Yavaş yavaş ama geriden demiştik.

Geç kalıyoruz da demiştik.

Her yeni gelişen olaya göre tek tek çözüm bulup bir yerden patlağı kapatırken başka bir yerden patlak açılmasına seyirci kalınıyor adeta.

İlk günden sınırları kapatsaydık, bölgeler arası ulaşım da, her türlü temas riski de ortadan kalkacaktı. Sonra temaslılarla temassızlar, virüsü alanlarla almayanlar tespit edilecek, yenisi de kısa bir süre içinde ortadan kalkacaktı.

Sonra biz kapılarımızı kapatıp, kamu hizmetimizi de diğer her türlü alışverişimizi de ekonomik, kültürel, siyasal, eğitsel ve her türlü yaşantımızı da ta ki sınır kapılarımızı açmaya karar verinceye kadar sürdürecektik.

Hayat şimdiki gibi ne kaosa ne de esarete gerek duyulmayacak kadar kolay olacaktı. Devlet vergileri toplamakta, maaş ödemekte, işçilerin yatırımları için kaynak aramakta bu denli enerji harcamayacaktı.

Neden mi yapmadık?

İşte burası çok önemli:

Ya yapamadık ya da yapmaktan korktuk.

Eğer yapamamışsak gerekli itinayı gösteremedik, yeterli bilince sahip değildik…

Ya da sınırlarımızın yeterince korunabileceğine ihtimal veremedik. Korktuk. Bir yerlerden bir kaçak olabileceğinden korktuk. Battı balık yan gider zihniyeti ile hareket ettik.

Şimdi de karşımıza çıkan her yeni koşula göre konum değiştire değiştire ilerlemeye çalışıyoruz.

Pandemik, Mayıs sonlarında hız kesecek, bizler de ağır ağır normale dönmeye başlayacağız işte…

Yani kaderin ellerinde varlığımız sınanmakta bir nevi…

***

Bölgeler arası geçişleri, vaka sayısındaki artışla birlikte kapattık.

Oysa virüs ile anlaşmalıydık biz. O, sadece gece 21.00 ile sabah 6 arası çıkacaktı. Anlaşmaya uymadı ufaklık. Sanırım Karpaz’da, Lapta’da filan anlaşmayı deldi…

***

Ne acıdır ki şu an halâ ne ile karşı karşıya olduğumuz, kimlerin temaslı olduğu hakkında bilgimiz yok. Ya da bu konuda bilgi sahibi olmak konusunda yetersiz kalmaktan korkuyoruz. Eee… bu güne dek hiçbir şeyimiz tam olmadığından, bu güvensizliğin yaşanması son derece normal. Devleti devlet yapan, ona güvenen toplumuysa, 13 Mart itibarı ile güzelce bunu olsun yoluna sokmaya çalışabilirdik. Hadi devleti yönetenler de bununla hayatlarında hiç karşılaşmadılar, acemiydiler… E aradan bir ay geçti. Bitmedi mi bu deneme yanılma süreci hala…

***

Hangi evde kaç kişinin yaşadığını bilmeyerek kaç kişinin temaslı olabileceği hakkında bilgi sahibi olunmasını beklemek doğru olmazdı gerçi. Öyle değil mi?

***

Ey dostlar, bu süreçte gemisini kurtaran kaptandır.

Bilinçli olan, korunmasını beceren, hijyenine özen gösteren, temasın ne olup olmadığını kavrayabilen kurtulacak, diğerleri ya hastalanıp iyileşecek ya da hastalanıp ölecek.

Doğrusunu isterseniz, buna bir tür doğal seleksiyon da diyebiliriz. Yani bunu başarmak için bir devlet idaresinde yaşamaya çok da gerek yok. Orman kanunları da geçerli olabilir bu süreçte bir nevi…

Ekonomik yaşamda da gemisini kaptan kurtaracak. Ya da gemisi ile batacak. Bugüne kadar ne kadar yağını ciğeri ile kavurabilmişse, bundan sonra kavrulacak ciğeri kalanlar ayakta kalabilecek.

***

Durum anlaşılmıştır:

Hastalanmamak için evinde kal.

Az harca.

Az ye.

Hastalanma.

Çoluğunu çocuğunu koru.

Hayatta kalmayı başarabilirsen devam edeceksin.

Belki sürecin sonunda devlet kaynağı hesaplananın çok altında bir nüfusa bölünecek. Belki telaşa da gerek kalmayacak. Ama şimdilik sen bunu düşünme. Önüne bak. Canına bak.

Çünkü seni yine senden başka koruyacak olmayacağını bil.

Kamu görevi verenler, elzem noktalarda olanlar ne denli canla başla devleti ve toplumu korumaya ve yüzümüzü güldürmeye çalışsalar da, bu tamamen iradeleri ile ve el yordamıyla oluyor. Hepimizden bir farkı yok onların da aslında…

Sistemsizlik işte tam da öyle bir şey…

Dr. Çiğdem DÜRÜST