KKTC Din Görevlileri Sendikası Başkanı Sayın Süleyman Çakır, geçtiğimiz günlerde Yeniakit Gazetesi’ne bir demeç verdi.

Demecinde, ülkemizdeki dini durum hakkında birtakım açıklamalarda bulundu.

Bana sorarsanız, oldukça talihsiz ve bir o kadar da itici bir açıklama idi.

Gelin hep birlikte irdeleyelim,

(Öncelikle, din gibi hassas bir konuyu kaleme alırken hata yaparsam, lütfen düzeltebilmem için benimle iletişime geçiniz.)

Sayın Çakır, “Misyonerler, KKTC’de 300’ü aşkın gizli kilise evlerinde misyonerlik faaliyetlerinde bulunuyor. Müslüman ve dindar bir neslin yetişmemesi için her türlü proje burada hayata geçiriliyor. KKTC’de maalesef dinini bilmeyen bir nesil yetişiyor.” dedi.

Madem ki bu kilise evleri gizli, Din Görevlileri Sendikası, buraların yasallıkları ile ilgili ‘’resmi’’ bir araştırma yaptırdı mı? Şayet yasadışı bir durum tespit etmişlerse, bunu yetkili makamlara ‘’resmi’’ olarak bildirdi mi? .

Müslüman ve dindar bir neslin yetişmemesi için her türlü projenin hayata geçirilmesi denildiğinde, bu projelerin neler olduğunun Sayın Çakır tarafından da bilindiğini anlaşılıyor. Dolayısıyla, kilise evlerinin bu projelerini kamuoyu ile paylaşarak toplumu haberdar edip bilinçlendirmek, devlete gerekli önlemleri alma konusunda yol göstermek, yine Sayın Çakır’ın sorumluluklarından biri haline gelmiştir.

Olaya farklı açıdan baktığımızda ise, kim dinini daha iyi, daha güzel, daha etkileyici, daha örnek alıcı, daha kucaklayıcı anlatıyorsa, kusura bakmayın o dinin ilgi çekeceği de aşikardır! Kimse kimseye zorla bir din sevdiremez!

Demek ki, bu misyonerler, birilerinin gönüllerini almayı başarabiliyorlar.

KKTC’nin resmi din görevlileri bunu başaramıyorsa, buradaki hatayı ya da suçu, gizliliğe ya da misyonerliğe değil, yasal dini yetkililerin, dinimizi anlatma taktik ve tarzlarında aramak gerekir!

Birilerinin başarısı, diğerinin başarısızlık mazereti asla olamaz. Çünkü Allah, çalışana hakkını verir!

KKTC’de dinini bilmeyen bir neslin yetişmesi konusu iki tarafı keskin bıçak gibi bir konudur! Zira, bu cümlesi ile Sayın Çakır, toplumun aile yapısından tutun da okulların müfredatlarına, toplumsal yaşamın normlarına, toplumun yeme-içme, gezme, eğlenme kültürüne, giyim-kuşam tercihlerine kadar her şeye müdahale edilebilir olmasının sinyalini veriyor olarak algılanabilir. Diğer taraftan, toplumumuza dini öğretenlerin her açıdan yetersizliğini vurguluyor şeklinde de algılanabilir. İki türlü de sıkıntılı bir açıklama!

Din İşleri Dairesi Yasası’nın 2. Maddesindeki unsurlara bir bakalım:

(B) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü çerçevede din konusunda halkı bilgilendirmek;

(C) Atatürk devrimi ve ilkelerinin laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak, toplumun dayanışmasını ve bütünleşmesini amaç edinen faaliyetler yapmak;

(G) Halkı, dini konularda aydınlatmak amacıyla yürürlükteki mevzuat çerçevesinde yazılı ve görsel programlar yapmak veya yaptırmak;

Gördüğünüz gibi, yasa net!

Söz konusu İslam Dini ise, halkı bilgilendirme kapısı ardına kadar açık bu yasa ile!

Sayın Çakır’ın ifadesinin aksine, KKTC’de, dinini bilen bir neslin yetiştirilmesi, yasayla garanti altına bile alınmış!

Sorun yasalarda değilmiş demek ki! Sorun, dinin nasıl siyasete alet edilebileceği sorunuymuş!

Dolayısıyla, Sayın Çakır’ın açıklamaları,

Sayıları 220 civarı olan camilerimizin, gizli kilise evlerine yenilmesini ilan etmekle eşdeğerdir!

Din, siyasetle değil, samimiyetle anlatıldığı zaman gönüllere, beyinlere girilebileceğinin ispatıdır!

Başkalarının organizasyon ve faaliyet başarısı karşısında, İslam Dinini ‘’dopdoğru’’ bir şekilde anlatamama başarısızlığına mazeret uydurmaktır!

Ve gelelim Sayın Çakır’ın, Sayın Erdoğan’dan yardım talebinde bulunmasına…

Ne yardımı?

Din insanı mı göndersin? Siz getirdikçe direnç artacak!

Milli eğitime mi müdahale etsin? Zorla güzellik olamayacağı görülecek o zaman!

Cami sayısını mı artırsın? Kıyametin alametlerinden birisi değil miydi cemaati olmayan camilerin artması?

Para mı göndersin? Birileri daha çok Yarabbi çok şükür desin diye mi?

Kimse kusura bakmasın!

Sayın Erdoğan’ın işi gücü yok da, buradaki din yetkililerinin beceremediklerini oradan mı düzeltecek?

Aksine,

‘’Üç-beş misyonere mi yeniliyorsunuz?’’ demeyecek mi?

‘’Sendika çalışanlarınız için mücadele ettiğiniz kadar, din konularına da daha organize, daha istekli, daha fedakarane çalışın, dinimizi anlatma görevinizi layığıyla yerine getirin.’’ demeyecek mi?

Son olarak, dinini bilmeyen neslin Türkiye düşmanlığı konusu.

Sayın Erdoğan’a yaklaşabilmek için de olsa, sorumlu ve bilinçli birisinin yapmaması gereken bir yorum!

Demagojinin dibi adeta!

Başarısız bir siyaset örneği!

Dini tekele indirme tehlikesi!

Gördük dinini bilenlerin Türkiye dostluğunu, görmekteyiz dindaşlarımızın kimlerle işbirliği yaptığını!

Sayın Çakır’a sade bir vatandaş olarak seslenmek isterim:

Hiçbir din görevlisi, devletin üzerinde değildir!

Din kaşığı ile toplumumuz karıştırılmaya çalışılmamalıdır!

Konu misyonerlikse, doğrudan onlarla uğraşılmalıdır!

Dini gençlerimize öğretmekse gerçek gaile, İslam’ın ilk emri ‘’OKU’’ ile çıkılmalıdır yola!

İlim öğretilmelidir gençlerimize, var olmanın muhteşemliği anlatılmalıdır! Yaradılıştaki mucizeyi bilimle görmeleri sağlanmalıdır! Küçük bir kum tanesinden, evrenin bilinmezliğine kadar her şeyi sorgulayabilmelidir gençlerimiz!

Sigara, alkol, madde kullanım bataklığından kurtarmanın yollarını aramalıdır sayın din yetkilileri!

Her geçen yıl artan aile facialarının özüne inebilmelidir din görevlileri!

Güzel ahlak, temizlik, dürüstlük gibi kavramları kitaplardan değil, yaşayarak, örnek alarak içlerine sindirmelidir çocuk ve gençlerimiz!

Var mı bu?

Hayır!

E o zaman?

Hep birlikte kelime-i şehadet getirsek ne, getirmesek ne?

Gizli şirkin ağına dolandıktan sonra,

Yarıp da kalbimize bakamadıktan sonra!...

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899