Hidrokarbon Sorunu (4)

Dost devletlerin yaklaşımı

Rumların hidrokarbon konusunda dünya kamuoyunda oluşturdukları adaletsiz ortamı kırmak
için dost devletlerden yararlanmak söz konusu olabilirdi. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesine
göre devletler aralarında anlaşarak örtüşen Münhasır Ekonomik Bölge alanlarını
paylaşabilirler. Bu durumda Türkiyenin Suriye,Lübnan, Israil ve Mısırla yakın dostluk
kurarak Rum taleplerini etkisiz hale getirecek anlaşmalar yapması söz konusu olabilirdi.
Ancak bu devletlerle dostluk ufukta görünmüyor. Gerçekte dostluk kurma mücadelesinde de
Rumlar öne geçmiş durumdalar.
Kıbrısta KKTC nin devlet oluşumunu tamamlaması halinde Kıta Sahanlığı sorunu
kendiliğinden ortadan kalkacaktı. Bunu yapmayıp son anda Türkiye ile Kıta Sahanlığı
anlaşması yapılması tutarlı mı? Daha önce KKTC nin tanınması talebiyle karşılaşmamış
devletler ve petrol arayan büyük şirketler böyle bir anlaşmaya önem verirler mi?
Kıbrısta toplumlar arası görüşmelerin durması
Kıbrısta toplumlararası görüşmeler 1968 den beri devam etmektedir. Yukarıdaki
açıklamalardan anlaşılacağı gibi tarafların bir anlaşmaya varmaları kolay değildir. Çünkü
Rumlar tüm Kıbrısın kendilerine ait olduğunu düşünmekte Türkler ise Kıbrısta iki eşit halk
olduğuna inanmaktadır. İki tarafı uzlaştıran çok iyi bir anlaşma olan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti
ise savaşla sonuçlanmıştır. Görüşmeleri izleyenler Rumların amacının Türklere kağıt üstünde
kalacak göstermelik bazı haklar tanıyarak kendi hedefleri doğrultusunda yollarına devam
etmek olduğunu açıkça görürler.
Görüşmeler devam ederken Barbaros sismik araştırma gemisi Rum Yönetiminin yetki verdiği
petrol şirketlerinin faaliyet gösterdiği alanlarda araştırma yapmaya başlamıştır. Türkiye bu
alanda Navtex yani seyrüsefer güvenlik bilgilerinin Türkiye tarafından verileceğini ilan
etmiştir. Bu nedenle Rum Yönetimi başkanı toplumlararası görüşme masasını terk etmiştir.
Türkiye Barbaros gemisini geri çekmeden ve Navtex e son verilmeden görüşmeyeceğini
söylemektedir.
Bu krizi yukarıdaki bilgiler ışığında değerlendirdiğimiz zaman nasıl bir tablo ile karşı karşıya
kalırız. Egede ve Kıbrıs çevresinde tüm kıta sahanlığının kendilerine ait olduğunu düşünen
Rumlar bu yönde yıllarca adım adım ilerlemişler ve dünya kamu oyunu taraflarına çekmeyi
başarmışlardır. Bir anlaşma olur diye bekleyen Türklerin pasifliğinden yararlanmışlardır.
Şimdi tüm hakların elden gitmekte olduğunu gören Türkler bir tepki gösteriyorlar. Eğer
görüşmelerin başlaması için Kıbrıs çevresinde geri adım atılırsa bu ne anlama gelecek, onu
düşünmek zorundayız. Bu yaklaşım, tüm Kıbrıs çevresinin Rum Yönetiminin Kıta sahanlığı
olduğunun Türkiye tarafından kabul edildiği anlamına gelecektir. Tarafsız hukukçular bundan
KKTC diye bir devlet olmadığı, Türkiyenin Kıbrısı haksız yere işgal ettiği sonucunu
çıkaracaklardır. Türkiyenin de Rum iddialarını kabul ettiğini düşüneceklerdir. Bu durumda
Türkiye ya haklarından vazgeçmek zorunda kalacak ya da ileride çok daha sert bir tepki ile
haklarını korumak zorunda kalacaktır.
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasındaki haklara başvurulması
Türkiye ve KKTC diyor ki “Kıbrısta müzakereler devam ediyor, biz bir anlaşmaya
varılmasını istiyoruz. Anlaşmaya varmak için elimizden geleni yapıyoruz. Masadan
kaçmıyoruz. Görüşmelerde hidrokarbon konusunun merkezi hükümetin yetki alanı içinde
olacağı konusunda prensip anlaşmasına varılmıştı. Şu halde bu konuda bizim de söz hakkımız
olmalıdır.” Bu iddialara karşı Rumların yanıtını şöyle özetleyebiliriz. “1968 den beri iki
toplum arasında müzakereler devam etmektedir. Yakında sona erecek gibi de görünmüyor.
Görüşmelerde varılan ilke anlaşmaları nihai anlaşmanın imzalanmasından sonra yürürlüğe
girecektir. Anlaşma oluncaya kadar biz eski Kıbrıs Cumhuriyetinin yetkilerini kullanmaya
devam edeceğiz. Çünkü biz eski Kıbrıs Cumhuriyetinin devamıyız.”
Rum görüşünün haksız olduğunu biliyoruz. Ancak bunu söylemek bir anlam ifade etmiyor.
Bir hukukçu olarak Rum görüşüne tutarlı bir yanıt vermeliyiz. Ben şahsen bu tutarlı yanıtın
şöyle olabileceği görüşündeyim.
Rum Yönetiminin görüşleri çelişkilidir ve tutarsızdır. Rum Yönetimi önce 1960 Kıbrıs
Cumhuriyetinin sona erip ermediği konusunda kesin bir karar vermek zorundadır. Bilindiği
gibi Kıbrıs 21Aralık1963 den beri fiilen ikiye bölünmüş durumdadır. Türk kesimini Türkler
Rum kesimini Rumlar kendi yasalarına göre yönetiyorlar. Eğer Rum Yönetimi 21 Aralı 1963
den beri ayrı ve yeni bir devlet kurmuşsa KKTC yi tanımak zorundadır. Çünkü ayrı devlet
kurma hakkı eşit hak sahibi olan Kıbrıs Türklerinde de vardır.
Rum Yönetiminin KKTC yi tanımayacağını biliyoruz. Tüm adaya sahip olmayı milli bir ideal
olarak benimseyen Rumlar böyle bir görüşe sıcak bakamazlar. O zaman haklarını
dayandırdıkları 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını uygulamak zorundadırlar.
Kıbrıs Cumhuriyetinin devam ettiğini ve Kıbrıs Rum Devletinin eski Kıbrıs Cumhuriyetinin
devamı olduğunu iddia eden Rum Yönetimi, Anayasanın Türklere tanıdığı hakları niçin
uygulamadığını açıklamalıdır. Anayasaya göre iki halk devleti ortaklaşa yöneteceklerdi.
Anayasanın Türklere ait haklar yokmuş gibi uygulanmasının yasal bir dayanağı yoktur.
21 Aralık 1963 de Türkler devletten dışlandığı ve Kıbrıs Türkleri enklavlarda kendi ayrı
yönetimlerini kurdukları zaman Rum Yönetimi yönettiği adanın büyük bölümünde Türklerin
Anayasadaki haklarını askıya almıştı. Bunun yasal gerekçesini de “zorunluluk doktrini” ile
ifade etmişti. Yani Rum Yönetimine göre Kıbrıs Cumhuriyeti ve Anayasası devam
etmektedir. Sadece Türklerin ayrılmasının yarattığı bir zorunluluk sonucu Türklerin hakları
askıya alınmıştır. İşte bizim yapabileceğimiz yasal argüman bu noktada olabilir. Hidrokarbon
konusunda zorunluluk ortadan kalkmıştır. Bu nedenle Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasındaki
Türk haklarının uygulanmasını talep etmeliyiz.
Bizim Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının yürürlükte olup olmadığı konusunda karar
vermemize gerek yoktur. Anayasayı uyguladığını iddia eden Rum Yönetimidir ve niçin eksik
uyguladığını açıklamak zorundadır.
Geçmişte Türk haklarını askıya almanın bir gerekçesi vardı. Şimdi bu gerekçe ortadan
kalkmıştır. Geçmişte bu konuda bir zorunluluk olduğu iddia edilmişti. Halbuki şimdi böyle
bir zorunluluk yoktur. Çünkü müşterek bir Komisyon kurulabilir. Hidro karbon konusunda
karar alma yetkisi bu Komisyona verilebilir.
Müşterek bir Komisyon kurulması ve hidro karbon kararlarının bu Komisyon tarafından
alınması önerisini Türk tarafı daha önce yapmıştı. Ancak bu görüşün tutarlı bir yasal dayanağı
öne sürülememiştir. Bu nedenle dünya kamu oyunda kabul görmedi.
Dünyada Rum dostu olan ve Türklere karşı diskriminasyon uygulayan insanlar çoktur. Bu
bizi yanıltmamalıdır. Dünyada vicdan sahibi tarafsız insan da çoktur. Sorun Türk
hukukçuların tarafsız olanları ikna edecek yasal gerekçeler gösterebilmesidir. Dünyanın
tarafsız hukukçularının kabul edebileceği tutarlı yasal argümanlar öne sürebilmemiz gerekir.
Sonuçta hidrokarbon sorununu şöyle özetleyebiliriz. Türkler, hidrokarbon konusunda
tamamen haklı oldukları halde fiili durum yaratmada ve hukuku oluşturmada zayıf kaldıkları
için Egeyi ve Kıbrıs çevresini Rumlara kaptırmak üzeredirler.
KKTC çevresinde Kıta Sahanlığına sahip çıkmak için devlet oluşumunu tamamlamamız
gerekmektedir. Eğer bu yapılmayacaksa alternatif olarak Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasındaki
haklarımıza tarafsız hukukçuların kabul edebileceği tutarlı yasal argümanlarla sahip çıkmaya
çalışmalıyız.