Geçtiğimiz gün, Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği (KTTB), Kıbrıs Türk Hekimler Sendikası (Tıp-İş), Kıbrıs Türk Tabipleri Odası (KTTO) ve Evrensel Hasta Hakları Derneği (EHHD), ortak bir basın toplantısı yaptı.

Sağlıktaki sorunları, ortak bir konsensus çerçevesinde dile getirdiler.

Bir doktor olarak bana sorarsanız, bu basın açıklaması ile, toplumun algısı ile oynamayı hedeflediler.

Neden mi?

Sağlıkta herkes hemfikirdir ki, sorunlar belli, çözümler de genelde belli.

Ama bazı konuların iç yüzünü açıklamak, gerçekleri ortaya çıkarmak, ülkemizdeki sağlığın adeta iliğine işlemiş olan statikonun işine gelmez!

Çünkü, sorunlar çözülürse, sağlık sisteminden nemalanan kişilerin yaşam damarları da tıkanmış olur!

İşte Sağlığın Statiko Kaleleri!

Bir doktor olarak, sağlıktaki statikonun nasıl işlediğini anlatmazsam, kendimi mesleğime, hastalarıma ihanet etmiş olarak sayacağım için, hepsini tek tek açıklamanın, ‘’kral çıplak’’ demenin vaktinin geldiğine inanıyorum değerli okurlar.

Bu yazımın hukuki sorumluluğunu da bireysel olarak üzerime alıyorum.

Geçtiğimiz gün, ortak basın açıklamasında dile getirilen konuları tek tek ele alarak konumuza geçeyim.

KTTB ile başlayalım:

KTTB başkanlığı seçimleri öncesinde Tıp-İş örgütlenir, üyelerine başkan ve yönetim kurulu seçimlerinde kimlere oy verileceğinin listesini, kendi üyeleri aralarında kurdukları kapalı Whatsapp grubundan paylaşırlar. Seçim günü de proje hayata geçer. Böylece, hemen her dönem, Tıp-İş güdümünde bir KTTB Başkanı ile, tüm hekimlerin ve ülkenin sağlık sorunları çözülmeye çalışılıyormuş gibi gösterilir.

İşte şimdiki KTTB Başkanı Dr. Özlem Gürkut da bu geleneğin meyvesidir.

Kendisi İç Hastalıkları Uzmanıdır. Onkoloji Uzmanı değildir. Ancak, eskiden onkoloji uzmanı açığı nedeniyle, onkoloji hastaları ile ilgilenmesi için görevlendirildiği iddia edilir. Süreç içerisinde, Yakın Doğu Üniversitesi Onkoloji Yan Dal asistanlığını da yarıda bırakmıştır. Yani, hali hazırda, bir İç hastalıkları Uzmanı olarak, ülkemizdeki kritik onkoloji hataları ile ilgilenmeye devam etmektedir. Geçtiğimiz yıllarda, Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi karşısında, Memorial Hastanesi’ne onkoloji hastalarını yönlendirdiği bilinen bir hasta temsil ofisi ile aynı katı paylaştığı ve hatta tabelalarının yan yana olduğu da basına yansımıştır.

Bugüne kadar, Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi ve Türkiye’ye yapılan onkoloji sevklerinin büyük bölümünün altında imzası olan Dahiliye Uzmanı’dır.

Sayın Gürkut, basın açıklamasında, KKTC Anayasası’nın her vatandaşın ücretsiz, eşit sağlık hakkından bahsetmesine karşın yıllardan beridir uygulanan nüfus politikaları, giderek çöken ülke ekonomisi ve sistemsizlik nedeniyle ülkenin her noktasındaki her vatandaşın kamusal sağlık hizmetlerinden eşit ve adil bir şekilde yararlanamadığını bildirdi.

Ancak Sayın Gürkut, kendi kurduğu onkoloji hastalarına yaklaşım sisteminin, onkoloji hastaları arasında, ‘’eşit sağlık hakkından’’ mahrum kalmalarına neden olduğunu unutarak yaptı bu açıklamasını. Sevk Kurulu’nun önünde ağlayan onkoloji hastalarını çok çabuk unuttu!

Açıklamasında Anayasa’dan falan bahsetti ama, gerek Anayasa’ya gerekse KTTB Yasası’na göre suç teşkil eden, kamu hekimlerinin kaçak kliniklerinde, isimsiz, reçetesiz, kayıtsız hasta bakmalarını ve bu şekilde sağlık sistemindeki eşitsizliğe çanak tutuyor olduğunu görmezlikten geldi!

Sağlıkta ekonomik kaynağın, eksikliklerin giderilmesi yerine sevklere harcandığından bahsederken, kendi partisinin hükümet ortağı olduğu dönemde görev yapan Sağlık Bakanı’nın, KKTC tarihinin en yüksek sevk rakamlarına ulaştırmasını asla eleştirmedi. Onkoloji sevk maliyetlerini, ömrü hayatında dile bile getirmedi!

Ülkemiz sağlığındaki otomasyon sisteminin kamu ve özel doktorları, tüm eczaneleri kapsayacak şekilde olması gerektiğini dile getirirken, bunun ancak ve ancak genel sağlık sigortası ile mümkün olacağını ağzına bile alamadı. Çünkü, bu açıklamasının ardındaki temel hedefi, kamuda çalışan hekimlerin, özelde de kamu hastanelerindeki sisteme ulaşmalarının legal alt yapısını hazırlamak gibi kurnazca bir yaklaşımdı. Yani amaç, sağlıktaki statikonun, devlete ve özele kalıcı kazık çakmasının sağlanması idi!

Ülkemizde, erişkin aşılama programına ihtiyaç olduğunu söyledi. Ancak, gerek Güney’de gerekse Türkiye’de tüberküloz aşısı çocuklara uygulanırken, bizim çocuklarımıza, aşı programımızda olmadığı için, tüberküloz aşısının, bazı çocuk doktorları tarafından Güney’den getirilerek çocuklara yapılmaya devam ettiğini söyleyemedi bile! Dahası, Bir önceki Sağlık Bakanı tarafından, tamamen şov amaçlı, 20 kadar öğrenci kız çocuklarımıza yapılan HPV aşısının ilk dozlarından sonra, bu çocuklarımıza ne olduğunun takibini yapmak aklına bile gelmedi!

KKTC’de ikamet etmediği halde, hasta bakan, sağlıkla ilgili bilimsel çalışmalar yapan kişilerden hiç bahsetmedi! Geçmişte yapılan şikayetlerin sümen altı edildiğini hatırlamadı bile!

Kıbrıs Kadın Sağlığı Araştırma İnisiyatifi’nin yürüttüğü projede, tükürük örneklerimizin geri dönüşümsüz ve sonuçları asla bildirilmemek üzere neden Oxford üniversitesine, genetik bilgilerimizin aktarıldığı konusunda soru sorma seviyesinde dahi olsa hiç mi hiç sorumluluk almadı!

Sağlık çalışanların çalışma koşullarının yetersizliği ile başladığı açıklama metninin sonunda, sanki tüm sağlık sistemi sadece hekimlerden ibaretmiş ve sanki sağlıkta hizmet veren başka meslek grubu yokmuş gibi, ağzından baklayı çıkararak: ‘’İvedilikle yapılacak ayrı bir hekim yasası ile, çalışma, eğitim, özlük haklarının düzenlenmesine, verimliliğin artırılmasına ihtiyaç olduğu ortadadır’’ deyiverdi! Değerli okurlar, işte sağlık sistemine çelmenin atılacağı asıl konu da budur. Ayrı bir hekim yasası üzerinde, Cumhuriyet Meclisi’nin pek değerli milletvekili Dr. Sıla Usar İncirli ve arkasındaki fikir ağabeyleri/ablaları gece gündüz çalışmaktadır. Bu yasa ile hedeflenen, kamu hekimlerinin özelde de hasta bakma, özele hata yönlendirme, özele sevk ettikleri hastanın tedavilerine yine kendilerinin devam etmesi gibi, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş ayrıcalıklara sahip bir hekim zümresi oluşturmaktır! Hep birlikte uyanalım! Hekim yasası kisvesi altında, sağlığı sömürmeyi asıl meslek haline getirenlerin, bu sömürü sistemini yasallaştırmaya çalıştıklarını unutmayalım!

İşte KTTB Başkanı’nın açıklamalarından bazıları ve gizlenen gerçekler! İşte Sağlıktaki KKTB statikosu!

Gelelim KTTO’ya:

KTBB’nin küçük versiyonu da denilebilir. Benzer bir yapılanma düzeni söz konusudur. Yani Tıp-İş’in, KTTB’den sonraki stepnesi de denilebilir.

Sayın KTTO Başkanı, haklı olarak, izlediği politikanın devamını yaptı ve sağlık sorunlarını öncelikli nüfus ile ilişkilendirdi.

Dikkatleri biraz da, kontrolsüz üniversite öğrencilerine, AIDS vb. konulara çekerek, topu Sağlık Bakanı’na atmayı uygun gördü. Tüm bunlardan alınması gereken mesaj, mevcut hükümetin sağlık politikasının yetersizliği idi!

Bazı kamu hekimleri gibi, kendisinin de özel bir hastanede, yasadışı olan tüzüğün bile gereklerine uymayarak, bakılan özel hastalardan alınan ücretlerden Sağlık Fonu’na aktarılması gereken paraların neden aktarılmadığını açıklamak istemedi!

Asıl Aktör Tıp-İş:

Tıp-İş Başkanı Op. Dr. Ahmet Varış, ülkede yaşayan her bireyin eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz kamusal sağlık hizmeti alması için çalışmayı görev edinen örgütler olarak güçlerini birleştirdiklerini söyledi.

Ama inandırıcı olamadı!

Bir kamu hekimi olduğu halde, varlığından tutun da tabelasının şekline, her yönü ile yasal olmayan özel kliniğinde baktığı hastalara fatura kesmeyerek, ilaç yazdığı kağıt parçalarına isim yazmayarak, imza atmayarak, kaşe basmayarak, delil teşkil etmesin diye hastalarından ücretini pos cihazı ile değil elden nakit alarak hiç de inandırıcı olamadı!

Çalışmayı görev edinen örgütler arasına, kendisinin sağ kolu Hemşireler ve Ebeler Sendikası’nı bile almayarak, büyük bir gafa da imzasını attı.

Statikonun kendisine sunduğu Tıp-İş bayrağını taşıma kaygısıyla yaptığı açıklamalar, efendi tarzı ile de hiç bağdaşmadı.

Klişeleşmiş sağlık sorunlarını uzun uzun anlattı.

Sağlık özelleştirilemez derken, aslında mevcut sistemi savunarak, kamu hekimlerinin gerçek gelirlerinin özelden olduğunu da itiraf etmiş oldu!

Olası bir çıkar çatışmasında, yakın gelecekte yapacakları eylemin de ilk sinyallerini de vermiş oldu!

Ve..EHHD:

Sağlıktaki statikonun konuşlandığı üç hekim örgütünün içerisinde olmaması gereken bir örgüttü.

Varlığını sorgulatan bir konumda idi. Ya da varlık sebebini deşifre etti!

Sağlığın hekimlerden ibaretmiş gibi gösterilmesinin yanında verilen bir poz gibiydi.

Başka Sağlık örgütleri gelmemişti ama EHHD oradaydı nedense. Belki de başka, ortak bir ideoloji birlikteliği ile…

Sağlığa erişimi engelleyen yasal değişiklik girişimlerinin, tüzüklerin mimarı olan Tıp-İş’in yanında, ‘’sağlığa erişim engellenmemelidir’’ derken, tarihinde hiç olmadığı kadar zor durumda kalıyordu yılların EHHD Başkanı Sayın Emete İmge!

Tıp-İş’in bir önceki başkanı Milletvekili Dr. Sıla Usar İncirli’nin, Hasta Hakları’na karşı olan duruşunu bile bile, Meclisten Hasta Hakları’nın geçmesi gerektiğini dile getiriyordu, yine Tıp-İş’in yanında. Geçmeyeceğini bile bile söylüyordu üstelik bunu!

EHHD olarak, Hastanın Sesi Projesi ile topluma hasta haklarını anlatıyorlardı üstelik. Diğer tarafta, sağlıktaki statikonun kurbanı hastaların haklarını aramak adına yapılan başvurular, bir şekilde sonuçsuz bırakılıyordu. Tepki kıvamında hazırlanmış basın açıklamaları ile, sanki toplumun ‘’’gazı alınıyordu’’!

En vahimi de buydu!

…..

Değerli okurlar, işte statikonun bu güne kadar çekilmiş en net fotoğrafı!

Soruyorum size, kime güvenmek istersiniz? Hangisini gerçekten samimi ve inandırıcı bulursunuz?

Hepsi birşeyler söylüyor ama söyledikleri ile yaptıkları tamamen farklı!

Amaçları, sağlık sistemini kurtarmak değil, statikonun konumunu kuvvetlendirmek!

Kral çıplak!

,

Bu karenin içerisinde olmayanlar ise, sağlığın cenderesi altında ezilen sağlık çalışanları, hastalar ve hasta yakınlarıdır…

Görünen odur ki, sağlığın statikosu, sadece sağ ya da sol partilere yerleşmiş değil, hiç tahmin edemeyeceğiniz örgütlere kadar işlemiştir!

Çözüm hükümetlerdedir, devlettedir.

Devlet, statükodan korkmaması gerektiğini öğrenmelidir!

Sağlıkta çoktandır tespit edilmiş sorunları, eylemlere, grevlere, hatta tehditlere rağmen çözme cesaretini göstermelidir.

Şayet devletimiz gerçekten devlet ise, replikleri önceden hazırlanmış, tiyatroya benzetilebilecek bu tür basın açıklamalarının içeriğinin arkasındaki gizli şifreleri çözmeli, hiç vakit kaybetmeden statikonun kalelerine birer birer girmelidir!