Covid-19 ile birlikte tüm ezberlerin bozulmasından eğitim sistemi de nasibini almak üzere.

Toplumların yeni ve gelecek kuşaklarının sosyalleşmelerinde bir diğer ifade ile toplumsallaşma süreçlerinde stratejik etkisi olan eğitim olgusunun önemi bir kez daha gündemde.

Toplumun devamlılığı temelinde toplum sağlığı kadar derin öneme sahip eğitim olgusunun yaşanan süreçten en az zarar ile çıkması gerekli.

Ve tüm yaşananlar temelinde eğitime endişe hakim.

Okul öncesinden üniversite eğitime kadar ki tüm eğitim basamaklarının aktörlerine egemen olan endişenin kaynağı ise ileriyi görememek ve eğitim faaliyetlerinin geleceğini kestirememek.

Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın ortaya koyduğu irade ve yaptığı açıklamalara rağmen ülke eğitim sistemine endişe hali hakim.

Öğretmenler ve veliler başta olmak üzere uzaktan eğitim modelinin nasıl işleyeceği ve daha da önemlisi ne kadar verimli ve işlevsel olacağı kaygıların temelini oluşturmakta.

Tam da bu noktada Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığına büyük görevler düşmekte.

Bir toplumun geleceğine yön verecek yeni kuşakların Milli Eğitimin temel ilkeleri yanında bir dünya vatandaşı olarak yetişmelerini sağlayacak bilgi ve becerileri edinebilmelerinin stratejik önemi tüm kesimlerce kabul edilmekte.

Ancak “uzaktan eğitim” modellerinin bilgi ve beceri gelişiminde etkisinin ne derece işlevsel ve faydalı olacağına dair soru işaretleri günden güne çoğalmakta.

Çalışmak zorunda olan birçok ebeveynin okul çağındaki çocuklarının evde tek başına uzaktan eğitim modeli ile ne kadar eğitim alacağı ise tam bir muamma.

UBP-HP Hükümetinin “örgün eğitim” modelinden vazgeçmeden gerekli tedbirlerin de alınması ile birlikte klasik eğitim sistemini sürdürmede dersine iyi çalışıp çalışmadığı ise 14 Eylül 2020 tarihi ile birlikte ortaya çıkacak.

Üniversite öncesi eğitim basamaklarının her bir döneminde eğitim alan bireylerin sağlığı elbette risk altına sokulmamalı.

Ancak bir gerçek var ki, sağlık ve eğitim kurumlarının rasyonel işbirliği ile eğitimin sekteye uğramaması yönünde ortaya daha ciddi bir çalışma konulabilirdi.

Ülke üniversitelerinin “Eğitim Fakültelerin”den de destek alınarak ve ilgili tüm paydaşların da katkısı ile çeşitli modeller üzerinde 2020-2021 eğitim yılının kayıp yıl olmaması için farklı modeller tartışılabilirdi.

Eğitime dair fotoğrafa baktığımızda özellikle ebeveynler ve öğretmenler arasındaki derin kaygı, 2020-2021 yılının eğitim için kayıp yıl olur mu noktasında kendini göstermekte.

Toplumsal bir kaygı noktasına doğru da evrilmekte olan endişeleri ortadan kaldırma noktasında ise Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Nazım Çavuşoğlu ile Bakanlık kadrolarına toplumsal bir sorumluluk düşmekte.

Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Nazım Çavuşoğlu ile Bakanlık kadrolarının böylesi bir toplumsal sorumluluk bilincinin farkında olmadığını iddia etmek ise en basit ifadesi ile objektif bir eleştiri olmayacaktır.

Ancak 2020-2021 eğitim yılının “kayıp yıl” olmaması adına Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığının eğitime dair tüm paydaşlar ile ortak akıl temelinde süreci yönetmesi ve yönetmeye devam etmesi son derece önemli.

Aksi takdirde eğitim için “kayıp bir yılın” topluma bırakacağı miras Covid-19’un sonuçları kadar kötü olur. 

Editör: TE Bilisim