Yeni Koronavirüs (nCoV) normal bir virüs değilmiş meğer.

Diğer Koronavirüslere göre insan solunum yollarına yapışma eğilimi (affinitesi) dört kat fazla. Dolayısıyla hızlı yayılıyor.

Kliniği de normal bir klinik değil. Hücre içerisine girdiğinde, hızla çoğalarak, kısa sürede çok fazla sayıya ulaşıyor. Bu da, virüse yakalanan kişinin akciğer fonksiyonlarında hızla bozulmaya neden oluyor.

Sonuç malum.

Bilim insanları, normal hayata dönüş süreci için en az bir yılı, belki de iki yılı öngörüyor.

Yaşadığımız süreç, Koronavirüs’ün yaşamımızı uzunca bir süre etkileyeceğine, belki de tamamen değiştireceğine işaret ediyor.

Yoksa yanlış bir algı içerisinde miyiz?

Virüs zamanla mutasyona uğrayacağı için, belki bir yıl içerisinde aşısına kavuşabileceğimiz için, bu virüse ne kadar geç maruz kalırsak o kadar artıdayız diye mi düşünüyoruz?

Ya da, virüse ne kadar az kişi maruz kalırsa, sağlık sistemine o kadar az yük biner mi diyoruz?

Bu yüzden de ‘’EVDE KAL’’ mı diyoruz?

Evlerimizde de kalıyoruz…

Ülkemizde de evde kalıyoruz.

Evde kaldıkça, test(sizlik) dopingli yatay seyrimiz devam ediyor. Tek tük vaka çıktıkça da ‘’acaba evde kalmaya devam mı etsek?’’ diyoruz.

Ama nereye kadar?

Çünkü, yine bilim insanlarının bir tespiti var. Koronavirüs ile toplumumuzda her iki kişiden biri, ya da her üç kişiden ikisi bu virüs ile kısa-orta vadede karşılaşacak. Uzun vadede ise belki de her on kişiden dokuzumuz karşılaşacak. Çünkü, Koronavirüs artık, yaşantımızda var olan virüslerden biri olacak.

Yani kaybolmayacak!

Tıpkı salgına neden olan diğer virüsler gibi…

Demek ki evde kalmakla virüsten kurtuluş yok aslında.

Evde kalmakla, en az kendimiz kadar, devletimize de yardım ediyoruz.

Evde kalmakla, aynı anda çok fazla hasta ile sağlık sistemine yüklenilmemesi hedefleniyor.

Evde kalmakla, virüsle enfekte olanlara kaliteli sağlık hizmeti verilmesi hedefleniyor.

Eve kalmakla, kayıpların azaltılması hedefleniyor.

Dolayısıyla, her ülke, kendi sağlık altyapısına paralel bir şekilde evde kalma önlemlerini alıyor.

Biz de öyle yapıyoruz.

Evde kaldıkça kalıyoruz.

Sağlık altyapımız ölçütünde evde kalıyoruz.

Evde kalıyoruz ama, sağlık altyapımız ne kadar kuvvetleniyor belli değil!

Dolayısıyla, evde kalma süremiz uzatıldıkça uzatılıyor!

Bu doğru bir yaklaşım ama sürdürülebilir değil.

Çünkü, toplum ve devletin bedensel sağlığının yanında ruhsal ve ekonomik sağlığı da söz konusu.

Bu yüzden, evde kalmanın yanında başka şeyler de yapmak gerekiyor.

Sağlık alt yapımızın, bir an önce kuvvetlendirilmesi gerekiyor!

Daha sonra, sadece devlete değil, hane halkına da gelir getirecek işletmelerin kısmi (yarım gün/gün aşırı gibi) açılmalarına yönelik tedbirlerin ivedilikle alınması gerekiyor.

Paket servislerin, internet üzerinden satışların, kontrollü bir şekilde önünün açılması gerekiyor.

Uzunca bir süre, yurt dışından gelişlerin olamayacağının bilinci ile, yurt içi ekomonik kalkınmanın temellerini atmak gerekiyor.

Evde kalmak yetmiyor!

Sadece ama sadece evde kalmakla bu işin üstesinden gelemeyeceğimizi kavramamız gerekiyor!

Evde kalmanın yanında, yavaşlatılmış yaşama geçmek için akla gelebilecek her taktiğin uygulanması gerekiyor.

Yavaşlatılmış yaşam üzerinde ciddiyetle durmamız gerekiyor.

Belki de bir taraftan en riskli olan 60 yaş üzerindeki büyüklerimizi korumaya alırken diğer taraftan da, yavaş yavaş üretime geçmemiz gerekiyor.

Riskin arttığı durumda ise, tekrar evlerimize kapanmamız, yeni ortaya çıkan vakalarla uğraşmamız gerekiyor.

Bu şekilde, ta ki aşı bulunana ya da virüs mutasyona uğrayıp da etkisini kaybedene kadar, kah biraz evde durarak, kah kontrollü bir şekilde biraz dışarı çıkarak varlık mücadelemize devam etmemiz gerekiyor.

Ne evde durmakla virüs kaybolacak, ne de elimizi kolumuzu sallayarak dışarı çıkmak hayatımızı kurtaracak.

İdeali, sağlık sistemimizin alınan önlemlerle birlikte, makul olan en yakın zamanda yavaşlatılmış yaşama geçmek olacak…

Yavaşlatılmış yaşam demek, dışarı çıktığımız an, zorunlu maske takmak demek.

Yavaşlatılmış yaşam demek, sosyal mesafe (social distance) kurallarına (iki metre) uymak demek.

Yavaşlatılmış yaşam demek, uygun iş yerlerini, uygun zaman dilimlerinde ve uygun günlerde faaliyete geçirmek demek.

Yavaşlatılmış yaşam demek, gerektiği kadar test ve tomografi demek.

Yavaşlatılmış yaşam demek, virüsün yayılma riskinin arttığı bilimsel verilerle tespit edildiği an, tekrar evlerimize, güvenli yerlerimize dönmek demek.

Devlet ve toplum olarak, bilimsel verilerin ışığında, sosyal mesafe kriterlerine uyarak, yavaşlatılmış yaşam kavramının üzerinde durmazsak, ya hep evde kalacağız, ya da yetti artık diyerek, beki de sivil itaatsizliği de göze alarak, kaderimize razı olacağız…

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899