve aldanmalar maalesef olabiliyor. Verilen sözler, anlaşmalarda net olarak yer almamışsa ve gücünüzde yoksa sonuçlar Osmanlı İmparatorluğu'nun Kıbrıs'ta karşı karşıya kaldığı gibi oluyor. Olay karşısında sadece protesto etmekle yetinebiliyorsunuz.

(U.D.): Bugün Kıbrıs Barış Harekatı'nın 46. yıl dönümünü kutluyoruz. Kıbrıs Barış Harekatı'nı nasıl değerlendiriyorsunuz?

KIBRIS BARIŞ HAREKATI BAŞARIYLA GERÇEKLEŞTİ

(İ.B.): 15 Temmuz 1974 sabahı, Yunan askeri cuntasına bağlı subayların denetimi altındaki Milli Muhafız Kuvvetleri, Makarios hükümetine karşı askeri darbe gerçekleştirdi.

Başbakan Ecevit İngiltere ile görüşmek üzere Londra'ya gitti. Londra görüşmelerinden istenilen sonuçlar elde edilemeyince Türkiye “Garanti Antlaşması”ndan aldığı hakla, Kıbrıs'a tek başına müdahale etme kararını aldı.

Türk askeri 20 Temmuz sabahı Kıbrıs'a ayak bastı.

Askeri harekat şekilleri içinde en zor olanı müşterek harekattır. Dünyanın en modern ordularının dahi amfibi ve hava indirme harekatını bünyesinde bulunduran bir müşterek harekatı, zor bir coğrafyada tam bir mükemmeliyetle icra edebilecekleri söylenemez. Buna rağmen, Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece altı gün içinde, Kıbrıs Barış Harekatı'nı başarıyla gerçekleştirdi.

1974'ten beri Ada'da barış var. Kimsenin burnu bile kanamadı.

Bu başarı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin harekata katılan bütün personeline özellikle bu harekatta şehit düşen 498 ölümsüz kahramana aittir.

TÜRKİYE İÇİN HAYATİ BİR ÖNEME SAHİPTİR

(U.D.): Bugüne bakarak, Kıbrıs Adası'nın önemini nasıl açıklarsınız?

(İ.B.): Her şeyden önce unutmayalım ki, Kıbrıslı Türklerin yani kardeşlerimizin güvenliği, refahı ve geleceği konusunda Türkiye'nin de sorumlulukları vardır.

Kıbrıs'ın Türkiye açısından taşıdığı stratejik önem, düne nazaran bugün daha da artmıştır.

Kıbrıs'ın bütünüyle Türkiye'ye muhasım bir gücün kontrolüne geçmesi demek, Türkiye'nin Akdeniz'de karasularına hapsedilmesi, denizlere açık bir ülke olmasının engellenmesi demektir.

Bütün bunların yanında, Doğu Akdeniz'in Orta Doğu için ne kadar önemli olduğu Suriye'deki gelişmeler çerçevesinde daha net olarak ortaya çıkmıştır.

Doğu Akdeniz Bölgesi'ndeki doğalgaz yataklarının Türkiye'nin milli menfaatleri açısından taşıdığı önem de gözden uzak tutulmamalıdır.

Bütün bu konular Kıbrıs ile bağlantılıdır.

Bir de unutulmasın Türk-Yunan dengesinin Ege'de ve Akdeniz'de korunması konusu var. Zaten Ege'de olan sorunlar ortada, bir de Akdeniz'de Türk-Yunan dengesinin bozulmasını, Türkiye asla kabul edemez. Bu husus Türkiye açısından hayatidir.

Dolayısıyla; Kıbrıs Türkiye'nin güvenliği açısından da stratejik öneme sahiptir.

ASKERLİK HAYATIMIN EN ONUR DUYDUĞUM DÖNEMİ

(U.D.): 1974 Kıbrıs Barış Harekatı esnasında siz nerede görevliydiniz?

(İ.B.): O esnada, Kurmay Yüzbaşı rütbesi ile Genelkurmay Harekat Başkanlığı'nda proje subayı olarak çalışıyordum. Bu nedenle, Kıbrıs Barış Harekatı'nın Genelkurmay seviyesindeki planlama ve icra faaliyetlerinin içindeydim, adım adım izledim. O süreçte genç bir subay olarak yaşadıklarım, elli yıllık askerlik hayatımın en çok onur ve gurur duyduğum dönemlerinden birisini oluşturur.

1975 yılında, Kara Harp Akademisi'ne öğretim üyesi olarak atandım. Bir kurmay subay için, Harp Akademileri'nde öğretim üyeliği yapmak çok ayrıcalıklı ve çok gurur verici bir durumdu. Altı yıl o görevde kaldım. O günlere bugün bakıyorum da; aldığımız yüzbaşı/binbaşı maaşı ile ayın sonunu zor getiriyorduk. Telefon etmek için telefon kulübesine gidiyorduk. Küçük bir operasyon için hastaneye belediye otobüsü ile gidip geldiğimi hatırlıyorum.

Bizler Cumhuriyet'in ikinci kuşağıyız.

Bazı zorluklara rağmen mutluyduk ve umut doluyduk.

Bugün ise değer ölçüleri çok değişti. Bu değişiklikleri yadırgıyorum, pek de alışamadım!..

Uğur Dündar / Sözcü

Editör: TE Bilisim