Basın özgürlüğü bu olmamalı.

Kimsenin kimseye gazetecilik öğretme derdi ve haddi de yok ama 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın 46. yılı dolayısıyla basın organlarının bazılarında yer alan haberler ve yorumlarında haddini fazlası ile aştığı da bir gerçek.

Gazetecilik ve/veya akil adamlık, bir toplumun kırmız çizgilerine tecavüz etmek olmamalı.

İdeolojik körlük ve çağın gerisinde kalan düşmanlık ile beslenen ön yargılar ve peşin hükümler ile sadece Kıbrıs Türkler’e değil Kıbrıslı Rumlar ile Yunan halkının da özgürlük ve demokrasiyi getirerek Kıbrıs adası ile Yunanistan’ın kaderini değiştiren 20 Temmuz 1974 yorumlanmamalı.

15 Temmuz Faşist Yunan Darbesine ilişkin Atina Asliye ve Temyiz Mahkemelerin de 1976 yılı ve sonrasında açılan davalarda örneğin 2676/1979 sayılı davanın kararında Türkiye’nin Barış Harekatı’nın meşruluğu ve haklılığının Yunan mahkemelerinde bile tescil edilmesini görmezden gelerek hukuk’a inat hala daha Türkiye’yi işgalci! diye suçlamak, gazetecilikten öte insanlık ile ne kadar bağdaşır?

20 Temmuz 1974’ün 46. yılına yönelik bazı basın organlarında çıkan haberlere belki de en güzel karşılık Atina Asliye ve Temyiz Mahkemelerinin verdiği kararlardan bir başkası olamaz.

Ve basın özgürlüğü de, gazetecilik de, bu olmamalı.

Kıbrıslı Rumlar, güney komşumuz, her 20 Temmuz 1974’ün yıldönümünde Yunan bayrakları ile eylem yaparken, bazı gazetecilerin Türkiye’yi işgalci olarak suçlaması en masum ifadesi ile akıl ve vicdan tutulması yanında ağır bir suçlama değil de nedir?

Avrupa Birliği üyesi Güney Kıbrıs’ın her köşesinde bağımsız! Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ulusal bayrağının yanında Yunanistan bayrağının olmasını sorgulamadan ve eleştirmeden, Kıbrıslı Türkler ve Rumları katliamdan kurtararak Yunanistan’ı da cunta’dan kurtarıp yeniden demokrasi ile buluşturan 20 Temmuz 1974’ü işgal olarak tanımlamak, aklı ve vicdanı ideolojik düşmanlığa esir etmek değil de nedir?

Garanti anlaşmasının verdiği uluslar arası hukuk ve diplomasi tarafından tanınan hak ile “Barış” için savaşmak zorunda kalan Türkiye’ye karşı yönetilen işgalci! ve bölücü! Suçlamalarının da zerre kadar kabul edilebilir bir yanı yok.

Ve Kıbrıs Türk’ünün vicdanında derin yaralar açmaktan öte bir sonuca varmayan benzer suçlamalar temelinde Barış Harekatı ve sonrasında KTFD ile KKTC’nin ilanının gerekliliği bir kez daha anlaşılırken unutulmaması gereken önemli diğer bir nokta ise iyi yönetilmemiş olsa bile sürdürülebilir ve kalıcı yeni bir ortaklığın anahtarının KKTC olduğudur.

Ve bugün müzakere masasının zemininin de anavatan Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın bir sonucu olduğu da unutulmamalı.

Düşündünüz mü hiç, ya gelmeselerdi ne olurdu diye?

Sakın ama sakın, geldiler de ne oldu diye deme ve düşünme sakın.

Akıl ve vicdan tutulması ile ideolojik körlüğe tutsak etme, akıl ve vicdanını.

Topyekün yoktun, gelmeseydi ve yetişmeseydi eğer Anadolu.

Ve kızacaksan eğer, seni, beni, Devleti doğru yönetemeyenlere öfkelen.

Yoktur suçu, ne Bayrağın, ne Anavatanın, ne Devletin, ne de Mücahit ile Mehmetçiğin.

Düşündün mü hiç, gelmeselerdi ne olurdu diye?

1955’ten beri Bayramların hep eksik kutlandığı Kıbrıs’taki binlerce evi ve 1974’ten sonra Anadolu’da güneşin bir daha hiç doğmadığı yüzlerce evi, düşündün mü hiç?

Ve bugün özgürce yaşayabiliyorsan, o çok istediğin yeni anlaşmayı ve sürdürülebilir yeni bir ortaklığı tartışabiliyorsan Güney komşun ile, tek nedeninin Barış Harekatı olduğunu da unutma sakın.

Unutma ki, geçmişine ve tarihsel doğrulara ihanet etmeden yeni bir gelecek kurabilesin.

Editör: TE Bilisim