Bu yazıyı bana yazdıran dün bültenlere düşen bir haberdi:

“Güney’de Mayıs ayından 2021'e kadar sürecek 'normalleşme' donemi için Stratejik Plan onaylandı. Ayrıca bankalardan 1.2 milyar Euro borçlanıldı.”

Güney Kıbrıs 2020 yılının nasıl geçeceğini ve 2020 yılındaki sıkıntılı süreçten halkını nasıl koruyacağını planlamış. 2021’e de nasıl daha sıkıntısız ve dimdik girebileceğine dair çalışmalarını bitirmiş.

Onlar da pandemiyi sadece bir buçuk aydır yaşıyorlar, biz de. Biz daha sabahtan akşama olabilecekleri planlayamaz durumdayken onlar 2020’yi planlamışlar, 2021’e nasıl girecekleri çalışmalarını da tamamlamışlar işte. Bir devletin gerçekten devlet gibi çalışabilmesi, halkına bu varlıkla güven verebilmesi için ayakta durmayı becerebilmesi, bu kapasiteye sahip olduğunu göstermesi şarttır.

Ki bu bizim en büyük eksiğimizdir.

Pandemi süresince bizim yaptığımız testlerin 10 katı testi yapan ve paylaşımlarını güven verecek şekilde halkıyla paylaşan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşın, testler sonucunda ne yapacağımızı dahi netleştiremeyen bir biz varız. Daha düne kadar pandemi hastanesinin bile hangisi olacağını netleştirememişiz…

Bazı şeyleri söylemek yetmez. Hatta bazen de konuşmak değil, çalışmak önemlidir!

***

Son bir buçuk aydır sergilenen tek yetenek çaresizlik oldu özetle.

Lakin dikkatli olmalısınız ki, bu çaresizlik pandemi ile gelen bir çaresizlik değildi. Bilakis Kıbrıslı Türk siyasal geleneğinin temel bir karakteriydi. O kadar çaresizdik ki, tehdit anında sadece o anı ortadan kaldırmaya çalışan ve o anın ardından nelerin geleceğini çok da sorgulamayan mekanizmalar gibiyiz. Burada da farklı bir şey yapmıyoruz ki.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ertelemekte geçirilen süreçteki görüntü de tam olarak bu değil miydi?

Ayrıntıları bir düşünüverseniz ne demek istediğimizi anlayabilirsiniz.

Bu o an için bir nefes aldırmış yanılgısı yaratsa da her seferinde daha dibe gömülmüşlüğümüzü hep görüyoruz.

***

Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söyleyip duruyorlar!

Doğrudur!

Ne bireysel yaşamlarımızda ne de toplumsal yaşamda asla hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Bu süreçte yalnızlığın çaresizliğini yaşadık. Yavru olmanın bizi korumadığını, bilakis daha savunmasız kıldığını açıkça gördük.

Türkiye’den, Avrupa Birliği’nden, Kıbrıs Cumhuriyeti ya da başka yerlerden siyasal yapımıza medet ummak değil, biz olmayı başarmanın ne demek olduğunu, ya da en azından medetlerimizden birini seçerek üzerine yürümeyi seçmeliydik. Bu da bize bir kişilik bir varlık kazandıracaktı. Başaramadık.

Debelendikçe inşa ettiklerimizi de yıkarak koskoca bir hiçle kalıvermişliğimizi göremedik.

Ta ki şu sınavla karşılaşıncaya kadar!

İçte, siyasileri yüceltip bizi bireysel olarak yüceltmelerini bekleyerek ne büyük hata yaptığımız anladık.

Hepimize ait imkanları birilerinden alarak ötekilere vermenin bizi getirdiği şu içinde bulunduğumuzun acısını hazin bir şekilde yaşadık!

Bu hali ile partizanlık ve torpilin kokuşmuşluğunu damarlarımızda hissettik!

***

Hem bireysel hem de toplumsal anlamdaki içsel çatışmalarımızı ayyuka çıkardık. İçselleştirmeye çalıştık. Sindiremedik bir daha tartıştık.

TV’den bizlere hitap etmek üzere çıkan siyasilere ne kadar saygısız davrandığımıza dikkat ettiniz mi?

Hiç dinlemeden aynı soruları yüzlerce yönelttiğimizi, inanmadığımızı güvenmediğimizi nasıl da ifade ettiğimizi gördünüz mü?

Artık bunlardan bir ders çıkarmamak imkansız!

Yine de günün sonunda eğer bir ders çıkararak ilerlememize katkı sağlayacaksa hiçbir şey için geç değil!

Ancak yine bize anlatılan pembe yalanlara inanarak bireysel kurtuluşlarımız için çabalamaya devam edeceksek Kokuşmuşluk ve çürümüşlük bizi tamamen ele geçirecek.

Ve ne acıdır ki ciddi anlamda korktuğumuz yok oluş bizi ağır ağır küflendirmeye başladı bile…

Dr. Çiğdem DÜRÜST