Gayrı resmi görüşmeler için startı veriyoruz.

İki devlet, egemen eşitlik gibi cümleler kuruluyor ancak bunun asıl olacağı hususunda doluya koyuyoruz sığmıyor, boşa koyuyoruz dolmuyor.

Mevcut hali ile çözümsüzlük en çok garantör olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin işine geliyor.

Biz Kıbrıslı Türkler belirsizlikle mücadele ediyoruz.

Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti olarak dünya ile bağlantılı bir şekilde gerçek, yasal ve her anlamda uluslararası kimliğe sahip bir devlet olarak zaten yürütülüyor.

Avrupa Birliği de Birleşmiş Milletler de arkasında.

Yunanistan da garantör olarak siyasal statüsü çerçevesinde sürece müdahil.
İngiltere’nin ise çoğu zamanki gibi tuzu kuru…

***

Tüm dünyanın bir şekilde Kıbrıs adası ile bağı ve bağlantısı var. Herkesin dünyanın bu noktasından kendisine pay çıkarma çabası en büyük zararı bize veriyor.

Ve işin garibi asıl kârlı olan ile kendimizin gördüğümüz zararı değerlendirme noktasında son derece yetersiz kalıyor, kendi çıkarımız yerine başka herkesin çıkarına hizmet ediyoruz gibi geliyor.

***

Biraz düşünelim mi birlikte?

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü olarak adanın tümünü kapsayan garantörlük statüsünden egemen eşitlik söylemi ile Türkiye’nin Kıbrıs’taki etkinlik alanı %30’luk bir alana sıkışıyor!

Türkiye bunu kabul ediyor mu?

Kıyı şeritlerinin tümü ile ilgili garantörlükten, sadece KKTC kıyı şeritleri ile kıta sahanlığına ana-yavru çerçevesinde yapılacak antlaşmalar ile erişim imkanı kısıtlanarak kalıyor.

Türkiye’nin de bizim de bunun farkında olmama durumumuz söz konusu olabilir mi? Sizin bunun gerçekçiliği hususunda şüpheniz uyanmıyor mu?

Münhasır ekonomik bölgeler üzerinde ada çevresinde yer alan doğal kaynaklar hususu ve elektrik-gaz-su projeleri ile erişimi arzulanan Güney Akdeniz bölgelerine kadar erişim imkânı sağlayan garantörlük de egemen eşitlikle ortadan kalkıyor!

Türkiye buna da mı “tamam” diyor.

***

Peki, hal böyle olunca her türlü bağın koptuğu, egemen iki devletle adanın bölünmesindeki kalıcılığı netleştirdiğini varsayalım!

Adanın tümü müktesebat dahilinde olmasa da Avrupa Birliği toprağı ise Türkiye de biz de bu defa Avrupa Birliği ile karşılıklı temas zorunda kalacağız.

O zaman da ister istemez şunu sorgulamıyor muyuz?

Türkiye-AB ilişkilerinin temellerinde yıllardır tamiri/yol kat etmesi mümkün olamayan müzakere süreçleri var.

Öyle olunca, TC de tüm bu ekonomik ve siyasal topluluğu karşısına almış olmuyor mu?

Bu kalabalık karşısında tek başına Türkiye’nin yeterince kuvvetli pazarlık payları olduğunu varsayalım.

O zaman yepyeni bir soru: Biz meselenin neresinde oluyoruz?

Biz Kıbrıslı Türkler miyiz yoksa Türkiyeli kişiler olarak mı anılacağız dünya siyasal coğrafyasında

Öyle sayılacaksak egemen eşit olacak olan devlet biz im devletimiz mi olacak yoksa Türkiye Cumhuriyeti mi?

Bu düşüncelerle uluslararası ilişkileri bir psikolojik danışman ve iletişim uzmanı olarak çözmem veya net argümanlar ortaya koymam belki çok mümkün değildir. Uluslararası ilişkiler ya da siyaset bilimci değilim ki…

***

Tüm bu soru işaretleri çerçevesinde meseleyi tartışırken dahi sizce de KKTC, egemenlik, özgürlük, bağımsızlık ve çözüm ekseninde inşa edilen söylemler kendi içinde çelişmiyor mu?

Tüm bu çelişmeleri ben bile görebiliyorsam koca koca “adamlar” farkında değil mi?

Belki de bu sebeple gayri resmi diyorlar.

Çünkü elle tutulan ne olduğu belli değil!

***

Buna karşın Kıbrıs Cumhuriyeti ayaklarıyere sapasağlam basarak “Benim tuzum zaten kuru” diyor.

Seyreyleyelim bakalım…

Dr. Çiğdem DÜRÜST