Adayarısında adettendir. Politikacı kendi sosyal konumuna göre olguları değerlendirir. Bakın Sibel Siber ne demiş “dünya kadın hakkı günü” dolayısıyla: “kadınlar sosyal ve kültürel alanda, eğitimde, hukukta, aile içinde, çalışma hayatında ve siyasette başarıyı yakaladı...ancak ne yazık ki bugün üst yönetimde ve siyasette kadın sayısı arzu edilen sayının çok altındadır” (kibristime.com). Sibel Hanım muhtemelen kendi kadın tecrübesinden hareketle tüm toplum içindeki “kadınları” tanımlıyor. Kendini sosyal ve kültürel aktivitelere katılabilen bir kadın birey görüyor. Doktor. O yüzden çalışma hayatında da var, o yüzden ona göre tüm kadınlar çalışma hayatında başarılı. Bu “aile içindeki” başarı kıstası nedir onu pek anlayamadım. Partili feministler aracılığı ile adaylık sürecinde derinleştirir belki, anlarız. Siyasette kadın başarılıymış. Bunun da kendi siyasi pozisyonundan hareketle bir tespit olduğu ortada. Milletvekili seçilmiş sonra meclis başkanı, demek ki kadınlar siyasette başarılı. Nerede sıkıntı varmış kadınlar için? “Siyasetteki üst yönetimde”. Yani Sibel Hanım bize kadın bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olmamasının eksiğimiz olduğunu söylüyor. Yani aslında “ben cumhurbaşkanı olursam,siyaset üst yönetimler dahi her şeyde tüm kadınların durumu düzelecek” demek istiyor. Alt metni bu. Yani kadın haklarını “kutladığı” bugünü kendi sosyal pozisyonu içinden güzelce değerlendirmiş.
 
Kadınların aile içi şiddetten adayarısındamuzdarip olduğu pek yer almıyor bu söylemde. Lisans eğitimini tamamlarken Avrupa Birliği burslarının kadın öğrencileri yararlandırmak istediğinde “nişanlım bırakmaz, ailem evlenmemin daha çok ertelenmesini istemez” diye bursları doldurmadığını pek işlemiyor bu söylem. Kadın meslekleri ile erkek meslekleri diye sert bir ayırım içinde çalışma yaşamında kadınların engellendiğinden hiç dem vurmuyor. Siyasi temsiliyette kadın oranlarının yerlerde süründüğü hiç fark edilmemiş. Siyaset dışı mesleklerin üst kadrolarında kadınların olmadığı kayda geçmemiş. Arabada gezip, alışveriş yapmanın sosyal ve kültürel hayata katılmakla alakasız olduğu açıklanmamış. 40 yıldır adada yaşayan, göçmen kadınların sosyal, kültürel, eğitim, çalışma hayatındaki eksikliği akla bile gelmemiş.
 
Sibel Hanım feminist söylemleri içselleştirmemekte ısrarcı. Ataerke konuşarak başkanlık yarışını sürdürmeye kararlı.
 
Bugünkü yazının odaklarından biri Sibel Hanım’ın çıktığı “sol” parti ve cinsiyetinden farklı olan sağdan çıkmış ama zeminini epeyce kaybetmiş mevcut cumhurbaşkanı Eroğlu. Onun da açıklaması var bu “kadın hakları günü” ile ilgili. Birbirlerinden cinsiyet ve parti olarak farklı olsalar da benzeşiyor açıklamaları. Yalnız Eroğlu da kendi sosyal konumundan algılıyor “kadını”. Ne diyor Eroğlu: “Kadınlarımız, günümüzde demokrasimizin, sosyal, siyasal, ekonomik yaşantımızın karşı cinsten eşit bireyleri ve en önemli unsurlarıdırlar… Onların duyarlılığı, şefkati, ilgisi, bilgisi ve zekası sayesinde daha güzel yarınlara erişeceğimizden hiç kuşkumuz yoktur… Kadın hala ailenin temel direğidir. Sağlam, sağlıklı, iyi aile ise güçlü bir halk, güçlü bir Devlet için temel koşuldur. Ülkemiz kadınlarına yönelik pek çok düzenleme yapılmıştır ama bunlarla yetinmemek, hep daha iyiyi başarmak için çalışmak lazım…” (kibristime.com). Mesajını “sevgi ve başarının kaynağı olan kadınları kutlayarak” bitiren Eroğlu için de kadınlar, şefkatleri, zekaları ile toplumu ilerletecek “unsurlar”. Yani başarının kendisi değil, başarıyı erkeklere sağlayan “kaynaklar”. Kadının en temel vazifesi ailenin direği olmak. Bu sağlam, sağlıklı, iyi aileyi kuran kadınlar güçlü halk ve güçlü devlet yaratılmasına aileden zemin oluşturuyorlar Eroğlu’na göre. O da kendi sosyal konumundan algılıyor kadınları. Politikada etkin erkekler yaratmak için kadın “unsurlardan” yararlanılmalı ve politika bütüncül bir yaklaşımla aileyle ilişkilenmeli diyor alt metninde. Kadınların aktif politik özneliğindense burada bilgilerinden yararlanılacak “güzellikler” oldukları vurgulanıyor. “Kadınlarla ilgili düzenlemeler yapıldığını” savunurken kadınları edilgenleştiriyor. Neden? Çünkü sosyal pozisyonu gereği Eroğlu makamı kendi talep ediyor, kadınların aktif çalışması da kendisini desteklemekle sınırlanıyor.
 
Bu sağlam, sağlıklı, iyi aile, güçlü toplum-güçlü devlet formülasyonu ise akılları karıştırır bir tespit olarak duruyor. 40 senedir içinde yaşadığımız düzenin mimarlarından birisi olduğunu övünerek kabul eden Eroğlu acaba memleketin durumundan haberdar değil midir? Durumu biz özetleyelim:
Gençler askerlik derdinden memleketi terk edip gidiyor,
Boyun eğmeyenlerin ekmeği ile oynanıyor, beyin göçü hat safhada,
Dünyada, Türkiye de dahil, kimsecikler tarafından tanınmayan, meşruiyeti olmayan bir “devlet” altında, üretemeyen, başkasına bağımlı bir toplum var,
Eğitimi sahteci ve intihalcilerin çökerttiği, bilginin değil diploma satmanın geçerli olduğu, ehil insan yetiştiremeyen bir yapı var,
Sokağa itilmiş çocukların desteklenmesini proje paraları için bir hamlede ortadan kaldırabilenlerin düzeni hakim,
Savaşlardan çok trafik cinayetlerinde insanların kaybedildiğini bir yerde, kelle koltukta her gün insanlar trafiğe çıkıyor,
Her gelen hükümetin kasa boşalttığı, seçimlerin para ceplemenin bir aracı haline geldiği bir düzendeyiz,
Yasaları uygulayan ve hesap verebilirlik ilkesiyle hareket eden hükümetleri 40 yıldır kuramadık,
Yolsuzluk diz boyu, yolsuzluğu yapanın yaptığı yanına kalıyor.
 
Aklım Eroğlu’nun sağlam, sağlıklı, iyi ailenin güçlü toplum ve devlet yaratması formülüne takılıyor. 40 yıldır bu düzeni kuran ve geliştiren siyasetçi olarak acaba Eroğlu bize neyi itiraf ediyor?