DP-UG Genel Başkanı Serdar Denktaş bugün bir basın toplantısı düzenleyerek mülkiyet konusunda olan endişelerini dile getirdi.
Denktaş'ın açıklamalarının yapıldığı konuşma metni şöyle:

 "Değerli basın mensupları,
 
Son seçimlerde Göreve gelen Cumhurbaşkanı Sn Akıncı'nın görüşme masasındaki "gizlilik" ilkesi çerçevesinde sürdürmekte olduğu süreç nedeniyle, özellikle çok hassas olan mülkiyet konusunda gündeme gelen tartışmalar halkımızı daha şimdiden bölmeye başlamış ve bu bölünme bize göre geleceğin potansiyel bir tehdidi haline dönüşmeye de adaydır.
Kahvelerde, köylerde bu konu tartışılmakta, birçok insanımız sabah uyanıp kahvesini içerken yeni satın alıp içine yuva kurduğu evinin akıbetini düşünerek huzursuz olmaktadır. İnsanımız bakkalda karşılaştığı tanıdıkla, telefonda sohbet ettiği arkadaşıyla bu konuyu konuşmaktadır.
İnşaat sektörü bu huzursuzluk içerisinde tamamen duraklamış ekonomik hayat olumsuz etkilenmiştir. Cumhurbaşkanımız Sn Akıncı " hayat devam edecek inşaatlar durmayacak ekonomi etkilenmeyecek demeden önce hayat bu haberler nedeniyle olumsuz etkilenmiş, çarklar durmuş ortalık darmadağın hale gelmiştir.
Kuzeydeki toprakların % 76’sının 74 öncesi sahiplerinin Rum olduğunu düşünürsek konunun coğrafi veya zümresel bir konu değil, Sn Akıncının imar planı döneminde olduğu gibi mahalleyi değil Milli coğrafyayı ilgilendiren ve Milli ekonomiyi çökertecek bir boyutta olduğunu anlamış oluruz.
Ortalık tozdumana büründükten sonra "hayat devam edecek" demekle hayat devam etmiyor. Ekonomi rahatlayarak ivme kazanmıyor. Vatandaş rahatlayamıyor..Sn Akıncı kendisi öyle hayal etti ve düşüncesini aktardı diye ekonominin ertesi gün rahatlayacağını düşünüyorsa büyük bir tehlike içerisindeyiz.
Bu nedenle bu toplantıyı düzenleyerek, mülkiyet konusuyla ilgili hem geçmişe yönelik bazı hatırlatmalar yapmak suretiyle halkımızın gereksiz bir tartışma içerisine girmesini engellemek, hem de sunacağımız bir öneri ile mülkiyet konusunun sorunsuz hallini sağlamaya yönelik bir ilk adım atacağız.
Herşeyden önce Sn Akıncı'nın söylemlerinden hareket ederek bazı rahatsızlıklarımızı ortaya koymak isterim. Sn Akıncı Cumhurbaşkanı olduğu KKTC yönetimlerinin kararlarıyla insanımıza vermiş olduğu koçanları, görüşme süreci boyunca "yasal kullanım belgesi" olarak nitelemekle bizleri rahatsız etmektedir. 1981yılına kadar güneyden ve kuzeyden göç ederek bugünkü KKTC sınırları içerisine gelen vatandaşlarımıza bu devlet, tahsis belgeleri vermek suretiyle, insanımızı barınak sahibi yapmış ve kendilerine geçimlerini sağlayabilecekleri toprak vermiştir.
Çözüm süreci uzadıkça bir kısım vatandaşımızın koçan sahibi olması, büyük bir kısmının ise koçan sahibi olamaması büyük bir ikilem yaratmış ve ayni zamanda ekonomik çarkların döndürülmesi için gerekli olan kredilendirme olanağından da koçan sahibi olmayanların faydalanamaması, sorunu daha da derinleştirmişti. Bu sorunu çözmek için 1996 yılında, yani toprak dağıtımının sona erdirilmesinden 15 yıl sonra kullanım hakkına sahip her bireye kullandıkları malın koçanını alma hakkı yasal olarak tanınmıştır. Bu karar, sadece eşitlik hakları meselesi olarak değil ayni zamanda ekonomik bir zorunluluk olarak hayata geçirilmiş ve bu uygulama sonrasında insanımız ipotek vererek yaşamını iyileştirme, yeni iş kurma adına eşit imkanlara kavuşturulmuştur.
Unutulmaması gereken, Kıbrıslı Türklerin koçan haklarının 1950'li yıllardan itibaren gasp edildiğidir.
İngiliz döneminde tapulandırma işlemleri mülk sahiplerine verilen "geçici tapular" ile başlatılmıştır. Bu işlem EOKA'nın İngiliz yönetimine karşı başlattığı terör saldırılarına kadar devam etmiş ve 1957-58 yıllarında askıya alınmıştı.1960yılında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile yeniden başlatılan çalışma esnasında bu kez Devlet, Rum köylerinin tapu işlemlerinin sonlandırılmasını bir politika olarak yürürlüğe koymuş ve çalışmalar esnasında birçok Türk köyü atlanarak çalışmalar sürdürülmüştür.
Geçişlerin açılmasından sonra geçici tapusunu güncellemek için Rum Tapu dairesine başvuran vatandaşlarımız yaptırdıkları ölçümlerde geçici koçan üzerinde belirtilen dönümün çok üzerinde bir mülke sahip olduklarını tesbit etmişlerdir. Bu gerçek gösteriyor ki, bugün 450bin dönüm olarak hesaplanan Güneydeki Türk Mülkü en az600 bin dönüm civarındadır... Bu çalışmanın güven artırıcı önlemler kapsamında ele alınması doğru bir yaklaşım olur kanaatindeyiz.
Değerli Basın mensupları
Yukarıda bahsettiğim hususu bir kenara bir dip not olarak kaydedelim. Çalışmaların 64-74 arasında da devam ettiği ve ancak Türk köylerine büyük çoğunlukla bu çalışmanın ulaşmadığını da yine not etmekte fayda vardır.
74 öncesi yaşanan bir başka gerçek ise yine Devlet politikası olarak bilinçli bir şekilde Türk köy ve mülklerinin değer kazanmasını önlemek amacı ile Türk bölgelerinin büyük çoğunluğuna elektrik su yol gibi alt yapıların götürülmediğini ve komşu Rum köyündeki mülkler değer kazanırken hemen yanı başındaki Türk köyündeki mülk değerlerinin çok düşük bırakıldığı da not edilmelidir. EOKA'cılar tarafından yakılıp yıkılarak ortadan kaldırılan 103 Türk köyü bu kapsamın dışında yer almaktadır.74 sonrasında ise santral vb yatırımlar için özellikle Türk arazilerinin seçilerek değerlerinin düşürüldüğü de yine bir kenara not edilmelidir.
1964-74 döneminde Can kaygısı nedeniyle evine tarlasına köyüne gidemeyen, hayatını idame ettirebilmek için malını yok pahasına satmak zorunda kalan Kıbrıslı Türklerin kayıpları elbette hatırda tutmamız gereken konulardan birisidir. Tüm bu yaşananların gerçek sorumlusu olan Rum-Yunan ikilisi bizlere yaşattırdıkları kayıpların tazminatını ödemekle karşı karşıya bırakılması gerekirken, bizlerin görüşme masasında suçlu pozisyonunda oturmamız kabul edilebilecek bir yaklaşım değildir.
Bu gerçekleri hatırlatmamın nedeni, mülk konusunda bir değerlendirmeye gidilecekse bu değerlendirmenin hangi yıl baz alınarak yapılacağı meselesinin dahi ciddi ve önemli bir müzakere konusu olduğunun altını çizmek içindir. 1974 bu anlamda baz alınamaz 1960 belki en doğru baz alınacak tarih olsa da, o yıllara dönülerek mülk değerlendirmesi yapılmasının ortaya çıkaracağı sonucun sağlıklılığı da çok tartışmalı olacaktır.
Adanın bir tarafında dünyanın kendilerine bahşettiği nimetlerle zenginleşen ve mülklerinin değer kazanmasını sağlayan Kıbrıslı Rumlar, diğer tarafta ayni dünyanın Rum baskısına boyun eğerek yalnızlaştırdığı ve sadece Türkiye'nin yardımları ile bugünkü duruma ulaşan ve ancak mülklerine yeterince değer kazandıramayan Kıbrıslı Türkler yaşamaktadır. İki taraf arasındaki mülk değer eşitsizliği bizim suçumuz olmadığına göre, kısıtlamalar uygulatarak adanın kuzeyini yeterince geliştirmemize engel olan Rum tarafı mülk sorununun çözümü esnasında kendi hatalarının bedelini de ödemek durumundadır. Bu bedel "kendilerinin" addettikleri mülklerinin adanın kuzeyindeki rayiç mülk bedeli olarak kendilerine yansıyacaktır. Her koşulda bu bedel Türkiye yardımları sayesinde 1974 rayiç bedelinden kat be kat daha fazla durumda olduğu da unutulmamalıdır.
Sayın Basın Mensupları,
Bugüne gelecek olursak, herşeyden önce kendi içimizde maalesef var olan mülk çeşitlerini de ortaya koymamız gerekmektedir.
 
1-Türk Malı koçanlar
Dünyanın bize yaşattığı izolasyon nedeniyle bu koçana sahip mülkler gereken değeri bulamamıştır. Ayni zamanda kimisi 1964 ten itibaren olmak kaydı ile bu mülklerin bir kısmı ile ilgili kullanım kayıpları mevcuttur. Bu kullanım kayıplarına neden olan 1964 yılında başlatılan Rum saldırıları ve adayı 1974’te işgal etme girişiminde bulunan Yunanistan’dır. Bir çözüm sonrasında bu kullanım kayıplarının da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
 
2-Eşdeğer koçanlar
Güneyde mal bırakan vatandaşlarımızın mallarından feragat etmek suretiyle karşılık olarak verilen puanların sunulması ile verilen mülk..Çok net olarak bilinmektedir ki bir kısım insanımız bıraktığı malın altında karşılık almışken bir kısmı da bıraktığı mal değerinin çok üstünde mülk almış,bir diğer kısmı ise hem eşdeğer almış hem de devlete feragat etmiş olduğu Güney mülkünü bilahare satmıştır. Bulunacak formül hem bu adaletsizlikleri ortadan kaldırmalı ve ayni zamanda devlete devrettiği mülkü bilahare satarak bir nevi dolandırıcılık suçu işleyenleri de cezalandıracak bir formül olmalıdır.
 
3-Tahsisten hak sahipliliğinden dönen koçanlar
1976-81 yılları arasında devletin Türkiye’den gelen yurttaşa verdiği kullanım belgelerinin 1996 yılından sonra koçana çevrilmesi. Halkımız arasında "hakkı yoktu ama koçan verildi" tartışması yaratan bu konu bu insanlarımıza yönelik büyük ve haksız bir saldırı niteliği taşımaktadır. Bu koçanlar verilirken Türkiye'nin vermiş olduğu ve hala vermekte olduğu krediler, bu mülklerin karşılığı olarak kabul edilmiştir. Bugünkü durumda krediler hala borç olarak durmakta, bahse konu mülkler için ise tazminat ödenmesi sürecin gündeminde bulunmaktadır.
 
4-Topraklandırma kapsamında verilen ve koçana dönüşen mülkler
Anayasamızın amir hükmü gereğince belli bir zamana kadar insanımıza ev+işyeri veya toprak dağıtımı yapılmıştır. Bu karar alınmamış olsaydı insanımızın bir bölümü çadır kentlerde yaşama mahkum edilmek durumuyla karşı karşıya kalabilecekti..Topraklandırma kararı bunu önlemek için çıkartılmış insan hakları kapsamında uygulamaya konulmuştur. Bu örnekteki insanımız da yine Türkiye’den alınan krediler karşılığı olarak ele alınmıştır.
 
5- Şehit aileleri ve malul gazi koçanları.
Rum saldırganlığı nedeniyle hayatını veya sağlığını kaybetmiş olan insanlarımıza hayatlarını makul seviyede devam ettirmeye yönelik bir hak olarak verilmiştir. Mücahit puanları karşılığı verilen mülk de bu kapsamdadır. Bu tür mülk sahiplerinin elinden değil mülk almak üstüne kaybettikleri hayatın paha biçilemez bedeli dahi tazminat olarak verilmelidir.
 
6-Koçanlandırılmış kırsal bölge arazileri
Anayasanın konutlandırma hakim hükmü gereği evsiz gençlerimize Sosyal Devlet kuralları çerçevesinde verilen araziler. Bu arazilerin bir kısmı yine Rum mülkü ise karşı taraf bu mülkle ilgili tazminat talebinde bulunabilecektir. Kısıtlı koşullar altında kendisini geliştirmesi engellenen gençlerimizin de bana göre tazminat hakkına sahip olması gerekmektedir.
 
Sn Basın mensupları
Görüleceği üzere verilen her koçan kapsamının aslında bir karşılığı vardır ve istisnalar hariç kimse haksız mal almış kapsamına girmemektedir. Bu ana kadar yapmış olduğum açıklamaların esas nedeni kendi insanımız içinde bazı kesimler tarafından tartıştırılmaya çalışılan " hakkımız yoktu" tartışmasını sona erdirmek içindir. Özellikle gençlerimiz tarihimiz boyunca yaşanan süreci o günlerin koşullarıyla değerlendirememekte, bugünkü koşullardan hareket ederek geçmişi "yanlış" bulabilmektedir. Sosyo-ekonomik yaşamı sürdürebilmenin gerekleri ve o günlerin koşulları hesaba alınmamakta,ve kendi siyasilerimizin söylemleri nedeniyle de yanılgıya düşülebilmektedir..Bu durum gelecek açısından kaygı yaratıcıdır.
 
Değerli Basın mensupları
Bu kargaşayı atlatabilmek adına ne yapılmalıdır ve bu hassas konu nasıl ele alınmalıdır.
Önce eşdeğerciler adına kargaşanın ne olduğunu anlatmaya çalışayım.
Güneyde 100 dnm tarla bıraktığımı ve karşılığında bir milyon puan aldığımı düşünelim.iskan dairesine başvurarak 100 dnm tarla aldım ve 400 bin puanım arttı.Aldığım tarlayı özel ve tüzel olmak üzere 12 kişiye sattım.aldığım malın bir bölümünü üç çocuğuma hibe ettim. Puanlarıda on değişik kişiye sattım...Tüm bunlar bizim yasalarımıza uygun olarak yapıldı. Gayrı yasal bir durumum yok.
Bu uygulama ile birlikte ben güneydeki malıma-ki devlete feragat etmiş durumdayım-25 hissedar yaratmış oldum.
Kuzeyde almış olduğum eşdeğerime Rum müracaat edecek olursa ya tek kişi olarak kendisi veya terekesi gelerek müracaat edecek...bu malın karşılığı olarak ise güneyde esasen devlete ait olan 25 hisseli bir mal ortaya çıkacak...hisseli malın satılarak paraya çevrilmesinin zorlukları gözönüne alındığında bireysel haklarla yapılacak bir girişimde güneydeki malım,bugünkü değerinin çok altında satılmış olacak...bu verdiğim örnekten hareket edersek güneydeki Türk mallarının büyük bir çoğunluğu çok hisseli mala dönüşmüş durumdadır ve bireyler bu anlamda mallarının değerini tam olarak alamayacaklardır. Çok hisseli mal sahibi eşdeğerciler kuzeydeki mallarına sahip çıkmak adına güneydeki mallarını satma eğilimine girdiği anda arz talep dengesi nedeniyle fiyatlar daha da düşebilecek ve ada üzerindeki Türk malları hem değer bakımından hem de dönüm olarak çok aşağılara çekilecektir.
Son zamanlarda KKTC'de kurulan Rus şirketlerinin kuzeydeki mal alımının hızlandığından hareket ederek, bu konuda bilinçli bir manipülatif hareketlenme olduğu varsayımını da göz önünde bulundurmalıyız... Şehir Planlama Dairemiz marifetiyle Kuzeyde yatırım yapılması engellenen birçok bölgede bu tür mal alımları çoğalmıştır. Kuzeyde ucuza alınan bu mallara karşılık olarak bu malların yeni sahipleri takası kabul etmek suretiyle Güneydeki Türk mallarının sahibi konumuna da gelebileceklerdir. Geriye kalan Türk mallarını da güçlü Rus sermayesi vasıtası ile(özellikle çok hisseli Türk mallarını) değerinin çok altında satın alma girişimlerini de mutlak surette göreceğiz... Bu söylediklerimin bir komplo teorisi olduğunu iddia edecek olan varsa bu arkadaşları bu söylediklerimin nasıl önleneceği konusunda bizleri ve halkımızı aydınlatmaya davet ederim.
Mülk konusu bir başka açıdan bakıldığında bankalarımızı ve dolayısı ile ekonomimizi de olumsuz etkileyebilecek bir husustur. Hepimiz bilmekteyiz ki KKTC'deki şube bankaları Türk koçanlı ve eşdeğer dışındaki malları ipotek olarak kabul etmemektedirler. Bu yüzden yerel bankalarımız bu tür malları çoğunlukla ipotek almış durumdadırlar. Bu bankalarımızda, bu iki kategori dışındaki malların rayiç bedelinin %50 sini üst rakam olarak kabul edip borçlandırmaları bu rakamın yarısı olarak yapmaktadırlar. Mülkiyet konusunun meçhule başlattığı seyahatin devam etmesi halinde yerel bankalarımız verdikleri kredileri geri talep etme veya dondurmaya gitmeleri halinde ekonomimiz ve insanımız bundan çok olumsuz bir şekilde etkileneceklerdir. Mülkiyet hususun görüşülmeye başlanmış olması ve spekülatif haberlerin (yılbaşından önce morotaryuma gitme olasılığı) ortalıkta dolaşması,tehdidi daha da büyütmektedir..Bu nedenle ve herşeyden önce, bankalarımız,kuzeydeki mülk sahipleri ve ekonomimiz emniyet altına alınmadan bu konunun müzakeresinin devam ettirilmesi son derece yanlıştır..
Değerli Basın mensupları
Mülkiyet görüşmeleri başlamış ve çerçevesi çizilmiştir. Bilinçli veya bilinçsiz,Rum kaynaklı haberlerden hareket ederek yapılan eleştirileri görüşme heyeti mensuplarımız "mülkiyet hakkını Denktaş'ta kabul etmişti" diyerek yanıtlamaktadır. Bu doğru olmakla birlikte ve geçmiş tartışmalarda mülkiyet hakkını bizim düşüncemizde olan kesimin hiçbir zaman reddetmediğini, bu hakkın karşılığını vermek içinde "global takas" yönteminin Denktaş tarafından önerilmiş olduğunu, insanımızı önce birbirine sonrada karşı toplumla kavgaya sokmayacak tek formülün bu olduğunu söylemekteydik. O dönemde buna karşı çıkanlar şimdi iktidardadırlar ve maalesef yıllarca peşinde koştukları bir slogan pahasına bizi yeni bir çatışmanın eşiğine getirmekten kaçınmayacaklarını da söylemleriyle ortaya koymaktadırlar.
Sn Akıncı 41 yıl önce koçan sahibi olanların değil, 41 yıldır o mülkü kullananlarında hakkı olduğundan şimdi bahsetmektedir. Son basın toplantısında koçan vermenin doğru olup olmadığının tartışma konusu olduğunu da söylemiştir. Herşeyden önce bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak, bu devletin her eylemine sahip çıkması gerekmektedir. Bu tartışmaya şimdi girecek değilim. Ama şu gerçeği hatırlatmak isterim..insanımızın tümü o mülklerde 41 yıldır oturmamaktadır. O mülke üç sene beş sene öncede satın alarak taşınanlar vardır. Yatırım yapılmamış bir tarlayı geçen yıl satın alıp yatırım hazırlığına girmiş olanlar vardır. Bu durumdaki kişilerin hakları ne olacaktır? 41 yıldır zaten herşey konuşulmuştur, konuşulacak birşey kalmamıştır artık ara yolları bulmak zorundayız diyerek müzakere masasında karşı tarafın elini güçlendirdiğimizi, karşı tarafı" alabileceklerimizi şimdi alalım, geriye kalanını zaman içerisinde alırız" düşüncesine sevkettiğimizi ve işte tam da bu yüzden düne kadar görüşmelerle ilgili olumlu tavır sergilemeyen Anastasiadis'in bir anda çok olumlu tavır içine girmesini başka türlü izah etmek mümkün müdür, kamuoyunun değerlendirmesine bırakırım.
 
Sayın basın mensupları,
Bu meselenin kolay ve insanımızı meşgul etmeden sonuçlandırmanın yolu vardır. Bu yol, Denktaş'ın ısrarla üstünde durduğu global takas yöntemine benzer bir yoldur aslında.
Türkiye Cumhuriyeti 1964 yılından beridir Kıbrıslı Türklerin hayatlarını idame ettirebilmelerine yardımcı olmak adına sürekli mali katkıda bulunmak zorunda kalmış ve uzun bir süreden beridir gerek altyapı gerekse cari bütçe ihtiyaçları içinde kredilendirme yapmaktadır.
Devlete feragat edilmiş güney mülklerinin sahibi devletimizdir. Bireyler tek tek satmaya kalksa değeri düşecek olan bu mallar, tek sahip tarafından satışa sunulursa gerçek değerini bulacaktır. Üstelik içerisine yatırımda yapılarak satışa çıkarılması halinde hem kuzeydeki Rum malları tazmin edilir hem de eşdeğercimize kullanım kayıplarına karşılık belirlenecek bir meblağ oransal olarak dağıtılabilinir. Bu oran ayni zamanda Rum saldırıları sonucunda hayatlarını kaybedenlerin ailelerine de tazminat ödemek için kullanılabilinir.
Değerli Basın mensupları,
Bu yöntemle hem kamu vicdanını yaralayan haksızlıklar olarak adlandırılan konuların çözümü, hem de her iki tarafın hem de kendi insanımızı birbirine karşı getirmeyecek bir şekilde çözüm için mülkiyet sorununun aşılması mümkün olabilecektir. Bu formülün detayları üzerinde çalışmalarımız devam etmektedir. Esas olan iki tarafta kalan malların rayiç bedellerinin hangi yöntemle saptanmasının en doğru sonucu üreteceğinin hesaplanabilmesidir. Kuzeydeki mülk bedellerinin Güney’e göre daha ucuz olduğu bir gerçek olmakla birlikte bunun kaynağının Rum saldırganlığı olduğunun ve oluşan duruma üçüncü dünya ülkelerinin tavırlarının da sebep olduğunun hatırlarda tutulması gerekmektedir. Masada Kıbrıs Türk tarafını temsil etmekte olan heyetin, tüm olayların tek suçlusunun bizler ve Türkiye olduğu inancından kurtulması halinde nasıl bir yöntemle sonuca ulaşılabileceği konusu kendi içimizde detaylı olarak konuşulmalıdır. Bizler, kendi çalışmalarımızda bu formülü oluşturmuş durumdayız. Mesele, bu formülü önce kendi halkımıza, sonrada öncelikle Türkiye olmak üzere tüm dünyaya da kabul ettirebilmektir. Detayları ilgili kesimlerle tartışmaya devam edeceğiz.
Mülk sorununu çözmek için gönüllü olarak mülkünden vazgeçmek isteyenler varsa,onlar için ayrı bir formül rahatlıkla ortaya çıkabilir.Yeter ki ,suçluluk psikolojisinden kurtulalım ve atılan her adımın bir gerekçesi olduğundan hareketle yarım asır sonra bu sorunu karşılıklı ve samimi iyi niyetle çözmek isteyelim..taraflardan biri diğerini yutmak anlayışı ile hareket ettiği ve kilisenin öğretilerinden kurtulmadığı müddetçe her adımımızı en ince detayına kadar kendi içimizde düşünmek zorundayız..
Annan Planı döneminde mülkiyet rejimi ile ilgili ciddi çalışmalar yaparak öneri sunan tek parti yine Demokrat Parti idi. Bugün de ayni ciddiyetle değişik kesimlerin temsilcilerinden oluşan bir komite oluşturarak detaylı bir çalışma yapmak üzere arkadaşlarımızı görevlendirmiş bulunuyorum. Mülkiyet sorunu çözümünün siyasi partilerin tekeline bırakılamayacağı gerçeğinden hareketle, konuyla ilgili gerek ülke içinden gerekse ülke dışından katkıların alınması ile ve topyekün hareket ederek bu hassas konuyu irdelemeye devam etmeliyiz. Olayın ciddiyetini kavrayarak, her kesimi temsil etme yeteneğine sahip Sivil Toplum Örgütlerinin de iş işten geçmeden sözlerini söyleyebilmek ve başlattığımız çalışmayı daha da düzgün hale getirmek için göreve davet ediyorum. El elden üstündür. Görüşmeci heyet bizim düşüncelerimizi merak etmiyorsa hep birlikte ortaya çıkaracağımız bir sonucu onlara duyurmak yine bizlere düşen bir görevdir.
Çok önemli olarak addettiğimiz mülkiyet konusunun yanında elbette bir diğer önemli hususta Garantiler meselesidir. Masada olumlu görünmek adına "garantiler tabu değildir" diyerek bu konuda da geri adım atma olasılığı olduğunu hissettirmek kelimenin tam anlamı ile büyük bir acemiliktir. Çözüm istemek adına yıllardır kırmızı çizgi olarak ortaya konulan hususlarda geri adım atılabileceği izlenimini vermek bile birçok olumsuzluğu beraberinde taşıyacaktır. Bugünkü açıklamayı uzatmamak adına garantiler ve vatandaşlık konusunu önümüzdeki günlerde ele alarak irdeleyeceğiz.
"Çözüme ihtiyacı olan tarafız" diyerek yola devam etmek bizi meçhule sürüklemekten başka birşey değildir,
Ortaya koyduğumuz mantığın iyi anlaşılması ve detaylarının özel ve her kesimden insanımızı kapsayan bir komitede tartışılması gerektiğinin altını çizerek, hangi kesimden olursa olsun olayları yara kaşıyarak ve gruplaşarak değil, el birliği ile ve gerçekleri göz önünde tutarak halledebileceğimize olan inancımı yineler saygılar sunarım.
 
 
SERDAR DENKTAŞ
DPUG Genel Başkanı
 
Editör: TE Bilisim