Adayarısında dün kendine “federalist” diyenlerin bu tezi bırakıp, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin mevcut hali ile üniter yapısını kabul edişlerini, bir düğün ve bayram havasında kutlayışlarını izledik. Başı çekenler farkındaydı elbet ama çoğunluk federalizm tezinden vazgeçtiklerinin pek ayırdında değillerdi yanılmıyorsam. Alanda insanlarla konuşmadığım için kaçta kaçı büyük bir yanılgı içinde federalizme hizmet ettiğini sanıyordu onu kestirmek zor. Sesi elinden bunca alınmış bir insan grubunun veryansını, bunalımı ve çaresizliği pek çok düşünülmesi gereken konuyu bir kenara itmelerine sebep olmuştur eminim. Anlıyorum. Anlıyorum ve bu kapana kısılmışlık hissine sürüklenen insanlar için üzülüyorum. Ama üzülmediklerimin sayısı daha çok. Çünkü “federalizme yol açtık, bir adım daha yaklaştık” söylemi altında, federasyon gibi kavramların ne demek olduğunu çok iyi bilen, dünkü gelişmelerin de federalizm yaklaşımını dinamitleyen bir yaklaşım olduğunu kesinlikle bilenler vardı elbette.

Federalizmin temelinde, farklı etnik ve dilsel grupların, hele de geçmişlerinde savaş olan grupların seçilme oranlarının en başından belirlenmesi yatar. Farklı etnik ve dilsel grupların bir birlerine oy vermesi demek, dünkü gibi sadece çoğunluktaki grubun yönetimi altındaki partiler ve oy verme sisteminde yapıldığı gibi bir formülle olmaz. Gerçek federalizmde, tarafların her koşulda belli sayıda sandalyeye sahip olacağı kesindir. Yani bir etnik/dilsel grubun sandıktan çıkıp çıkmayacağı diğer grubun insafına kalmaz. Sandalye sayısı, 5-1; 4-2; 3-3 ne gibi bir formül yapılırsa iki dilsel gruptan vatandaşın her seçimde, daima seçileceği ön koşuldur. Bu koşul yerine getirildikten sonra taraflar birbirlerinin adaylarına oy verir ve iste o zaman karşınızdakinin ılımlı, demokrat vs. olmasına dikkat eder şekilde oy veririsiniz, bu da sonucunda temsiliyetin merkeze yönelmesini getirir. Dün yapılan, federalizme hizmet değil, çoğunluğun azınlığa tahakkümü sistemine olur vermektir. Demokrasi artık üniter devletlerde bile çoğunlukların azınlıklara tahakkümünün zorlukları ile yüzleşmektedir. Dünkü formülle ortaya çıkan tablo, Kıbrıslı Türklerin seçilme ve temsiliyetlerini her koşulda Rum çoğunluğun icazetine, takdirine ve insafına bırakması demektir. Şu an bir rüyada adayarısı. Romantize ediliyor bu durum. “Sınırsız Kıbrıs” imgesini teşvik ediyor. Seçilen kişinin ne kadar Kıbrıslı Türklerin sesi olduğu, ne kadar Türkçe konuşan bir Kıbrıslı olarak Rumların hakim görüşlerinin Kuzey’deki anlatıcısı olduğu veya kişilerin kendi idealleri ne olursa olsun parti politikaları ile bağlı oldukları sorunsallarına girmemize bile gerek yoktur. Kişilerden çıkaralım meseleyi ve bu yapının bize ne önerdiğine bakalım. Bundan sonraki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bir Kıbrıslı Türk (seçtirecek “Türkçe konuşan Kıbrıslı” kalmadıktan sonra) seçmemeye karar verildiğinde, bu partilerden aday yapılmadığında veya göstermelik aday yapılsa bile seçilmeme kararı çıktıktan sonra bir Kıbrıslı Türk’ün seçilebilme şansı nedir? 80 binimiz de o sandığa gitsek ve bir mucize ile 80 binimize de oy kullanma fırsatı verilse, yine de seçilemeyiz.

Kıbrıslı Türklere bir şeker verildi. Tatlı, cazip. “Etnik farklara bakmayın, bizler Kıbrıslıyız. Milliyetçilik ötekileştiricidir, dışlayıcıdır”. Doğru. Ama bakın milliyetçilik ne kadar güçlü bir ideoloji ki, Kıbrıslı Türkler’in sandıklara gidip, üniter devlet kurgusunda çoğunluğun altında ezilecekleri bir sistemi kabul ettirmek için mikro milliyetçi bir söylemle insanlar cezbedildi: “Türkçe konuşan bir Kıbrıslı AP’de!” Adayarısında bu “sınırsız, etniksiz, Kıbrıslılık” tatlı ve cazip söylemi de hep tek taraflı yapıldı. Nasıl mı?  Uzun yıllar Türklük-Rumluk kavramlarını boş verin, KIBRISLISINIZ dendi. “Kıbrıslı Türk demeyin Kıbrıslı deyin” ile başladı, Kıbrıslı Türkün, Türkünü küçük ve birleşik yazın gibi absürt noktalara çekildi. Kendine özgü Müslümanlığı olmak argümanından çıkarlıdı, Müslümanlık Kıbrıslı Türkler’in hiç sahip olmadıkları, bir anda Türkiye’den ithal bir şeye dönüştürüldü. Ama benim kendilerine “ara bölgeciler” adını verdiğim grubun iki toplumlu etkinliklerle ya da adayarısının öbür yarısındaki adalılarla ilgili hitaplarına bakın: “Kıbrıslı Elenlerle buluştuk” veya “Ortodokslar ne der” gibi kimlik betimlemeleri var. Kimlik meselesinde birinci kural, kişi kendini nasıl tanımlıyorsa, ona o şekilde hitap etmektir. Elen görüyorsa Elen’dir, Ortodoks görüyorsa Ortodoks’tur. Buradaki sorun, “Kıbrıslılık” aidiyetinde etnik, dilsel veya kendileri için önemli yeri olanlar için dinsel kimliğin görünmez kılınma isteğinin Kıbrıslı Türkler’den beklenmesidir. Kimliğinizde Kıbrıslı Türk ya da dilinizin Türkçe olmasını eritmeniz talebine karşılık, adanın diğer yarısındakilerin kimliğindeki tüm ayırt edici özelliklerin büyük bir saygı ile kabul edilmesi beklentisine benzer şekilde dün gidip AP seçimlerinde Kıbrıslı Türkler olarak oy verdiğinizi hatırlamanız gereklidir. Federal yapının içinde sahip olmanız gereken sandalye sayısını unutarak ve kendinize ait oy miktarı ile asla ve asla bir Kıbrıslı Türkü seçemezken Rumların her türlü kimlik politikalarını istedikleri partide gerçekleştirebilecekleri ve seçilebilecekleri şekilde.


Dünya hızla aşırı sağın, ırkçıların, kendinden farklı olan herkese karşı toleranssızlığın yükselişte olduğu bir döneme girdi. Bir sonraki secimde, Türkçe konuşan bir Kıbrıslı’nın da seçilmesinin Rum tarafında güçlü bir toplumsal geri tepmeyi (backlash) beraberinde getireceğini büyük bir aşırı sağ yükseliş olarak kendini göstereceğini buradan bir bilim insani olarak üzülerek öngördüğümü belirteyim. O zaman AKEL değil aşırı sağ ve milliyetçi ve ırkçı bir grubun altında seçilme umudu ile sadıklara koştuğunuzda sonuç ne olacak biliyorsunuz değil mi?

Savaş görmüş toplumların rüya ile hareket etmesi doğru değildir. Kıbrıs’ın alanında çalışmış, iki tarafın sivil toplumunu görmüş biri olarak söyleyebilirim ki, “sınırsız’ etniksiz” bir Kıbrıs’ta yaşamıyorsunuz. Daha sivil toplumdaki insanlar bile geçmişin travmaları ve kimlik çatışmaları ile yüzleşememiş durumdadır. Bizler farklı dil ve etnik gruptan gelen sayısal olarak farklı olan Kıbrıslılarız. Farklılıkların ezme ezilme ilişkisine dönmemesi ve kucaklanabilir bir hale bürünmesi için gerekli olan, bu farklılıklar yokmuş gibi davranmaya çalışmak değil, bu farklılıkları kucaklayarak, kabul ederek herkesin temsiliyetinin bir grubun öbürünün insafına kalmadan oluşturulmasıdır.