1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde gerçekleşen ve Semey Poligonunda nükleer bomba denemelerine, atom denemelerine son verilmesini isteyen bu ekoloji hareketi yaşam coğrafyasını savunan bağımsızlıkçı Kazak milli hareketinin parçası olarak ciddi bir milli-ekolojik renk ihtiva etmekteydi.

  1. yandan, Hindistan’ın İngiliz sömürgeciliğine karşı milli direnişinin sembolü olan; İngiltere’nin refahı ile gezegenin mahfı arasında bağlantı kuran, şiddetsiz direnmeyi içeren Satyagraha hareketinin mimarı Mahatma Gandhiden de burada bahsetmeden geçmek olmaz.

Dünyacı milliyetçi tepkinin sözcülüğünü yapan bir başka Hintli, dönemin Hindistan Başbakanı İndira Gandhi de, 1970’li yıllarda başlayan küresel çevre tartışmaları sırasında, 1972 Stockholm Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda en büyük çevre sorununun yoksulluk olduğunu söyleyerek üçüncü dünya ülkelerinin (ve tabii kendi ülkesinin) yoksulluk sorununu görmezden gelen bir çevreciliğe tepki göstermiştir

Bu tepkinin devamı olarak; 1990’lı yıllarda etkisini iyice hissetirmeye başlayan küreselleşme sürecinin çevre sorunlarını da, yoksul ülkelerin aleyhine, küreselleştirdiği bir vakıa olarak tespit edildikten sonra; üçüncü dünyacı milliyetçiler tarafından azgelişmiş ülkelerdeki çevre kirliliği ve yoksulluk arasında paralellik kurulmuş ve bunu doğuran küresel özne (kapitalizm, sömürgeci, emperyalist vs) her iki çerçevede de(yoksulluk ve çevre sorunları) ciddi biçimde eleştirilmiştir.

Dünya ölçeğindeki “çevre soysuzlaşması” olarak da adlandırılan bu süreç küresel kapitalist egemenliğe ve hegemonyasına karşı yoksul, mazlum ülkelerden gelen direnişe hem milli hem çevreci ve bu yüzden bir o kadar da ‘evrensel’(çevre sorunlarının da yoksulluğun da öncelikle küresel bir iktisadi egemenlik meselesi olduğu düşünülmektedir) bir nitelik kazandıran koşulları yaratmış olması açısından önemlidir.

Aynı zamanda klasik emperyalizm biçimlerinin ötesinde buna ek olarak ekosistemleri de tahrip eden yeni bir emperyalizm biçiminin dünyaya hâkim olduğu gerçeği de dillendirilmeye başlanmıştır.

Ekolojik emperyalizm olarak adlandırılan ve genel olarak küresel ısınma, suyun metalaşması, tarım-gıda sisteminin bağımlı hale gelmesi sonucunu doğuran bu yeni emperyalizme/ekolojik emperyalizme (Reyhan, 2012) karşı gelişen anti-emperyalist itirazların ve direnişlerin renginin çoğu zaman ekolojik ve milliyetçi (milli, yerel) olduğu da gözlemlenmektedir.

Elbette ülkemizde de, ciddi iktisadi, sosyal ve ekolojik tahribata yol açan küresel kapitalizme verilen hem entelektüel hem de örgütsel karşı duruş da milli hassasiyetleri öne çıkaran; örneğin ekolojik çöküntünün, aynı zamanda, milli bir tarım politikasının olmamasından, yerli ürünlerin kullanılmayıp tüketimde tamamen yabancılaşamaya gidilmesinden, ülkenin emperyalist kuşatma altında kalmasından, bağımlı olmasından kaynaklandığını düşünen kesimler olmuştur.

Ancak, bu kesimler “milliyetçi” bir siyasal hareket veya düşünce çerçevesinde bunları söylemedikleri için, söylem olarak “milliyetçi” bir tarafı olsa da konumuz dışında kalmaktadır.

Özellikle sanayileşememiş azgelişmiş ülke sosyalistlerinde ve milliyetçilerinde hızlı sanayileşme ve sanayi toplumu isteği makul karşılanmakla birlikte; doğayı tahrip eden, insanı mekanikleştiren kalkınma biçimi bugün çevreci düşünce tarafından sorgulanmaktadır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gelirsek .Ülkemizdede çevreci söylemlerin daha çok sol tendanslı olduğu düşünülsede ve

herdurumda yalnızca çevreden yana tavır koyan sol kesimler yanında buna karşılık ülkenin menfaatleri icabı çevrecilikle

kalkınmayı birlikte değerlendirip sürdürülebilir çevreciliği doğru kavrayıp bu anlamda savunan sağ çevrecilerde olduğunu

görmezden gelmemek lazım.

Şu bir gerçek ki sağ olsun sol olsun önemli olanın ideolojik yaklaşımlardan çok çevrenin içselleştirilmesi ve her durumda

samimiyet olduğunuda söylememe gerek yok.

Son olarak Nazım Hikmet de milliyetçi ve henüz sosyalist olduğu bir dönemde 1923’te Sovyetler Birliği’nde bulunduğu

sıradaki gözlemlerine dayanarak yazmış olduğu şiiriyle bitirelim.

“Trrrrum, trrrrum, trrrrum! trak tiki tak! makinalaşmak istiyorum! / beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu! her

dinamoyu altıma almak için çıldırıyorum! Tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,damarlarımda kovalıyor otodrezinler

lokomotifleri! Trrrrum, trrrrum, trrrrum! trak tiki tak! makinalaşmak istiyorum! Mutlak buna bir çare bulacağım ve ben

ancak bahtiyar olacağım karnıma bir türbin oturtup kuyruğuma çift uskuru taktığım gün! Trrrrum, trrrrum, trrrrum! trak

tiki tak! Makinalaşmak istiyorum!”