Bundan yaklaşık 15 sene kadar önceydi Türkiye basınında çıkan ‘’Kadına Sığınma evi ‘’ile ilgili bir haber ilgimi çekmişti.

Böyle bir proje acaba ülkemizde hayata geçse amacına hizmet edermiydi diye düşünmüş sonrasında yönetiminde bulunduğum sivil toplum örgütü ile konuyu paylaşınca ülkemizde kadına şiddet olmadığını, evini terk etmek isteyen kadında olmadığını düşünerek projeyi uygulamaktan vazgeçmiştik.

Böyle düşünmemizin ana sebebi basına yansıyan bu türden bir habere rastalamamış olmamız veya etrafımızda da tanık olduğumuz böyle bir projeyi hayata geçirmeye değecek bu türden bir vaka bulunmadığındandı.

15 yıl sonra bugüne geldiğimizde ne değişti diye düşünmeden edemiyor insan.

Geldiğimiz noktada ilk iş doğaldır ki Hükümetlere düşüyor.

Seçim ve koltuk gaylesinden vakit bulup bu konuda çalışacak milletin vekillerine.

Şiddetin aile içinden geldiğini ve bir erkeğin şiddet gösterme sebebinin şiddetli bir ortamda büyümesinden kaynaklandığını psikologlarda üstüne basa basa söylediğine göre toplumun geleceği için hükümetlerin aile yapısını koruma adına uygulamaya geçirecekleri nitelikli projelere ihtiyaç olduğu bir gerçek.

Bu konuda Aile Bakanlığının elzem olduğunu düşünüyorum.

Diğer Bakanlıkları mamur ettik kaldı bu diyenlerinizi duyar gibiyim.

Nasıl olur nasıl yapılır bilemiyorum ama bu konu ile ilgilenecek ciddi bir birimin olması şart.

Anayasa'nın "Ailenin korunması" kenar başlıklı 35. maddesi, Aile toplumun temelidir diyerek konunun önemini bize özetlemiş aslında.

Lakin esas anlaması gerekenler görünen o ki izlemekle kalmış.

Aile yapısının günden güne daha çok dağılması .Şiddet vakaları .Ayrılıklar.Özellikle kadına şiddette artan vakalar bunun en bariz göstergeleri.

Şimdi neredeyse hergün kadına şiddeti içeren bir haberle uyanıyoruz.2017 yılından 2018 yılına kadar geçen 1 sene içerisinde 608 kadının şiddet mağduru olduğu kayıtlara geçmiş.LTB sığınma evinde 80 kadın 48 çocuğa destek veriliyor.

Bu arada 24 ayda 8 kadınında cinayete kurban gittiğini eklemek lazım.

Şiddet konularında ırkçılık yaratılmasıda işin bir başka boyutu

Amerikada suç ve şiddet olayları olduğunda hep siyahi insanların yaptığı düşünülür. Bizim ülkemizde de ‘Biz şiddet yapmıyoruz, şiddet uygulayan Türkiye’den gelen göçmenlerdir’ gibi bir yaklaşım mevcut.

Ama yapılan araştırmalara baktığımızda Kıbrıslı kadınların yüzde 70’inin psikolojik şiddete uğradığını ve bunun yanında fiziksel şiddetin de olduğunu gösteriyor.

Küçük bir toplum olmamızdan dolayı etrafta duyulur itibarım zedelenir endişesi ile kadınlar şiddete uğradıklarını söylemeye çekiniyorlar.

‘Kıbrıslılar yapmaz, Kıbrıs’ın dışından gelen göçmenler yapmıştır gibi sınıf ve ırk ayrımı gözeterek yapılan söylemler artık gerçek değil.

Yani artık Kıbrıslılarda yapıyor.

Ülkemizde yapılan bilimsel araştırmalara bakıldığında ülkemizde her 3 kadından birinin eşi veya partneri tarafından şiddete uğradığını gösteriyor.

Çözüm mü ?

Kadın cinayetlerine karşı etkili adımlar atan ülkelerde cinayetlerin azalması ümit verici. Bunun örneklerinden biri de İtalya. 2018 yılında 120 kadın cinayeti işlenen İtalya’da kadına karşı şiddetin cezası iki kat arttırılarak 15 yıla çıkartıldı.

Bu karardan sonra cinayetlerin sayısı yarıya düştü. İspanya’da ise aile içi şiddet 2003 yılından beri sadece kadınları ilgilendiren bir sorun olarak değil “milli mesele” olarak değerlendiriliyor. Bu ülkede de uygulanan politikalar sayesinde, kadın cinayetleri azalmış; 2003 yılında 71 kadın öldürülürken bu sayı 2018’de 47’ye düşmüş bulunuyor.

Ghandinin dediği gibi ‘Kendimize olan saygımızı ,eğer biz vermezsek kimse elimizden alamaz.

Ve Trafikte olduğu gibi bu konuda da Eğitim ama Eğitim ile birlikte birşey daha .

Caydırıcı ceza.

Kadına şiddet konusunda mücadele edilecekse öncelikle buna öncelik vermeli.

Yoksa biz Kıbrıslılar bu utançtan kurtulamayacağız.