Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nun Rum lider Nikos Anastasiades’in
Eylül ayında, Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısında yaptığı konuşmaya yanıt
olarak Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a gönderdiği mektup BM
belgesi olarak yayınlandı.
Gerçeklerin dile getirdiği mektup Rum Yönetimi’nde tedirginlik yarattı.
Rum basınına da yansıyan tedirginliğe yol açan mektubun tam metni şöyledir;
“Ekselansları,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Eylül 2014’te yapılan son toplantısı
sırasında, Kıbrıslı Rum lider Sayın Nikos Anastasiadis tarafından yapılan konuşmaya
atıfta bulunarak aşağıdakileri dikkatinize getirmek istiyorum.
Her yıl, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun açılışı sırasında, “Kıbrıs
Cumhuriyeti Hükümeti” olduğunu iddia eden Kıbrıs Rum tarafının, gasp ettiği bu
unvanı Kıbrıs sorununa ilişkin hukuki ve tarihi gerçekleri çarpıtmak için istismar etme
uygulamasına devam etmeyi tercih etmesi bir talihsizliktir. Dolayısıyla, bir kez daha,
Kıbrıs’ta yarım yüzyıldan fazla bir süredir, hatta Birleşmiş Milletler Barış Gücü,
BMBG, adaya ayak basmadan önceden beridir hüküm sürmekte olan gerçeklerle ilgili
yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmayı gerekli buluyorum.
960’ta Londra ve Zürih Anlaşmaları’yla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ortaklığı,
1963 yılında Kıbrıslı Rum ortağın Kıbrıslı Türk ortağa saldırması ve onu tüm devlet
mekanizmalarından dışlamasıyla yıkılmıştır. O tarihten bu yana, her iki tarafı veya
adanın tümünü temsil edebilen ortak bir merkezi yönetim yoktur. Kıbrıs Rum tarafı,
kendisinin yegane “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti” olduğunu iddia etmeye devam
ederken, taraflar bugüne kadar kendi kendini yönetmiştir. Diğer bir deyişle,
ortaklardan biri olan Kıbrıs Türk tarafı 21 Aralık 1963 tarihi itibarıyla, Devlet’in tüm
organlarından silah zoruyla dışlandığından dolayı, “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni temsil
edebilen bir kurum veya otorite kalmamıştır. Bu konuyla ilgili yeterli kanıt, Genel
Sekreter’in Güvenlik Konseyi’ne o döneme ilişkin sunduğu raporlarda mevcuttur.
Sayın Anastasiadis’in, Türkiye’nin antlaşmalardan doğan hakları ve
yükümlülüklerinin gerektirdiği 1974’teki müdahalesinin yanı sıra Kıbrıslı Türkler’e
yönelik başlatılan etnik temizlik politikalarına “istila”, Ada’daki Türk askerinin
2
varlığına ise “işgal” olarak atıfta bulunması, Ada’nın ne hukuki ne de tarihi
gerçeklerini yansıtmaktadır. Bilindiği üzere, Türkiye’nin 1974’teki müdahalesi 1960
Garanti Antlaşmaları’ndan doğan hak ve yükümlülükleri uyarınca gerçekleştiğinden,
uluslararası hukuka göre tamamen meşru idi. Diğer yandan, Türk Barış Kuvvetleri’nin
Kuzey’deki varlığı, Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıların tekrarlanmasına karşı tek
caydırıcı ve etkin garantidir.
Ancak, Kıbrıs’ta bir işgal varsa, bu, Kıbrıs Rum tarafının, Kıbrıs Türk tarafı ve
Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik çabalar aleyhine hükümet koltuğunu işgal etmeyi
sürdürmesidir. Kıbrıs Rum tarafı, eski ve varsayıldığı üzere gelecekteki ortağı olan
Kıbrıs Türk halkını uluslararası izolasyon ve insanlık dışı kısıtlamalara tabi tutmaya
devam edip, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar arasındaki inanç ve güven eksikliğini
körükleyerek, gasp ettiği bu unvanı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır.
Dolayısıyla, Sayın Anastasiadis’in, insan haklarının ve temel özgürlüklerin
korunmasına sözde bağlılık göstermek yerine, çözümü daha da zorlaştıran ve iki taraf
arasındaki uçurumu büyüten her türlü söylem ve faaliyetten kaçınması daha yararlı
olacaktır.
Doğal kaynaklar konusuyla ilgili olarak ise, Kıbrıs adası çevresinde yeni
keşfedilen enerji kaynakları, gerçekten kapsamlı bir çözüm için katalizör olarak
kullanılabilir ve kullanılmalıdır. Ancak, Kıbrıs Rum tarafının, Kıbrıs Türk halkının
Ada’nın doğal kaynakları üzerindeki eşit ve temel hakları pahasına tek yanlı adımlar
atmaktaki ısrarı aksine bir sonuç yaratmaya mahkumdur. Sayın Anastasiadis bu
konuda samimi olsaydı, bahse konu kaynakların araştırılması, kullanımı ve ihracı için
bir ad hoc komite kurulmasını öngören Eylül 2011 ve Eylül 2012 tarihli önerilerimi
uzun zaman önce kabul ederdi.
Genel Kurul öncesinde yaptığı açıklamada, kapsamlı çözüm için yapıcı
diyalog gerektiğini ileri süren Sayın Anastasiadis’in, sadece birkaç hafta sonra,
liderlerin hali hazırda müzakerelerin alver
egzersizi içeren bir sonraki aşamasına
geçme konusunda anlaştığı bir zamanda, tek yanlı olarak müzakerelerden çekilmesi
ilginçtir. Bu gelişme, kendi başına, Kıbrıslı Rum liderin sözleri ve hareketleri
arasındaki gözle görülür tutarsızlığın çarpıcı bir örneğidir. Bu durum, Sayın
Anastasiadis’in görüşmelerden çekilmesinin ardındaki esas nedenin alver
egzersizi
içeren sonuca yönelik müzakerelerin gerçekleşme ihtimali olduğunu
düşündürmektedir. Sayın Anastasiadis’in, iki taraf arasında şimdiye kadar elde edilen
anlaşma ve ilerlemeler üzerine yenilerini eklemeye ve Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüme
ulaşmaya odaklanmak için gerekli siyasi irade ve liderliği göstermektense görüşmeleri
durdurmayı daha uygun bulduğu açıktır.
Ayrıca, Sayın Anastasiadis, sadece kendisinin uygun gördüğü unsurları
vurgulayıp, aynı belgede yine kendisinin onaylamış olduğu ve eşit statüde iki Kurucu
Devlet olacağı, Kurucu Devlet vatandaşlığı olacağı ve egemenliğin Kıbrıslı Rumlar ve
Kıbrıslı Türkler’den eşit şekilde neşet edeceği gibi eşit derecede önemli ilkelerle ilgili
hiçbir şey söylemeyerek 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Açıklama’yla ilgili çok seçici ve
yanıltıcı bir yaklaşım benimsemiştir. Benzer şekilde, Açıklama’nın AB ilkeleriyle
ilgili kısmına atıfta bulunurken, “Federasyonun iki kesimli, iki toplumlu niteliği…ada
çapında korunacak ve saygı duyulacaktır” kısmını bilinçli bir şekilde dışlamaktadır.
Sonuç olarak, Kıbrıslı Rum lider, uzlaşılmış bir belgeden sadece istediği kısımları
3
seçerek ve açıklamanın dengeli olmasını mümkün kılan diğer kısımlarına saygı
göstermeyerek bağlılık eksikliği göstermekte ve yanıltmayı amaçlamaktadır.
Sayın Anastasiadis konuşmasında, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nun 50’nci yılını
doldurduğuna işaret etmiş olmasına rağmen, konuşmasının önceki kısmında Kıbrıs
sorununun 40’ncı yılına girdiğini iddia etmiştir. Bu bariz çelişki, Genel Kurul’da
yapmış olduğu konuşmanın yanıltıcı niteliğinin boyutlarını ortaya koymaktadır.
Ayrıca, Sayın Anastasiadis’in, Kıbrıs’taki her iki halkı da etkileyen insani bir
konu olan Kayıp Şahıslar konusunu uzun zamandır istismar etme uygulamasına devam
ettiğini de esefle gözlemledim. Bu tür teşebbüsler kayıp yakınlarının acısını
dindirmediği gibi, Kıbrıs’taki Kayıp Şahıslar Komitesi’nin görev yönergesi uyarınca
yürütmekte olduğu mükemmel çalışmaları da yanlış yansıtmaktadır. Kıbrıs Türk tarafı
olarak, bu insani konunun siyasi propaganda amaçları doğrultusunda istismar
edilmemesi gerektiğine her zaman inandık ve Kıbrıs Rum tarafından da aynı
hassasiyeti beklemekteyiz.
Son olarak, Kıbrıs Rum tarafına, her konunun diyalog ve karşılıklı anlayışla ele
alınabileceği tek platform olan müzakere masasına her hangi bir ön şart öne sürmeden
geri dönmesi için yaptığımız çağrıyı yinelemek isterim.
İşbu mektubun, 42’nci gündem maddesi uyarınca Genel Kurul ve Güvenlik
Konseyi belgesi olarak dağıtımını sağlamanız halinde minnettar olacağımı belirtmek
isterim.
Lütfen en derin saygılarımı kabul ediniz.”
Editör: TE Bilisim