İncir ağacı altında



İnsan birçok yanılgıya korkuları yüzünden düşer. Yaşantıladıklarımız bizi korkuttukça geçmişi bize anımsatan belleğimiz de savunmaya geçer. Dün, bizim için en yakın olan dostlar onlardan yara aldıkça bugünün en kötü ‘düşman’larına dönüşüverir. Bellek tüm yaşananları tek tek ayırır, dünün iyilik ve güzelliklerini bugünün acısıyla eğriltmeye başlar. Dün, gökyüzünde sizin için parladıklarını düşündüklerinizden, bugünkü belleğinizle çökmüş, ölmüş yıldızlar; kara delikler yaratır ve geçmiştekine dair her ne varsa kara deliğin içine hızla çekilmesini istersiniz.

Belleğin en haşin oyunudur bu. Kanarsanız, biten dostluklardan kapkara delikler yaratırsınız zihninizde. Savunma mekanizmanızın dikenli tellerine fırlatırsınız eski dostu ve keskin tellerin üzerinde yara bere içinde kalması için elinizden ne gelirse yaparsınız. Belleğin ve savunma mekanizmasının girdabına atmadan da dostlukların bitirebileceğini fark edebilirseniz, zamanla belleğin meşru müdafa oyunlarına aldanmamayı öğrenirsiniz. Bir insanın karakterinde kötücül yanlar varsa eninde sonunda bu herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir yargıya dönüşecektir. Siz de sandığınız kadar iyicil bir şahsiyetseniz, içinizde kötü niyet yoksa, ışığınız parlamaya devam edecektir.

Bir dostluğun tükendiğini fark ettiğinizde belleğinizin alelacele kara delik yaratma telaşına kapılmayacak kadar tecrübeliyseniz, bir incir ağacının altına oturup ruhunuzu dinlendirmek her zaman için size iyi gelecektir. Gölgesi altında, yapraklarından yayılan kokusu ile ne bilge ağaçtır incir ağacı; insana huzur verir, benliğini çirkef duygulardan temizler.

İncir ağacının altında oturmayı sevenlerdenseniz, belleğinizin ve savunma mekanizmanızın hararetle yaktığı savaş ateşini sükunetle söndürebilirsiniz. Her şey bitmek için var olmuştur. İyilik ve paylaşım enerjisi tükenen dostlukları biraz sabırla, incir yapraklarının duyumsatacağı huşu içinde tekrar değerlendirebilseydik, insan zihninin tükenişleri olgunlukla karşılayabilme potansiyeli ile doğduğunu idrak edebilirdik. Yaşamın bir insana sunabileceği en büyük armağana, ne yazık ki bir dizi bellek yaratısı kara delikle boğuştuktan sonra kavuşabiliyoruz. Yılların yorgunluğunu bir incir ağacının altında atarken hayat size birden gülümsüyor. Korkularınız son buluyor. Henüz olgunlaşmamış kara delik yaratıcıları ve uzaktan sesi duyulan savaş tamtamları sizi etkileyemiyor. Çünkü güçlüsünüz, yanınızdan geçen eski dostlar sizin için çoktan tükenmişler, yoklar. Onlardan yeni kara delikler yaratmakla uğraşmayacak denli kendinize ve benliğinize hakimsiniz. İncir yapraklarının hafif bir esintiyle sallanışına bakarken huzur içinde uyuyakalıyorsunuz. Mutlusunuz, gönlünüz rahat ve bir bilseniz ne kadar da şanslısınız...

Çektiğiniz çilelerin neden size çektirildiği sorusunun cevabını bulmuş olarak uyanıyorsunuz. Bazı sitemkar çıkışlarınızı duymadığını sandığınız Tanrı’nın sizden tüm zorluklara katlanabilen, çetin bir savaşçı yaratmakla meşgul olduğunu aniden hissediyorsunuz. İncir ağacının altında doğrulup, ayağa kalkıyorsunuz. Yürümeye başlıyorsunuz. Yolunuza çıkanlar artık bir türlü eğemiyor, bükemiyor sizi. Üzerinize neyle gelirlerse gelsinler dimdik ayakta, topsuz, tüfeksiz, zihniniz ve bedeniniz bir bütün, tek başınıza durabiliyorsunuz. Sıradaki buyursun, bana topunuz tüfeğiniz işlemez bakışı gözlerinizde, sadece duruyorsunuz. İşte ancak o zaman anlıyorsunuz duruşunuzun her şeye yetebileceğini...

Joe Bousquet’nin, "Yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum" diyen meşhur dizesinin anlamını düşünerek değil, yaşayarak keşfetmenin neden bir insana verilebilecek en muhteşem hediye olduğunu artık biliyorsunuz. Geçmişteki her hatanızı affediyor ve onlar olmasa bugünkü sizin ortaya çıkamayacağını kabul ediyorsunuz. Yarınki varlığınızın müthiş bir serüven yaşayacağını şimdiden bilerek, her yeni güne umutla ve sevinçle uyanıyorsunuz...