Lefkoşa’nın halini gördükçe, Girne, Mağusa’ya gidip geldikçe yolların sokakların, aydınlatmanın, suyun, kent görünümünün halini gördükçe benim sorunumun Kıbrıs sorunu olmadığını daha net görüyor ve Cumhurbaşkanı adaylarının politikalarının benim için çok uç beklentiler olduğunu farkediyorum.

Vergisini eksiksiz ödeyen bir yurttaş olarak, her sene anlamı verilmeyen belediye meslek vergisi gibi saçma sapan bir vergiyi de buna ekleyerek, suyunu, emlâkını daha ilk günden peşin ödeyen ve devletin tek kuruşluk alacağı kalmasın diye uğraşan, yasalara bağlı kalmaya çalışan sıradanbir yurttaş olarak etrafın halini kendime yakıştıramıyorum.

Pislikten harabeliğe kadar her konuda belediyelerin ne yaptığını çok merak ediyorum!

***

Yerel yönetim dendiğinde “belde halkının yerel ortak gereksinimlerini karşılamak üzere kurulmuş, ilkeleri yasayla belirlenmiş ve karar organları dört yılda bir seçilen kamu tüzel kişileridir” açıklamasını da düşünüyorum ve acaba karşılanan ortak gereksinimimizin tam olarak hangisi olduğunu sorgulamadan geçemiyorum!

Mesela, kendi yaşadığım sitenin girişinde, yoldaki çukurun son 8 senedir doldurulmadığı, site sakinlerinin kendi imkanları ile birkaç kere geçici çözümler bulduğu ve her gün o çukura küt diye düşmeden evimize girmemizin adeta yasaklandığı şu çukur meselesi acaba ortak gereksinim sayılmıyor mu? Her gün daha da harabeye dönüşen kentlerin görüntüsü, her türlü düzeni alt üst ederek çalışan inşaat makineleri, sokaklara öylesine atılmış arabaların yarattığı huzursuzluk, yani yaşamı zorlaştıran düzensizlikbelde halkının ortak gereksinimi sayılmıyor mu acaba?

Belediye Başkanları ve yönetici meclisler ne yapıyorlar?

Donanımsız insan kaynağını yıllarca belediyeler doldurarak ne yaptılar? Çalışan ve verimli olanlarla oturan ve sadece maaş alarak belediyelerin kaynaklarını zarara uğratanlar arasında nasıl bir ayrım yapılıyor?

Belediyeler gelir getiren mülklerinin gelirini nasıl kullanılıyor?Verimlilikadına ne yapılıyor?

Belediye yönetimlerine tahsil etme yetkisi tanınmış vergiler, harçlar, katılım payları, ücretler çeşitli işletme kârları belde halkının daha verimli yaşayabilmesi için nasıl kullanılıyor? Yoksa bu gelirlerin ücret ve maaşlara harcanan kısmı yine zarara davetiye mi çıkarıyor?

Öyleyse bunun hesabını kim nasıl veriyor?

Hem belediyede istihdam edilmiş hem de haklarını tam anlamıyla alamayan;yaşı geldiği halde emekli olamayan, ikramiyesi için aylarca bekletilen, sosyal güvenlik hak ve menfaatlerinden faydalanamayan çalışanların bu hususta uğradıkları haksızlıklarla ilgili neler söylenebilir? Devletin kaynak aktararak düzeltmeye çalıştıklarının hesabını vergilerini tam ödeyenlerin ödediği bu düzende hangi belde hizmeti, hangi hak, hangi hukuk?

Daha da ürkütücü olan, belediyelerin kredi borcu alabilecekleri hususundaki meseledir! Aldıkları kredilerbelde halkına sunulacak hizmetlere mi yoksa yine ücret ve maaş ödemelerine mi gidiyor?

***

Özetle diyeceğim odur ki beledi hizmetleri çok sorguladığım günlerden geçiyorum. Gördüğüm: Her şey yine kontrolden ve çığırından çıkmış durumda.

Olmuyor!

Yapamıyoruz biz bu işi hakikaten. Ve diyorum ki, bunun ne Kıbrıs sorunuyla alakası var ne de başka bir büyük sorunla.

Başta hükümet edenlerin beceriksizlikleri ve bugüne kadar siyasetin kuklası olmak suretiyle kendilerine çıkar sağlamayı ilke edinmiş(!) belediye başkanlarının bir de onlara hizmet eden meclisi üyelerinin adil olmayan düzene verdikleri hizmetten kaynaklanıyor.

Halen düzeltilemedi.

Halen düzeltilemiyor.

Belli ki çok daha uzun bir süre düzeltilemeyecek.

Bu durumda karşılığını alamadığımız bedeller ödüyorsak lütfen bunlara vergi veya harç demeyin. Çünkü bunların adı olsa olsa haraç olur!

Dr. Çiğdem DÜRÜST