Hiç parmağımın ardına saklanmam. Saklanmayacağım da…

Bardağın boş tarafında olan bitenler yokmuş gibi göstererek, dolu tarafından başka yaşanan hiçbir şey yokmuş gibi anlatıp bizden alınan, çalınan, araklananları görmediğimiz zannediliyorsa çok büyük bir yanılgı içinde olunduğu açıktır.

Bizim son 50 yılda kaybettiklerimizi alt alta yazarak toplasak ve bunun muhasebesini yapsak nasıl bir dehşet tablosu içinde olunacağının hesabı açıktır. Özellikle son 20 yılda adım adım bu toplumun baş kaldırdığı ne varsa boşa kürek çektiğinin de göstergesi açık seçik ortadadır.

Üzücü olan asıl şeyin ne olduğunu hiç düşündünüz mü?

Bugün mecliste bulunan veya bakan atanarak koltuklara oturmuş pek çok insan kendi öznel yaşamlarında onurlu, sevilen pek çok insana iyiliği dokunmuş iyi insanlardır zaten. Onların da bir kavganın içinde kafası çalışan güzel görüşler ortaya koyarak bu yola girdikleri de açıktır. Lakin koltuklara oturduktan sonra bazı konularda hakikaten cesur ve toplum çıkarı için değil, verilen direktiflere boyun eğmek zorunda kaldıklarını gözlemliyoruz ve canımızı sıkan da budur.

Maalesef kurulan oyun çoğu zaman onları öyle etik dışılıkların içine sürüklüyor ki yapacak bir şeyleri kalmadığı için bu noktaya varıyorlar.
Hiçbir hırsızlığı ya da ahlaksızlığı olmasa bile, koltuğunu koruyabilmek uğruna boyun eğiyor olmaları dahi etik dışı eylemler içinde olup buna bağlı kararlar almalarına neden oluyor.

Oysa siyasete adım atarken içinde bulundukları açık sözlülük ve gerçekten ortaya koydukları görüşlere paralel bir uygulama içinde olsalar sağcısı da solcusu da bunca kayıp yaşanmasına engel olabilirlerdi.

İnsanoğlu çiğ süt emmiştir şeklinde bir ata sözü var hepimizin bildiği. Bu doğrultuda gerçekten öyle bir noktaya geliniyor ki, hakikaten konumlarını korumak, bir süre sonra konumundan kaynaklanan nüfus sahibi olma duygusuna, sonra da nüfus sahibi olmaktan kaynaklanan kendi özel yaşamlarında tereyağından kıl çeker gibi şahsi işlerinin halledilmesine kadar yürüdükleri yolu gül bahçesine çeviriyor ve bundan vaz geçmek istemiyorlar.

Bu arada mevki ve makam sahibiolmayı kim istemez(!)?

Bu gücünü sergileyerek diğer insanlardan farklı olduğunun üstünlüğünden kaynaklanan duyguyu kim yaşamak istemez. Hal böyle olunca, sonrası için yatırım olarak da yandaşlara verilen hizmetin yeniden koltuğu taahhüt ettiği de farkedildiği zaman işte işler bu noktaya varıyor.

Oysa tüm bunlara girmek ve bazı iş(çik)leri başarıp sanki kaybedilenlere rağmen birşeycikler yapabildiklerini gösterebilmek için boyun eğme zorunluluğu duygusuna kapılınca da bu şekilde zafiyetlerin doğmasına neden oluyorlar. Sonra da memleket bu günkü görüntüsünden kurtulamadığı gibi her geçengün daha da zor bir hal alıyor.

Oysa çekin eliniz eteğinizi bakalım, sizi uzaktan komuta edemeyenlerin uluslararası bağlantılar nedeniyle elini kolunu bağlayacak üstünlüğün hala daha bizim toplumumuzda olduğunu gösterin bakalım hala aynı şekilde amiriniz muamelesi yapabilecekler mi siz?

Ama yürek ister değil mi?

Şu anda zoraki bir mutluluk tablosu çiziyorsunuz beyler.

Sanki işler yoluna girsin diye böyle yaptığınızı gösteriyorsunuz ama kalıcı mutluluğun bu şekilde sahibi olamayacağınızı ve olamayacağımızı göz ardı ediyorsunuz.

Düşünün!

Koca bir hafta sonu var önünüzde. Pazartesi bambaşka bir gün olabilir! (İsterseniz).

Dr. Çiğdem DÜRÜST