Radyo Vatan’da stüdyoda yanımda Başbakan Ersan Saner…

Zaman kısıtlı ama sormadan edemedim;

Bunca sıkıntı altındayken nasıl oluyor da sinirlenmiyorsunuz, kızmıyorsunuz, diye…

Öyle değil mi ya!

Ülke yangın yeri, parti başka bir alem…

Başka birisi olsa çoktan istifasını yazar sade bir vekil olarak devam ederdi!

Sinirlenmiyorum, dedi…

Hoş geçen hafta içinde anjiyo olup sonuçlar içini rahatlattı ama!

Yaptığı iş de kolay değil…

Salgın ve ekonomi bir yandan…

Parti içi sorunlar diğer yandan!

Bu arada son gördüğümüzden bugüne epey kilo vermişti ama biraz daha vermesi kaçınılmaz…

Genel olarak da sağlıklı ve enerjik bir görünüm çiziyordu!

Öncelikle son sorularımıza değinelim…

Aşı ve diğer konular bittikten sonra programın sonuna doğru biraz heyecanlanalım dedik, o da kabul etti!

Zira şu sıralar UBP içinde hemen herkesin kafasında kurultay tarihi var…

Bu konudaki belirsizlik dün itibarıyla sona erdi!

UBP kurultayının Ekim ayında yapılacağını söyledi…

Bu konuda diğer adayların sabırsız olduklarını hatırlattık!

Cevabı gayet net ve kesindi…

İlk kurultayda niye çekildiler diye yanıt verdi!

Başbakan Saner bu konuda ilk kez bizim programda görüş belirtti…

Heyecanlı soruya heyecan yapmadı ama ses tonu yükselmişti!

Peki aday mısınız diye sorduğumuzda da heyecan yükseldi ve iki kelimeyle yanıtladı;

Kesinlikle adayım…

Adaylık konusunda kendine olan güvenini hissettirdi bize!

Zaten şu anda bile sadece ülke soranlarıyla değil kurultay için de ciddi bir çalışma yapıyor…

Diğer adaylara da sitemi esirgemeden!

Anlayacağınız Ekim ayı içinde UBP’de ve tabi ki tüm ülkede yine şenlik olacak…

Üçlü hükümet erken genel seçim için kurulmuştu…

Tarih olarak da Ekim ayı belirlenmişti!

Muhalefet de daha erken bir seçim olması için bastırıyor ama dünkü sohbetten sonra Ekim ayında erken seçim olmayacağını da rahatlıkla söyleyebiliriz…

Saner’in gerekçesi de Türkiye ile imzalanan işbirliği protokolü!

2021 yılı protokolüne imzamızı attık, gereklerini de yerine getireceğiz diyerek en azından bu yıl içinde bir seçim olmayacağını da öğrenmiş olduk…

Bu konuda muhalefet partilerine de sitem etmeden geçemedi!

Hükümeti kurma görevini onlar da aldı niye kurmadılar diye sordu…

Bunda yerden göğe kadar haklıydı çünkü görevi ilk aldığında hükümeti kuramayıp bu iş muhalefete kalmıştı!

Muhalefet de kendi arasında anlaşamayınca görev yine Saner’e kalmıştı…

Adına azınlık da dense bir hükümet kurulmuştu!

Ağır aksak gitse de bir şekilde devam ediyor işte…

Türkiye ile imzalanan protokole gelince…

Bir kere gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin kendilerini Türkiye’ye iyi anlatamadığını kabul ediyor ve bunun üzüntüsünü yaşadığını ifade etti!

Zaten hemen tüm protokollerde imzalara sahip çıkılmadı ve Türkiye yetkilileri bu konuda kandırıldı…

Buna biz de katılırız!

Ama muhalefetin yetki teslimi konusundaki iddialara da kesinlikle katılmadığını belirtiyor…

Ve ekliyor;

Türkiye bizim hükümetlerin yetkilerini niye alsın ki?

Sonra devam ediyor;

Son bir senedir yaşadığımız süreçte eğer Türkiye olmasaydı ne yapardık?

Bizim bu konudaki inancımız ise şudur;

Eğer şu anda bir takım iradeye müdahale ve yetki iddiaları konusunda tek sorumlu gelmiş geçmiş hükümetlerdir…

Bizim yapmadığımız, yapamadığımız şeyleri Türkiye yapmaya çalışıyorsa da bunu da oturup bir düşünmek gerek!

Saffet Barutçu açıklama yaptı

Sayın Levent Özadam,

Bugünkü (dünkü) köşenizdeki sorunuzla ilgili olarak, öncelikle böyle bir uygulamanın yapılmadığını belirtmek isterim.

Ayrıca bu ve benzeri konular genel müdür yetkisinde yapılabilecek bir uygulama değildir ve hepimizin bilindiği üzere hükümet değişikliği ile alakalı olarak bir önceki yönetim kurulu en son toplantısını Kasım 2020’de yapmış ve yaklaşık 3 ay boyunca yeni yönetim kurulu atanana kadar da başka bir toplantı yapılmamış ne belirttiğiniz hususla ilgili olarak ne de başka bir konuda karar alınmamış ve uygulama yapılmamıştır. Yaklaşık 3 yıldır toplumun ve siyasetin sürekli gündeminde olan ve geçmiş uygulamalarla sürekli yine bu kurumda yanlış bir şeyler mi yapılıyor eleştirileri alan bir kurumda görev yapmaktayım, göreve geldiğim ilk günden itibaren kurumun toplum nezdindeki bu olumsuz imajını düzeltebilmek, kurumun ülke ekonomisine ve işletmelerine gerekli desteği, seffaf, adil, etkin ve süratli şekilde verilebilmesine yönelik bir vizyonla görev yaptım ve yapmaya devam ediyorum.

Bu noktada yıllardır yapılan eleştirilerin tümünün de haksız olmadığını öncelikle kabul ederek başta bizim kendi özeleştirimizi yaparak, kamunun genel sıkıntıları olan verimsiz ve hantal çalışma düzenini, bırakıp kuruma yapılan başvurularda, başvuru sahiplerini zorlayan bürokratik işlemleri azaltıp, başvuruları ile ilgili doğru bilgilendirme ve ihtiyaç olması durumunda onlara yol gösterici şekilde yaklaşımlarımız olması yönünde sürekli olarak çalışma arkadaşlarımızla çaba gösterdik.

Ben bir Genel Müdür olarak görev sürem boyunca kamuda sürekli ve haklı eleştirilere yol açan başta ek mesai, örtülü ödenek gibi tanımlayabileceğimiz yardım ve bağışlar kaleminden ve genel anlamda kurumdaki tüm harcamalar konusunda tasarrufu ön planda tutarak görev yaptım.

Geldiğimiz noktada 3 yıllık hizmet süresi içerisinde 3. Hükümet dönemine girmiş bulunuyorum, sürekli olarak ama en son da son 2 gündür çok yoğun şekilde kamudaki atamalar bir kez daha toplumun gündemini rahatsız edici şekilde meşgul etmektedir, atamalarda liyakatın gözönüne alınmadığı, kurumlarda hangi kıstaslara bağlı ve hangi yeterlilikte ve donanımda yöneticilerin atanacağı hususunda net kriterlerin olmadığı ve atma erkinin de tamamen siyasilerin kontrolünde olduğu bir yapıda doğru atamaların yapılmadığı, vefa, parti ve akrabalık ilişkileri ile atamalar yapıldığı bir yapıda geçtiğimiz hafta içerisinde sizin köşenizden Kalkınma Bankası Genel Müdürlüğü için de yeni bir atamanın gündemde olduğunu öğrenmiş olduk.

Bu yapı ve sistem değişmediği sürece bunun doğruluğunu yanlışlığını tartışmak bizi bir yere götürmüyor ancak bu vesile ile bazı olguları da gözardı etmememiz gerekmektedir, bu kurumda bir Genel Müdür değişikliği siyaseten tercih edilebilir ancak halen mevcut müşavirler varken dışarıdan bir atamanın düşünülmesi son derece yanlış bir uygulama olur.

Bu konuda gerek kurumun mali yönden ek yükümlülükler altına sokulması gerekse görev süresi kısıtlı bir hükümette, kurumu, kurumun yasa, tüzük ve uygulamalarını, çalışma düzenini, çalışanlarını bilmeyen, genel anlamda Kalkınma Bankacılığı konusunda hiçbir tecrübesi olmayan birisini bu göreve getirmek tam da içinden geçilmekte olan zor ekonomik şartlarda ekonomiye ve işletmelere direk dokunan bir kurumda işleyişin duraklamasına neden olacağı çok net olarak görülmektedir. Son olarak kamudaki sistemsizlik, ilkesizlik, etik ve kural tanımazlığın bir örneğinin de dün itibarıyle Kalkınma Bankasında yaşandığı bir olayı da sizinle paylaşmak istiyorum, kurumda halen görevde olan ve en üst ita amiri olan Genel Müdür varken, bağlı olduğumuz bakanlığın Özel Kalem Müdürü bankaya gelip Genel Müdüre bilgi vermeden, bankada sadece makine değerlendirmelerinden sorumlu bir çalışanla Bankada çok tartışılması gereken iki konu ile alakalı önerge hazırlığı yapması ve yine yetkisi olmadan bankanın Mali İşler Müdürünü çağırarak bu konuda yardım talep etmesi, kamu yönetiminin bu ilkesizlik ve kural tanımazlıkla işlerin yürütüldüğü kaostan bir an önce kurtarılması gerektiği ve görevde olduğum sürece bu tür yanlışlıklara karşı gerekli duruşu bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sergileyeceğimi belirtmek isterim.

Saygılarımla,

Saffet Barutcu