Bu dünyayı, bu coğrafyayı ve haliyle de ülkemizi, hayvanlarla paylaşıyoruz, paylaşmak zorundayız.

Yasa bile çıkarmışız onlar için.

Adı da Hayvan Refahı Yasası. Eksiklikleri olsa da, özünde güzel bir yasa.

Ancak gelin görün ki, Devletin kendi yasalarını uygulama kabızlığı, burada da kendisini gösteriyor.

Hayvanlara kötü muamele yapılması konusu yasaya göre, polis soruşturması gerektiren bir konu.

Pratikte uygulanıyor mu?

Hayır!

Daha geçtiğimiz ay, Girne’de, bir günde altı köpek zehirlendi.

Devletin organlarının elinde bulunması gereken, insan sağlığını doğrudan tehdit eden bir zehir, hayvanların yiyeceklerine karıştırılarak çevreye bırakıldı ve sahipli ve sahipsiz altı hayvanın can çekişerek ölmesine neden oldu.

Peki ya çevreye konulan zehirli diğer yemler? Kim bilir kaçı, sağa sola atılmış vaziyette, insan ve hayvanların sağlıklarını tehdit etmeye devam ediyor!

Zehirle hayvan öldürmenin soruşturmasını yapması gereken merci kim? Polis. Yapıyor mu? Öylesine, yasak savar türünden ifade almalarla geçiştiriliyor çoğu hayvan katliamları.

….

Ülkemizde ciddi anlamda kedi ve köpek enflasyonu var.

Henüz kendi sayımızı bilmezken, onları da sayalım demiyorum.

Ama bir şekilde varlıklarının kontrol altına alınması da gerekiyor.

Öğrenciler, çalışmak için ülkemizde gelenler, ülkemizin doğal ortamının da hevesine kapılıp kedi, köpek gibi hayvanları ediniyorlar. Bakamayacaklarını anladıklarında ya da ülkemizden ayrılacakları zaman, onları da genellikle sokağa terk ediyorlar.

Tam da burada, belediyelere ait ve özel hayvan barınakları ile, Altın Patiler Derneği, Kıbrıs Hayvan Hakları Derneği gibi kurumlar ve sivil toplum örgütleri devreye giriyor.

Bir taraftan onlara barınak veya yuva bulmaya çalışırlarken, diğer taraftan da sağlık sorunları ile ilgileniyorlar.

Yetişemedikleri hayvanlar ise, ortalıkta dolaşmaya devem ediyor.

Peki ne yapmalı?

Gerekirse belediyelerin barınakları birleştirilerek, devletin de katkısı ile, merkezi bir yerde tüm bu başıboş hayvanlar toplanabilir. Gerekli bakım ve tedavileri ile birlikte, çevre düzenlemesi de yapılarak, halkın, çocukları ile birlikte sağlıklı bir şekilde gezip ziyaret edebilecekleri mekanlar haline getirilebilir.

Sahipli olan hayvanlara kimlik kartları çıkarılması zorunlu hale getirilir ve doğumlarının da kayıtları yine zorunlu olur.

Hayvan alış satışları da yine zorunlu kayıt altına alınabilir, sahiplenmeler özendirilebilir.

İnsanlar kadar, hayvanların da huzur ve güvende yaşama haklarının olduğu da bu şekilde yeniden hatırlanabilir.

Ve işin sağlık yönü…

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.

Ülkemiz, kedi, köpek gibi hayvanların rezervuar yani konakçı olduğu ve vektörlerle (taşıyıcılarla ki sıklıkla sinek, sivrisinek, kene vb. kastedilmektedir) insanlara bulaştırılabilen hastalıklardan da zengindir maalesef.

Bunlardan biri de Tifüs Hastalığı’dır.

Hani, salgını var dendiği için Gazimağusa Devlet Hastanesi’nin eski başhekiminin başını yakan hastalık.

Hani ülkemizde sıklıkla görülmesine rağmen, bildirimi zorunlu olduğu için ‘’bildirilme değil bildirilmeme kaygısı ile’’ yaklaşıldığı için, ne kadar sıklıkla görüldüğünü bilemediğimiz hastalık.

Hani, vektörlerle etkili mücadele edemediğimizi yüzümüze tokat gibi vuran hastalık!

Tifüs gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak, kedi ve köpek gibi hayvanların sayılarını ve toplu yaşam bölgelerini kontrol altına almak zorundayız.

Onların sağlıklarını en az kendi sağlığımız kadar önemsemeliyiz.

Vektörlerle mücadeleden taviz vermemeliyiz.

Tifüs mikrobu taşıyan kedi veya köpekten, minik bir ısırık alan bir vektörün, Cumhurbaşkanı’nı mı, Başbakanı mı, yoksa inşaatın tepesindeki bir işçiyi mi ısıracağı, artık onun keyfine kalmış bir konudur.

Hastalığa neden olurken,

Hayvanlar makam, mevki seçmiyor.

Yasalarla korunmuş bir şekilde, insanca yaşamaksa istediğimiz,

Onlar da, yasalarının güvencesi altında, hayvanca yaşamayı hak ediyor…

H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899