Doyumsuzlar var aramızda.

Malına mal, mülküne mülk katmak; sırtındaki markadan, altındaki arabaya kadar her şeyini kimlerden çaldıkları ya da nasıl haksız kazançlarla elde ettiklerine bakmaksızın artırma hırsı içinde yaşarken önüne düşenleri tekmeleyerek yoluna devam etmek bizde mubah olmuş.

Arabasının son model olması şart ama yolun nasıl olduğu mühim değil mesela. Ne acıdır ki yolun o övündüğü arabasına verdiği zararı hesaba katamıyor!

Trafik kazalarından şikayetçi ama ışıklandırmadan işaret ve işaretçilere kadar neden ortada bir iyileşme yok sorgulanmıyor. Günün birinde korktuğunun başına gelme ihtimalinin farkında bile değil…

Evi olmayan ev, apartman dairesi olan müstakil, müstakili olan havuz istiyor…

Hep daha çok ve daha çoğunu istiyoruz. Yeteni değil ama, hep fazlasını…

Oluşturulan bu sosyal ortamda siyasetçilerin de parti kollarından vekilliğe oradan bakanlığa sonra başbakanlığa ve hatta cumhurbaşkanlığına sıçramayı hırs yapması normal değil mi?

Yürünecek yolda her şeyi mubah görmek artık damarlarına işlemiş toplumumuzda önemli bir kesimin. Birilerini asmak kesmek yok etmek gözünü hırs bürüyerek atıp tutmak bizim damarlarımızla kalbimize ve beynimize taşınan kana kodlanmış adeta.

Günün sonunda hırs hiç kimseye ne iyilik getirir ne de ilerleme.

Bu hırslar nedeniyle her geçen gün iyiye ve güzele değil olumsuz olan ne varsa ona koşuyoruz büyük adımlarla.

Politikacıları da izleyin, çevrenizde nüfusu olan, sözü geçer kabul edilen parası olan herkese bir bakın. Dünyayı kendisi yaratmış, herkesi de kölesi olacak potansiyelde görüyor.

Buna karşın zengin ve fakir arasında açılmakta olan uçurum nedeniyle fakir olan ya da artık hayattaki tek amacı karnını doyurabilmek olanlar hırslarından vaz geçerek yaşayabilmeyi umut ediyor. Çevresini güzelleştirmek, topluma, ülkeye veya gelecek nesillere yatırım yapabileceği hiçbir şey için parmağını kıpırdatmıyor. Çünkü kıpırdatamıyor.

Öte yandan politikacılar da toplumunu sevmeyen bir kimlik taşıyorlar. Senelerdir verilen sözler ve yapılacağı söylenenlerin onda biri yapılmış olsaydı pozisyonumuz çok ama çok farklı olacaktı.

Oysa yıllardır politikada aktif olarak bulunan kişiler ile onların çok yakınında olan bazı zümrelerin bireysel kalkınmışlıkları dışında herhangi bir kalkınmışlık gözlemleyemediğimiz gibi bir yandan da bunları görüp söylemenin suç sayıldığı; söyleyenin ise günah keçisi ilan edildiği bir düzende yaşıyoruz.

Ne ideolojik bağlamda Kıbrıs sorunun çözümüne yönelik ortaya atılanlar ne de bağımsız bir Kıbrıs Türk toplumu olmak için ortaya atılanlar gerçeğe dönüşemedi.

Devlet kurunca her şeyin güzel olacağını söyleyenlere inat dünya bizi asla devleti olan bir toplum olarak görmedi. Hatta bizi bizim zannettiğimiz gibi görmeyi akıllarının ucuna bile getirmediler.

Yarım asırdır yapılan hiçbir planlamanın yolunda gitmediği, planlamaların laftan ibaret kalıp adeta bizleri kandırmak için her türlü açıklamanın yapıldığı bir düzende yaşamayı hakediyorsak sessizliğimizi koruyalım. Ancak değilse uyanmak için gaflet uykumuzu açmak için ne yapılması gerekiyorsa yapalım!

Değerlendirin hanımlar, beyler!

Nasıl bir yaşamı ve nasıl bir adalet düzenini hayal ediyorsunuz?

Şu anda içinde olduğunuz sistem bu beklentilerinize yanıt veriyor mu?

Verilen yanıtlar ile uygulamaları karşılaştırdığınızda birbirini karşılıyor mu?

Peki sizin, bizim ne kadar payımız var tüm bunlarda?

Düşünün cevaplar sizin için ne ise iyi tasarımlar ve çıkarımlarda bulunun.

Bu doyumsuzluklar bizleri de tüketecek.

Günün sonunda bizi yemelerine ramak var bu her şeyi her ne pahasına olursa olsun daha çok isteyenlerin!

Dr. Çiğdem DÜRÜST