KIBRIS CUMHURİYETİ İŞGAL ALTINDA

“Yeterince büyük bir yalan söyler ve sürekli tekrar ederseniz, sonunda halk buna inanır’’.

Bu sözler Hitlerin propaganda Bakanı Joseph Goebbels'a ait.

Propaganda ve yalan Goebbels’in işi ve mesleğidir, ama yalanın büyük olması gerektiği fikrini bizzat Hitler’den öğrenmiştir.

Kavgam kitabında Hitler yalanın niye büyük olması gerektiğini şöyle anlatır:

“Büyük yalanın her zaman bir inandırıcılık gücü vardır, zira ülkenin geniş kitleleri ... küçük yalana kıyasla büyük yalana her zaman daha kolay inanırlar, çünkü kendileri önemsiz konularda sık sık küçük yalanlar söylerler ama büyük ölçekli yalanlar söylemeye utanırlar.

Devasa yalanlar söylemek akıllarına bile gelmez ve bu nedenle, başkalarının gerçeği muazzam ölçülerde çarpıtacak kadar arsız olabileceğini düşünemezler...

Yalan olduğunu kanıtlayan veriler kendilerine açıkça gösterildiğinde bile, kuşku duymaya, tereddütlü olmaya devam ederler, çünkü çarpıcı ölçüde arsız olan yalan ardında her zaman izler bırakır, yalan olduğu ortaya çıktıktan sonra bile. Dünyanın tüm uzman yalancıları bunu bilir.”

Rum Hükümetinin Propaganda Bakanı kimdir, bilemiyorum. Ama konuyu iyi çalışmış birilerinin olduğu belli.

Rumların yıllardır sürdürdükleri ve sürekli tekrarladıkları Türk askeri adada işgalci politikalarının sonucu bırakın dış dünyayı içimizde bile bu algıya ortak olmuş kesimler oluştu.

Türkiyenin Kıbrısa müdahalesi meşru Garanti anlaşmasına dayalı bir müdahale iken Kıbrıslı Türkleri kamudan dışlayan kovan ve Devletin üzerinde çöken Rumların müdahalesi meşru hiçbir anlaşmaya yada yazılı belgeye dayanmıyor.

Eğer uluslararası hukukta belgeler ve anlaşmaların geçerliliği sözkonusu ise uluslarası toplumun çoktan Kıbrıs Rum tarafına Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluş anlaşmalarının gereğini yerine yetirmesi ve hukuken eşit olan Kıbrıslı Türkleri devlete ortak etmesi yönünde girişim başlatmaya zorlaması gerekiyordu.

Ama gelin görünki durum hiçte öyle değil.

Kıbrıs Cumhuriyetini AB içine alırken bile Rumlar tarafından tek yanlı değiştirilen Kıbrıs Anayasasını bile nazarı dikkte almamıştır.

Bunun en açık ve somut göstergesi AB ‘de Rumca resmi dil olarak babul edilirken Türkçenin kabul edilmeyişinde görebilirsiniz.

Bu açıdan Kıbrısta yaşanan gelişmeleri Türk askerinin işgali gibi bir terimle basite indirgemek ve bunun üzerinden politika yapmak samimiyetten ve inandırıcılıktan uzaktır.

Ve Kıbrısta ortada hiçbir neden yokken Kıbrıs Cumhuriyetini gaspetmeye yönelik hareketler Türkler tarafından değil Rumlar tarafından başlatılmıştır.

21 Aralık 1963 Cumhuriyetin ele geçirilmesi için Türklere yönelik yapılan bir darbeydi.

Rum liderliğinin Kıbrıs’ta olası bir siyasi çözümde hedefi öncelikle Enosis’e giden yolun açık olacağı, Kıbrıs Türk halkının azınlık haklarıyla Rum’a yama olacağı, Garanti Antlaşmalarının iptal edileceği, Türk Askerinin Kıbrıs’tan kesinlikle gideceği tek devlet, tek egemenlik, tek uluslararası temsiliyetin olacağı, tüm Rum göçmenlerin evlerine döneceği üniter bir devlettir.Bunu denemeye sonuna kadar devam edecektir.

Anastasidis: “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantilerin, müdahale haklarının ve yabancı askeri varlıkların bulunmadığı, toprak bütünlüğüne sahip, bağımsız ve egemen bir devlete evrilmesinin arzulandığını” sözleri her fırsatta Enosisten bahseden biri için inandırcılıktan uzaktır.

Bu noktada hatırlatmakta yarar vardır; 1972’de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sayın Rauf R. Denktaş ve Klerides arasında görüşmeler devam ederken Türkiye

Cumhuriyeti Başbakanı sayın Bülent Ecevit’in ‘Federasyon’ çözüm modelini dile getirmesinin ardından Rumlar görüşme sürecinden çekilmişlerdi.

Anastasiadisin tamda çözüme ramak kalmış iken hastalık bahanesi ile Cras montanadan ayrılması hala akıllarımızda tazeliğini koruyor.

2 Devletli çözüm ortaya atıldıktn sonra işin içinden çıkamayan Rumlar tekrar u dönüşü yaparak müzakerelerin Crans Montana’da kaldığı yerden başlamasını ve federasyonun görüşülmesini talep etmektedir.

Maksat yeni baştan zaman kazanmak ve gaspedilen Cumhuriyetin velinimetlerinden olabildiğince Rum halkı olarak faydalanmak ve güç kazanmaktır.

Taki işgal ettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti Rum üniter Devletine dönüşünceye kadar.

Son olarak King's University College'de (Ontario, Kanada) Siyaset Bilimi Profesörleri Tözün Bahçeli (aslen Kıbrıslı Türk) ve Sid Noel’in bir çalışması ile bitirelim.

Bu 2 bilim adamı Kıbrıs'ta bir federal ortaklığın uygulanabilir olup olmadığı üzerine (The Quest for a Political Settlement in Cyprus: Is a Dyadic Federation Viable?) bilimsel bir çalışma yapmışlar.

Bu çalışmada ikili federasyonların başarılı şekilde çalışmasını zorlaştıran içsel kusurları olduğunun ve çatışma geçmişi olan Kıbrıs'taki iki taraf bir şekilde böyle bir birlik kurmaya ikna edilse bile bunun bir hükümet sistemi olarak uygulanabilir olmayacağının altını çizmektedir.

Denendikleri yerlerde kırılgan, uygulamada işlevsiz ve çoğu zaman kısa ömürlü olduğu belirtilen ikili federasyonların siyasi çıkmaz ve ardından dağılma ile sonuçlandığı belirtilmekte, bunların örnekleri verilmektedir. Verilen örnekler arasında dağılan Pakistan-Bangladeş, Malaya-Singapur, Çekoslovakya, Sırbistan-Karadağ ortaklıkları yer almakta, devam etmekte olan Bosna Hersek'in varlığının uluslararası baskı nedeniyle ayakta durduğu, Belçika'nın ise ikili federasyonlardan farklı olarak üçüncü bölge Brüksel'i barındırmasına rağmen sürekli olarak dağılma riski ile karşı karşıya olduğu ifade edilmektedir. Bahçeli ve Noel çalışmalarında, Kıbrıs'ta olduğu gibi taraflar arasında ciddi siyasi ve ekonomik güç dengesizliği olan durumlarda federal ortaklıkların dağılma riskinin çok daha yüksek olduğuna da işaret etmektedir. Bahçeli ve Noel ayrıca Kıbrıs sorununun çok katmanlı olduğuna (toplumsal, ulusal ve uluslararası boyutları); bunun sorunun çözümünü daha da karmaşık hale getirdiğine; yukarıdakiler yanında Kıbrıs'ta iki tarafı ortaklığa zorlayacak güçlü nedenler bulunmadığına; federal ortaklığın her iki Tarafta da ancak ikinci tercih olduğuna; diğer olumsuzluklarla bunlar da birleştiği zaman Kıbrıs'ta bir federasyonun kurulmasını ve yaşatılmasını pek olası görmediklerine işaret etmektedir.