Kuzey Kıbrıs yağışlardan korkan insanların yaşadığı bir ülke haline gelmiştir. Sel ve su baskınlarının her geçen yıl daha yıkıcı bir hale geldiğini üzülerek gözlemlemekteyiz. Bu felaketlerin ciddi boyutlara ulaşmasında geçmişe dayalı çarpık yapılaşma ile dere yataklarının yetersizliği ve bakımsızlığının baş faktörler olduğu açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. Yaşanan zararlar karşısında özür dilemekten öte bu zararların giderilmesi için sorumluluk üstlenilmesi gerekmektedir. Bu sorumluluğun müştereken hükümet, kaymakamlık ve belediyeler üzerinde olduğu aşikardır.

İmar Planları 20 yıllık süre için yürürlüğe konmakta ve en geç her 5 yılda bir olmak üzere gözden geçirilerek revize edilmesi gerekmektedir. Sel felaketine maruz kalan bölgelerdeki inşaatlar geçmişteki imar planına dayanılarak yapılmıştır. Yaşadığımız sel baskınlarının en büyük etkenlerinden biri olan Dere yataklarına ve kenarlarına yapılmış inşaatlara da işte bu planlar sebebiyet vermiştir. Geçmişte hazırlanan imar planlarının “Derelerin önemini” hiç dikkate almadan hazırlandığı ( Hatta mevcut dere yataklarının tam üzerine okul inşaatına dahi izin verecek kadar ileri gidilmiştir) ve bugünkü çarpık yapılaşmaya mahal verdiği bir gerçektir.

Sele maruz kalan şehirlerimizin Belediyeleri tarafından gerekli önlemlerin alınmadığı veya alınan önlemlerin yeterli olmadığı da su yüzüne çıkmıştır. Eğer geçmişte ve bugün belediyelerce yeterli ve gerekli olan önlemler alınmış olsa idi, felaketin boyutları en azından bu kadar büyük olmazdı. Dere yataklarına ve kenarlarına yapılan inşaatlar, derelerin çöp, moloz ve inşaat artıklarıyla doldurulması, dere yataklarının küçültülmesi ve hatta doğal yönlerinin değiştirilmesi, köprülerin su geçişindeki tıkanıklıkları ve yıkılmaları yaşadığımız su baskınlarının en büyük etkeni olmuştur. Belediyeler Yasası’nın 19. maddesinde çok net bir şekilde belediyelerin su baskınlarına karşı önlemler alması gerektiği ve bu önlemleri almasının belediyelerin asli görevi olduğu vurgulanmaktadır. Yasa, çöp, süprüntü ve inşaat molozlarının dökülüp imha edilmesini sağlama ve izin alınmadan bunların gelişigüzel atılmasını ve dökülmesini önleme görevini de yine Belediyelere vermiştir. Yani belediyelerin derelere çöp ve moloz dökülmesini engelleyip önlemesi gerekir.

Ancak yaşanan sel baskınları bize göstermiştir ki, derelerin içerisindeki büyük miktardaki çöp ve moloz atıklarının varlığı derelerin tıkanıp taşmasına neden olmuştur. İlgili Yasa, Belediyelere ayrıca “Kamuya karşı tehlike arzeden inşaatları yıkma yetkisini” de vermektedir . Her ne kadar İmar Planları dere yataklarına ve kenarlarına inşaat izni verse de, belediyelerin yapılacak bu inşaatları inceleme ve toplum açısından tehlike arzedenleri ortadan kaldırma veya durdurma hususunda yasal görev ve yetkisi bulunmaktadır. Ancak belediyelerin dere yataklarına veya kenarlarına yapılan ve su taşkınlarına sebebiyet vereceği ( derelerin akışını olumsuz etkileyerek) çok açık olan bu yapıları denetlemediği ve bu anomaliyi ortadan kaldırmak için mahkemelere dahi başvurmaktan imtina ettiği görülmektedir.

Kamu Derelerinin Korunması Yasası’nın 4. maddesi, dere kenarlarını veya duvarlarını yıkmayı veya içini ve altını oymayı veya başka biçimde onlara zarar verilmesini katiyetle yasaklamakta ve bunu yapanlara karşı hapislik cezası dahi öngörmektedir. Bu husustaki gerekli denetimi de yasa “Kaymakamlıklara” vermektedir. Ülkemizdeki dereler ortadan kaldırılırken, dere yatakları küçültülürken, dere duvarları inşaatlar nedeniyle zarara uğrarken, dere kenarlarına toprak yığılması suretiyle tecavüz edilirken, kaymakamlıklar yasal yetki ve görevlerini kullanmaktan imtina ederek yaşanan felaketin sorumluluğuna ortak olmuşlardır. Kaymakamlıklar bu konuda mahkemelere başvurup gerekli yasal müdahaleyi yapmayarak dereler üzerindeki yasadışı eylemlere seyirci kalmışlardır.Görüleceği üzere devlet ilgili tüm birimleriyle bir kez daha insanlarına karşı ne kadar vasıfsız ve umursamaz olduğunu net olarak ıspat etmiştir.

Yaşanan bu sel ve su baskınlarını önlemeye yönelik gerekli tedbirlerin alınmamış olması ya da zamanında alınmaması ve ayrıca yasal yetkilerini kullanma konusunda dahi kurumların çekingen davranması halkın ciddi zararlara uğramasına sebep olmuştur. Bu müşterek sorumluların bir şekilde insanların uğradıkları zararları tazmin etme zorunluluğu hukuki olmaktan öte ahlaki bir yükümlülük halini almıştır.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ HAREKETİ
Av. Barış Mamalı - Başkan
 
Editör: TE Bilisim