İnanıyor musunuz ki pandemi hastanemiz olacak?

Daha doğru düzgün bir hastaneye sahip olamadık. Senelerdir bahse konu olan, 4 şiddetinde bir depremde dahi ayakta duramayacak kadar yaşlı bir genel hastane yerine yenisini yapamadık. Bu derme çatma, çağ dışı kalmış hastanenin içine hastaları daha da hasta edecek görüntü kazandıracak tadilatlar yapıyoruz ama yenisini yapmaya elimiz gitmiyor. Harcanan paralarla kim bilir kaç hastane yapılırdı.

Durmadan yangınlara, yıkılmalara, dökülmelere maruz kalıyor. 40 defa temizlense, asla hijyen görüntüsü sağlayamıyor. İnsanlar oraya girdiklerinde yatak çarşaflarından şiltelere, yastıklardan çeşmelere kadar gördükleri her şeyden iğreniyorlar. İçiçe hastalar, içiçe hasta yakınları...

Adına kafeterya denilen yer 3. sınıf bir mahalle kebapçısı görüntüsünde.

Ve biz yeni bir hastane yapılacağını umut ediyoruz.

Gidin Cengiz Topel’e! İngiliz’den kalma, çağdaş hiçbir işlevselliği olmayan yapıyı, gece kondu gibi eklemelerle hastane yapmaya çalışıyoruz!

Akçiçek, sürekli şikayetlerin olduğu alelacele yapılmış, hastane demeye bin şahit isteyen bir bina.

Mağusa deseniz daha yapılırken yıkılmaya yüz tutmuşluğu ile ünlü, belki nispeten daha düzgün bir bina.

İşletme mi?

Hastan işletmek KKTC Sağlık Bakanlığı’nın işi değil. Hiç olamadı.

O nedenle Serbest Çalışan Hekimler Birliği’nin hastane değil, pandemi merkezi dediği nokta da geçersiz ve yersiz bir öneri olarak kalmaya mahkum.

Yapılması zor mu?

Tabi ki değil!

Lakin düzen, disiplin, sistem, para ve insan kaynağı işidir bu iş.

Hemşire ve doktorların iflahı kesilmiş nöbetlerden. Gecesi gündüzüne karışmış sağlık çalışanları. Hemşireden laboratuvara, ameliyathaneden polikliniğe herkes bezgin!

Ek mesai ödeniyorlar. Çünkü ödenmek zorundalar. 16 saat çalışıp 8 saat f,nlenen bir kesimden bahsediyoruz çoğu zaman için… Ancak çalıştıkları değil, ek mesai ödendikleri daha çok konu ediliyor. Kaç kişinin hangi koşullarda kurtarıldığı değil, çoğu kez yüzlerinin asıklığı konuşuluyor. Ne yaşadıklarını soran yok!

Asıl sorması gereken ilgili bakanlık ve devlet… O da sormuyor!

Doktor sayımız zaten yetersiz. Yeterli sayı için devlet gençleri teşvik ediyor mu?

Yok!

Zaten giden de dönmüyor. Neden dönsün ki? Mesleki saygınlığın hiçe sayıldığı, hakettiği kazanca ulaşamadığı, insanlık dışı koşullarda çalıştırıldığı yere neden dönsün? Üstelik mesleki gelişimini de geliştirmek için tamamen kişisel çabalar beklenecek bir yere neden dönsün?

Hem şu Güzelyurt Hastanesi hikayesi vardı. Hani yap işlet devret mantığı ile çalıştırılacak ve birkaç üniversiteye de staj imkanı sağlayacaktı Sağlık Bilimleri Fakülteleri için.

Duruyor, biliyorsunuz değil mi? Arpa boyu yol katedilmemiş.

Orası da “Eh belki!”

Hani 45 günde inşa edilecekti pandemi hastanesi? İlk günden belli değil miydi olmayacağı. Bakanlar kurulu ve hükümet, hatta yıllardır birçok hükümet konu sağlık olunca ne acıdır ki sınıfta kalmayı geçtim, bizimle dalga geçer gibiler.

***

Ayrıca;

Pandemi ne ki pandemi hastanemiz olsun?

Biz pandemiyi panik olunacak ama elimiz kolumuz bağlı bir belgesel gibi izledik. Aldığımız kararı bozduk, bozduğumuz kararı bir daha bozduk. Halkın da kamu görevi sürdürenlerin de aklı karmakarışık oldu kararnamelerden.

Şimdi de hastane tartışılıyor.

Minareler göklere değer ama bu memlekette öyle kolay kolay ne hastane inşa edilir ne de okul. Bunu daha öğrenemediniz mi?

Dünyada cehaletin kol gezdiği gelişmemiş ülkelerin en büyük özelliği budur: Bilimin gireceği yerler atıl, insan üstü güçlerin sorgulanamadığı yerler ise gözde olur.

Koşar adım hızla yaklaşıyoruz, ha gayret.

Hastaneyi unutun.

Birtakım cahillerin dediği gibi: Tanrıya yakararak kurtulmak da, gelişmek de mümkün. Eğer günahsızsanız sizi duyar. Değilseniz zaten ne yapsanız kurtulamazsınız!

Dr. Çiğdem DÜRÜST