Döllenmiş yumurtaya ‘’zigot’’ denilir. ‘’Doğumun’’ ilk habercisidir. Yuvarlanarak kat eder yolunu bir süre. Gömüleceği yer çoktan hazırdır rahimde. Rahim, koruyacak, sakınacak, besleyecek onu! Ve, ‘’gömülür’’.

 Gömüldükten sonra başka bir süreç başlar rahimde. Başkalaşır, farklılaşır zigot hücre hücre… Ana rahmine gömüldükçe gömülür bu süre içerisinde. Artık bağlıdır ona, muhtaçtır. Sadece rahme değil, annenin bedenine de ortak olur. Küçücük varlığı ile, anne denilen ‘’evrene’’ karışır! Hem anne denilen evreninden beslenir, hem de hücre hücre dağılır anne evrenine! Göbeğinden bağlıdır artık ona, muhtaçtır. O bağdır onu ‘’hayatta’’ tutan. O bağ sayesinde nefes alıp verir, o bağ sayesinde beslenir, o bağ sayesinde temizlenir… Büyüdükçe büyür, anne evreninin içindeki, rahim ‘’küresinde’’!…
Nefes alıyordu nasıl olsa bir şekilde. Kalbi de başlar atmaya. Hatta duymaya da başlar. Geliştikçe çıkar gömüldüğü rahmin içinden! Kürenin içerisinde hareketlenmeye başlar. Özgüven gelir sanki kendine. Bir taraftan parmağını emer, esner, güler, keşfeder kendini; diğer taraftan da merak ettikçe eder, etrafındaki olan bitenleri! Hatta tepkiler vermeye başlar tekmeleyerek, anlam veremediği uyarılara. Sanki sadece kendisi değildir aslında ‘’var olan’’! Hisseder bunu, oldukça ‘’insan’’!
Büyüdükçe, küçülür içinde bulunduğu küre. Hem sabırsızdır aslında, hem de endişeli! Gidip görmeli bir şekilde o evreni… Ama ne yol bilir ne de yordam, bağlıdır bir kere bir kordonla hayata! Ya koparsa? Hali nice olur sonra! ‘’Hayır’’ der içinden, ‘’güvenli burası’’! Evreni hissetmek daha güzel, istemek ölümdür belki de daha fazlasını! Bekler, bekler, bekler…. Zamanın daraldığını hisseder. Bambaşkadır görünümü üstelik. Belli ki bu evren ona bir şeyler demek istiyor. Çağırıyor mu yoksa kendine? Peki ya kordonu? Ondan ayrılamaz ki! Derken, eskisi gibi hareket edemediğini fark eder önce. Evrene göbekten bağlı olması da yetmez olur artık. Ve…hiç beklemediği, planlamadığı bir şey olur! Gürültüler, sarsıntılar başlar! Kıyamet bu olmalı der! Korkar! Nefes alamaz, beslenemez olur! Başı, göğsü sıkışır! Kemikleri birbirine geçer! Daracık bir yerdedir artık! ‘’Bitti!’’ der! Artık her şey bitti! Aklından geçirir küresinde geçirdiği anları. Gelmeyecek geri, gidilen yol ise belli! Adım adım ilerler ölümüne!
 Kısa bir sessizlik… Tepki veremez. Hiçbir yerini hareket ettiremez. Ve….küresiyle bağlantısı kesilir… Hiçliğe gittiğinden emindir artık! Ne ‘’küre’’ kaldı, ne de ‘’evren’’. Hiçlikte asılı kalır adeta tüm benliği ile! Nefessiz, gıdasız, mekansız hayat olmaz ki! Hepsi bir anda gidiverdi! Derken… Farklı bir nefes gelir benliğine, farklı bir ışık, farklı bir ses! Ağlar var gücü ile! ‘’Öldüm ama neredeyim?!’’ diye! Ağlar…ağlar…ağlar… Fark etmez etrafında onun ‘’doğumuna’’ gülenleri. ‘’Hoş geldin!’’ leri bilmez, anlamaz daha… Sadece üşür bedeni… Sararlar onu, ölümünün kefenine, yeni doğdu diye!
Ve… benliği ile kaplar sanki tüm evreni… Annesinin kucağıdır artık yeri! Rahminde, başladığı serüveninin bittiği yerdir, evreni ile bütünleşmesi! Emdikçe emer onu! Benliğine alır, evren o olur, o da evren! ‘’Ölüm ne güzelmiş meğer’’ der içinden… Ona göre ölüm, başkasına göre doğum… O, ‘’iyi ki öldüm’’ derken, diğerleri de ‘’iyi ki doğdun’’ der!...
 Yeni bir kürededir artık. Dünya’dır adı! Evren ise şimdilik kendisidir, bir de annesi. Yeni evrenler eklenir büyüdükçe. Bu kürenin içinde de büyüyormuş insan. Büyüdükçe evreni kavramaya çalışıyormuş üstelik. Diğer hayatında parmağını emerek kendini keşfetmeye çalışırken, bu hayatında yapması gereken o kadar çok şey varmış ki!
Yaşadıkça öğrenir, öğrendikçe yaşar, insan olur tam anlamıyla. İyi ya da kötü, ama insandır! O kürede tek bir görevi vardır, eski hayatında olduğu gibi, ‘’var olabilmek’’! Çalışır, çabalar… Yaşar tam anlamıyla. Göbeğinde, eski hayatında, onu hayata bağlayan kordonunun izi olduğunu unuta unuta yaşar bu hayatında! Büyür, büyüdüğünü zanneder! Güçlenir, güçlendiğini zanneder! Hatta, an gelir, tüm evrenin kendisi, ‘’evrenin efendisi’’ olduğunu zannetmeye başlar bu insan!
 Yaşadıkça yaşar, sığdıramaz kendini yeni küresine! Eski hayatındaki küçük küresine göre çok daha büyüktür ama, bu sefer bedenen değil, ‘’düşünceleri’’ ile sığamaz olur. Evreni keşfetmeye çabalar durur! Bedeninin gücü yetmez çoğu zaman, düşüncelerine başvurur! Eski hayatında sadece bedeni olgunlaşırken, fark eder mi ki bu hayatında asıl olgunlaştırması gereken şeyin düşünceleri olduğunu? Eski hayatında bedeninin tam olgun ve hazır olduğunda ölüme koştuğunu, bu hayatında ise, bedeni çökerken, düşüncelerini (ruhunu) olgunlaştırması gerektiğini fark eder mi?
Ve…küredeki olgunlaşma sürecinin sonuna gelir zamanla… Eski hayatına da annesinin rahmine gömülmekle başladığını kavramıştır artık! Şimdiki hayatında ise gömüleceği yere toprak deniliyor, toprağın olduğu küreye de dünya! Evrene ne olacak peki? Eski hayatında annesi idi evren onun için… Peki ya şimdi?
 Yine dar bir yerde! Sessizlik hakim etrafında! Nefes alamadığından emin! Yeme-içme de yok! Hareket edemiyor ama hissediyor! Bir değişimi, dönüşümü yaşıyor yine! Yanına alabildiği tek şey, tecrübeleriyle kazandığı olgunluğu yine… Bu sefer bir şey farklı ama… Çevresindekiler gülmüyor bu sefer… Ne ‘’hoş geldin’’ diyor, ne de ‘’iyi ki doğdun’’ diyor… Ağlıyor herkes… ‘’Neden çekip gittin’’, ‘’vakitsizdi gidişin’’ diyor, ağlıyor. Onlar ağlarken, o da ‘’gömülüyor toprağa’’, sanki yeniden ‘’rahme gömülür’’ gibi…
İnsanın, eski hayatındaki ‘’ölümüne’’, ‘’doğum’’ derken, bu hayatındaki ‘’ölümünün’’ de başka bir yere ‘’doğmak’’ üzere çıktığı bir yol olduğu da aşikar değil mi?... Hem de her şey o kadar birbirine benzerken… Tabii anlayana, inana! Hayırlı bayramlar…
H. İlker İpekdal