'Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi' diğer bir adı ile “İstanbul Sözleşmesinin” Türkiye tarafından feshedilmesi ardından tartışmalar büyüdükçe büyümekte.

“İstanbul Sözleşmesi” ile yine bilindik bir bölünme Türk toplumunu esir alırken, kısır tartışmaların üzerinden “ilericilik-gericilik” veya “çağdaşlaşma-çağın gerisinde kalma” veya “gelişmişlik-azgelişmişlik” ikilemleri üzerinden kamuoyunda birbirine “düşman” kesimlerin inşa edilme mühendisliğinin tek kaybedeninin Türk toplumu olacağı aşikar.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, "İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı hiçbir şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 'kadınları korumaktan taviz verdiği' anlamına gelmemektedir. Türkiye, sözleşmeden çekilse de aile içi şiddetle mücadeleden asla vazgeçmeyecektir" ifadelerine yer alması ise tartışmalara son noktayı koymaya yetmedi.

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili ciddi endişeleri olan tek ülkenin Türkiye olmadığı da bir gerçek.

Avrupa Birliği'nin Bulgaristan, Macaristan, Çekya, Letonya, Litvanya ve Slovakya olmak üzere 6 üyesinin de sözleşmeyi onaylamamasının nedenleri tartışılmadan “İstanbul Sözleşmesinin” feshedilmesi toplumsal barışı bozma uğruna “iç siyasetin” öznesi haline getirilmekte.

Türkiye'nin sözleşmeden çekilme kararı almasının nedeninin kadın haklarının güçlendirilmesini teşvik etmeyi amaçlayan sözleşmenin, Türk toplum yapısı ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmesi olarak açıklanmasına rağmen konunun “kadına yönelik şiddet ve kadın haklarını” uygulamaktan vazgeçmesi manipülasyonuna araç yapılması ise düşündürücü.

Anavatan Türkiye’nin, bugüne kadar kadın haklarını desteklemek ve iyileştirmek için attığı somut adımlar, kadına yönelik şiddetle mücadele için yeni reformları da hayata geçirme kararlılığı, kadınların güvenliğini ve haklarını koruma iradesi ile kadına yönelik şiddetle mücadelenin sıfır tolerans ilkesiyle sürmesini görmezden gelmek ise en basit ifadesi ile akıl ve vicdan tutulmasıdır.

Ve unutulmaması gereken diğer bir nokta ise, Türkiye'nin mart ayı başında açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı kapsamında, aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddete karşı mevcut önlemlerin etkinliğini artırmak için ilave adımlar atılacağının taahhüt etmesidir.

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ne de (CEDAW) taraf olan Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden ayrılmasının “kadın hakları ve kadına şiddet ile mücadelede” Türkiye’ye azgelişmiş ülke muamelesi yapılması ile başka şeylerin ! amaçlandığı da gerçek.

Gezi ve Boğaziçi olaylarının yeni sahnesinin “kadın hakları ve İstanbul Sözleşmesi” olma olasılığını iddia etmek ise bugünden sonra “komplo teorisi” değildir.

Anavatan Türkiye’nin kadın hakları ve kadına yönelik şiddet ile mücadelede teminatının ise “sözleşmelerin” ötesinde modern Türk devletinin kanunları olduğunun da unutulmadan tartışmaların yapılması ve mevzuat ile uygulamada görülen eksikliklerin bu temelde giderilmesi ise “toplumsal barış” adına önemli.

Türkiye’nin “İstanbul Sözleşmesinden” ayrılması üzerine Kuzey Kıbrıs’ta “mangalda kül bırakmayanların” ise kadın hakları konusunda sadece konuşmaktan öte gidemediği gerçeğini de bir kez daha ortaya koydu.

Kuzey Kıbrıs’ta “mangalda kül bırakmayanların” İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesini Türkiye’ye saldırmanın yeni bir argümanı haline getirmek yerine yapması gereken tek şey “halının altına süpürülenlerin” temizlenmesine yönelik adım atmasından başka bir şey değil.

Anavatan Türkiye’yi “vurmak” için kadına yönelik şiddet ve hak ihlalleri ile mücadeleyi ve ortaya konan “sıfır tolerans ilkesini” görmezden gelenlerin ise Kuzey Kıbrıs’ta her gün gazetelerde yer alan kadına yönelik şiddet haberleri karşısında sağır sultanı oynamaları ise trajik bir komedya.

Kadın haklarına karşı en büyük duruşun ise laftan öteye gitmeyerek kadın haklarını kısır siyasetini öznesi haline getirmek olduğunu da unutmamalı, “mangalda kül bırakmayanlar.”

Gelenek sürmekte;  “icraat yok, laf çok.”

Editör: TE Bilisim