Hedef saptırmayın!

Ne de güzel ajitasyonlara kurban ediliyor sorun…

Evvelsi günden itibaren 1 Temmuz’a kadar geri gelmemek pahasına işlerini kaybetmemek üzere Güney Kıbrıs’a giderek dönmeleri halinde karantina masraflarını kendisi karşılayarak karantinada kalacaklarını tartıştık durduk.

“Yıllar önce çocuklarımızı terk etmiştik, şimdi torunlarımızı…” sözleri, arabasında konaklayacağını söyleyenler, Güney Kıbrıs’ın kucak açarak bu insanları ağırlamak isteyenlerin olabileceği açıklamaları gibi meseleler tartışıldı.

Bunlara ayıp dedik.

Kuzey’deki işsizlikten, emeğin ucuz karşılığından, mecbur kaldıkları için Güney’e gittiklerinden filan bahsettik.

Devleti karaladık, kişilere üzüldük…

Bir de geride kalan ailelerinin trajik öykülerine ve mecburiyetlerine üzüldük...

Evet bunlara üzülelim ancak tüm bunların yaşanmasındaki temel sorunu atladığımızın ve tartışmayı bambaşka bir platformun tartışması imiş gibi yaşadığımızın farkında mıyız?

Kıbrıs sorununun çözülmeyişindeki acizliğimiz;

Kıbrıs’ta bir sorun oluşunun gerçek yüzünün vatan millet Sakarya’dan çok başka bir şey olduğunun;

Minicik bir adada bölünmüşlükten nasıl her anlamda zarar görüyor olduğumuzun;

Muhtaç konumda varlığımızı sürdürme zorunluluğumuzun;

Ajitasyonların bazen “herkesi” acı şekilde vurabileceğini;

Bazen dünyada koca koca sorunlar olduğunda ülkelerin kendi içlerine kapanırken güçlerine güvenerek bazı adımlar attıklarını göre göre halen daha Kıbrıs’ta sudan sebeplerle gücümüzün hiçliğinde boğulmaya mahkûm edilişimizi;

Ölümüzden hastamıza, çocuğumuzdan turiste, öğrenciye, ekonomik olarak muhtaç olduklarımıza kadar duman olup uçarken bu adada baş başa kalacaklarımızın ısrarla sorunlu olduklarımız (sorunu çözemediğimizi iddia ettiklerimiz) olduğunu fark etmek zorunda olduğumuzu;

Komşunun komşu külüne muhtaç olduğunu;

Ve daha birçok şeyi unuttuğumuzu tartışmalıydık.

Ya da unutturulmaya çalışılanları!

Kimin bu birlikteliği, bu barışı, bu çözümü neden sulandırdığını;

Sulandırılmış çözümün bile uzatılması için hangi ellerin (bize göre) son derece farkında bir şekilde bizleri belki de aptal yerine koyduklarını;

Daha pek çok aşikâr meseleyi farketmemeye devam ettikçe; bizim bunu fark edemeyişimizden beslenmekte olanların daha çok semiriyor olduklarını göremedikçe varacağımız hiçbir nokta olmadığını;

Tartışmayı bırakıp da kimin nasıl bir hazin hikâye ile gidiyor olduğunu tartışmak ve hatta tartıştırılıyor oluşumuza dahi şüpheyle bakılması gerektiğini diye düşünmeden edemiyoruz.

Bu tartışma elbette ki sonunda bambaşka bir tartışmayı beraberinde getirir:

“E n’apsın bu hükümet? Hepimiz mi hasta olalım? Onlar da, garibanlar, bu tarafta iş bulamadılar. İşe de ihtiyaçları var. Başka nasıl bir çözüm üretilebilirdi …”

Nasrettin Hoca misali “O da haklı sen de haklısın” noktasına vararak Kıbrıs sorunun yaratıyor olduğu bu büyük utancı kılıfına yerleştirip katlayıp rafa kaldırmış oluyoruz!

***

Anlayacağınız: Amman dikkat!

Okurken, izlerken, eleştirirken, yazarken, düşünürken, konuşurken neyi ne için tartıştığımız çok önemlidir.

Ve bu gibi tartışmalarda, geleneksel medya paylaşımlarında bireylere dair yaşamlar paylaşılsa dahi dedikodu olsun diye değil, toplumsal olarak bulunduğumuz noktayı daha iyi kavrayalım diye haberlerin yapıldığı unutulmamalıdır!

İsterseniz son birkaç günü bu açıdan bir daha değerlendirin.

Sahi bir de 9 Haziran’da Güney Kıbrıs’a inen 10 uçak ve fazlasını…Buna karşın bizim Ercan ve Mağusa’dan gelen cenazelerimizi…

Dr. Çiğdem DÜRÜST