Açıkçası haklarını teslim etmek lazım.

Hükümet yapılan birçok acemiliğe rağmen yinede bu salgında geçer not

almak üzere.

Almak üzere diyorum çünkü henüz herşey bitmiş değil.

Tabii Kıbrıs Türk Halkınında bu sürece katılımını gözardı etmemek lazım.

Bir başarı öyküsü yazılacaksa onlarında hakkını teslim etmek gerekiyor.

Bu satırları kaleme alırken Sayın Özersayda yeni Bakanlar Kurulu kararlarını açıklıyordu.

Kendisininde halk konusunda benimle ayni kanaatte olduğunu duymak beni sevindirdi.

Kendisi bunu telafuz etmedi ama ben bunu daha net açıklayayım.

Halk dediysek halkın tümünden bahsetmiyoruz tabii.

Kurallara uyan,uymayanı uyaran,bu zor günlerde zorda olanın yardımına koşan , görevden kaçmayan,yerinde görüş , öneri ,söylem ve yazıları ile ışık tutan kanaat önderleri buna dahil.

Sokağa çıkma yasağına uymayan 1128 kişi ,karantina kurallarına uymayan o 9 kişi ve yasağa rağmen işyeri açan 41 işletme sahibi ve banka önlerine yığın halinde toplananlar kısmı ile ’Hade artık tam sokağa çıkma yasağı uygulayın’ yada ‘Tamam bu kadar artık yasaklar kalksın ‘diye sadece hep akıl veren kısmı buna dahil değil tabii.

Ama tekrar söylemek gerekiyor ki başarıdan şimdiden bahsetmek henüz erken.

Bunun için hiçkimse rehavetede kapılmasın.Çünkü işimiz henüz bitmiş değil.

Bunun için müneccim olmayada gerek yok .

Bu anlamda o sadece akıl veren kesimleri sağda solda yaptıklarınıda gördükçe Bakanlar Kurulunun 15 Mayısa kadar uzatılan önlemlerinide yerinde bulduğumu belirteyim.

Aslında yaşamımızda deneyimlediğimiz güzel şeyler gibi tüm olumsuzluklar içinde Tarih bir ayna.

Çok uzağa gitmeden dünyaya nam salan ünlü bir salgına bakalım isterseniz.

Ocak 1918 - Aralık 1920 yılları arası İspanya'da 3 yıl süren namı diğer "İspanyol Gribi" ya da "İspanyol Nezlesi" denen salgın.

Daha sonraki yıllarda bu virüsün 1917'de Çin'de başladığı,oradan ABD’ye sıçradığı ve Amerika'lı askerler tarafından Avrupa'ya taşındığı sonrada tüm dünyaya yayıldığının tespit edildiği bir gerçektir.

Ancak 1.Dünya Savaşı hengamesinde olan dünyanın bunu farketmediği veya ciddiye almadığı ya da bilipte gizlediği düşünülür.

İlk başlarda kimsenin ciddiye almadığı bu salgın, sıradan bir grip vakası gibi görülür.

1900'lü yılların tıp ve sağlık otoriteleri virüsün salgın olduğunu geç farkederler.

1. Dünya Savaşı'nda olan Avrupa'ya karşı kendini güçsüz ve çaresiz hisseden İspanyollar savaşa katılmazlar. Tarafsız kalırlar ve virüsün bulaşıcı olduğunu farkettikleri zaman bu salgının ülkelerinde yayılmaması için tüm gazetelerinde manşete taşırlar.

İlk Çin'de görülmesine rağmen, İspanya bu salgını ilk ifşa eden ülke olduğu için, salgının adı "İspanyol Gribi" olarak adlandırılırmıştır !

Bu arada 1. Dünya Savaşında, savaşmakta olan ülkeler, endişe ve korku oluşturur kaygısıyla, salgının etkilediği ülkeleri ve salgının varlığını haber yapmaz veya yaptırmaz.

Çünkü virüsün, başta savaşabilecek yaşta olan yetişkinlere tesir etmesi ve bu etkinin askerler arasında çok büyük bir endişeye ve moral çöküntüsüne neden olacağının düşünüldüğü söylenir.

Ve öyle de olur...

Zaten uzun süredir savaşta olan Avrupa'da savaş planlanandan erken biter, devletler kendi derdine düşer.

Hatta o zamanlar Almanya'yı cezalandırmayı planlayan ABD bile kendi derdine düşüp, ABD'yi de esir alan bu salgın yüzünden Avrupa'daki savaşı "Versay Antlaşması" ile alelacele bitirir.

Virüsten haberi olmayan ya da ciddiye almayan yüzbinler ise virüsü yaymaya devam ederler.

Artık şehirlerde ölümler artmaya ve korku yavaş yavaş her yere hakim olmaya başlamıştır. Salgının uzun sürmeyip bir süre sonra geçeceğini düşünen kesimler ise sabırla beklemeye koyulurlar.

Evlerinde depoladıkları temel ihtiyaç maddeleri ile bir bekleyiş sürecine girerler. stokları eriyenler ise hükümetlerden yardım talep eder. Karantina beklenenden fazla uzar, virüsün ilacı ya da tedavisi o süreçte de bulunamaz.

Halkın, devlet üzerindeki baskısı her geçen gün artar. Bir kesim, ülke yöneticilerine akıl vermeye başlar. "Sokağa çıkma yasağı uygulayın" der.

Daha sonrasında, halkın ihtiyaçlarını karşılamak için, devlet birikimlerini harcamaktan başka yapacak bir şeyi olmayan hükümetler, diğer yandan vergi de toplayamayınca ekonomik olarak zora girerler.

Bir süre sonra hükümetler, hastalığa yakalananları da tedavi etmekten vazgeçerler. Geri kalan imkanlarını "Kalan sağlar bizimdir" mantığıyla hastalık bulaşmayan kesim üzerinde yoğunlaştırırlar.

Bu sırada küçük ülkeler ve sağlık sistemi yetersiz olan ülkelerin ekonomisi çöker. Dünyadan talep ettikleri yardımlar da boşa çıkar. Çünkü salgın dünyanın geneline yayılmış, her ülke kendi derdine düşmüştür.

Salgın esnasında İspanya'da bir kesim, İspanyol kolonilerine yapılan yardımları örnek göstererek "Onlara var bize niye yok ?" diye isyan eder.

İspanyol Devleti de : "Kolonilere 20 yılda harcadığımız para, 1 aylık sokağa çıkma yasağına bedeldir" der.

Her ülke elindeki birikimi uzun vadeye yaymaya çalışır fakat bazı ülkelerdeki halklar bunu kabullenmez ve bu kaynakların bir an önce kendilerine aktarılmasını isterler.

Sokağa çıkma yasağı uygulamasını ısrarla dile getiren bir kesim halk, idarecileri bu yüzden suçlamaya devam eder.

Salgının yayılmasını engellemek için bir çok yan sektöre, özellikle de hizmet sektörüne çalışma yasağı getirilir.

Sadece gıda ve sağlık sektörlerine izin verilir.

Devletler çaresizlikten dolayı ülke içi tüm gıda ve sağlık endüstrisine el koyar.

Kaos giderek daha da büyür, halkta devlete olan güven azalır.

Bir kesim ise sürekli bu güvensizliği pompalar.

Evine çekilip her şeyi devletten bekleyen insanlar, devletin eriyen ve yok olan imkanlarını görmez ya da umursamaz.

Devletler sokağa çıkmayın diye uyarır, yalvarır, kısıtlamalar uygular, toplu organizasyonları yasaklar ve toplu taşımayı kontrol altına alır.

Bir kesim ise buna isyan eder. Salgından kaynaklanan kaybımı karşılayın der devletlerine...

Hastalığın sadece kendi ülkelerinde olduğunu düşünürler. Çünkü o dönemde iletişim yok denecek azdır, var olan da çok yavaş işlemektedir.

Bir kısım halk, ülkeden kaçarak, sağlıklı gördüğü ülkelere yerleşmeye karar verir.

Ülkede korku her yerdedir...

Devlet, bir kısım halkın baskısına dayanamaz ve sonunda süresiz sokağa çıkma yasağı ilan eder.!

Gıda, sağlık ve güvenlik birimleri hariç kimse sokağa çıkamaz hale gelir.

İlk günlerde her şey toparlanmaya başlar gibi görünür...

Daha sonra un fabrikalarında bozulan parçaları üreten imalathaneler kapalı olduğu için parça bulunamaz. Dünya ile bağlantı da zaten kesilmiştir. Fabrika üretimleri hızla düşmeye başlar.

Yağ üreten fabrikalar elektrik tesisatından kaynaklanan arızaları onaracak, ilaç üreten fabrikalar ise soğutma sistemlerinde oluşan arızayı giderecek usta ve ekipman bulamaz hale gelir. Fabrikalar bir süre sonra üretimini durdurur.

Fırıncılar isyan eder, çünkü taşıma sektörü durmuş, orman işçileri ve nakliyeciler devlet eliyle eve kapatılmıştır. Ekmek üretimi de ciddi oranda azalır.

Tarım üretimi yapan çiftçinin traktörü bozulur. Çiftçi traktöre parça bulamaz. Bulsa da tamir ettirecek usta bulamaz. Çünkü devlet eliyle onlar da eve kapatılmıştır.

Bir kesim, hükümetlerini suçlamaya devam eder.

Ülkenin genel elektrik sisteminde kaynaklanan arızalar giderilemez. Elektrik üretimi yetersiz hale gelir.

Soğutucular ve sağlık ekipmanları bozulmaya başlar !

Evde "Fransız Şarabı" biten bir kesim eve şarap servisi ister...

Devlet : "Devleti yaşatalım, devlet varsa hepimiz varız" diye sürekli uyarır.

Çarşı, pazar, gıda sektörü, eczaneler, hastaneler, sağlık sektörü, nakliye sektörü dahil neredeyse tüm sektörler tamamen çöker. Gelinen nokta artık içinden çıkılmaz bir hal alır. Ekonomik olarak çöken devletler sağlık ve güvenlik birimlerine maaş ödeyemez hale gelir.

Sağlık sistemi çöker.

Güvenlik açığı oluşur.

Adli sistem işlemez hale gelir.

Asker ve polis kendi canının derdine düşer.

Güvenlik sistemi çöken ülkelerde yağma ve kaos başlar...

Dünya'nın en büyük Koloni Devletlerinden biri olan İspanya, bu süreçte çoğu kolonisini kaybeder..

İspanyol devletine akıl veren "O BİR KISIM HALK" bu kargaşa içerinde ya ölür ya da ülkelerinden kaçmak zorunda kalırlar...

Ama sağlık sistemi güçlü, insanının devletine inancı tam, halkı sabırlı ve sebatkar olan ülkeler bu krizi atlatırlar.

Evet iyi gidiyoruz ama rehavete kapılmayalım.

Ve unutmayın Tarih tekerrür etmez.

Tarih sadece ondan ders almayanlar için tekerrür eder.