Anayasamızda üstün özellikler olduğu gibi ciddi hatalar da vardır.
Örnek olarak Mahkemelerle ilgili bir sorun üzerinde duralım.
Ülkemizde Danıştay görevi yapan Yüksek İdare Mahkemesi çok az konunun dışında tek
dereceli bir Mahkemedir. Yani bu Mahkemede verilen kararların temyizi veya bizim
deyimimizle istinafı yoktur. Anayasa yapılırken Kurucu Mecliste olan arkadaşlar “Tek
dereceli olmanın ne sakıncası var? Nasıl olmasa iki dereceli de olsa son kararı aynı yargıçlar
verecek değil mi?” diye düşünmüş olmalıdırlar. Bu nedenle tek dereceli bir Mahkeme
oluşturmayı tercih ettiler. Halbuki bu doğru bir görüş değildi. Çünkü bir yargı organının
düzgün çalışabilmesi için iki dereceli olması şarttır.
Hukuk sistemimizde Üst Mahkemenin işlevi sanıldığı gibi İlk Mahkemenin yaptığı işi
tekrarlamak değildir. İlk Mahkeme olguları değerlendirerek bir bulgu yapar ve hukuku
uygular. Üst Mahkeme ise verilen kararda hata olup olmadığını gözden geçirir.
İlk Mahkeme, karar verirken taraflardan birinin memnun kalmaması halinde istinaf
edebileceğini düşünmek zorundadır. İlk Mahkeme kararını gözden geçiren Üst Mahkemenin
ise verdiği kararın emsal oluşturacağını ve belirtilen ilkenin diğer davalarda da
uygulanacağını düşünmesi gerekir.
Bu çalışma yöntemi yargının işini çoğaltmaz aksine azaltır. Çünkü istinaf veya temyiz
görevini yapan Üst Mahkemenin verdiği karar otomatik olarak tüm benzer davalara
uygulanacağından davalar azalır.
Tek dereceli olmanın yaratacağı diğer bir sorun eşit düzeyde Mahkemelerin verdikleri
kararların çelişkili olma olasılığıdır.
Bu nedenlerle Yargının doğru çalışması ve beklenen adaleti sağlaması için iki dereceliğe
ihtiyaç vardır. KKTC de bu gerçek anlaşıldığı zaman tüm siyasilere Yüksek İdare
Mahkemesinin iki dereceli olması gerektiğini anlattık. Tümü hemfikir oldu. Buna rağmen
yasal bir değişiklikle durumu düzeltmemiz mümkün olmadı. Çünkü Anayasanın 152. maddesi
Üst Mahkemenin yani Yüksek İdare Mahkemesinin yönetsel davaları dinlemeye “münhasır”
yetkisi olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle Anayasayı değiştirmeden yönetsel davaları iki
5
dereceli hale getirmek mümkün değildi. 152. maddeden “münhasır” sözcüğünü çıkarmak ise
çok zor veya imkansızdı.
Anayasada bulunan “münhasır” sözcüğü yönetsel davaları “sadece” Yüksek İdare
Mahkemesinin dinleyebileceği anlamına geliyordu. Bu sözcük Anayasaya hatalı bir
değerlendirme sonucu girmişti. Bu hatayı düzeltmek için halkoyu şarttı. Dünyanın diğer
ülkelerinde örneğin Türkiye’de iki günde yapılabilecek böyle bir düzeltmeyi KKTC de
yapmak mümkün değildi. Bu nedenle Yargı yıllarca sorunlar yaşadı ve yaşamaya devam
etmektedir.
KKTC de herkesin görüş birliği içinde olduğu ve Meclisin oybirliği ile benimsediği bir
konuda bile referandum şarttır. Referandum gerçekleştirilemiyordu çünkü bir tek maddenin
halkoyuna sunulması son derece masraflı ve zahmetli olacaktı. Değişik maddelerin müşterek
bir taslak halinde halkoyuna sunulması da kolay değildi. Çünkü siyasi partilerin yapmak
istediği farklı değişiklikler vardı. Tüm partiler bir değişiklik taslağı üzerinde anlaşamıyorlardı.
Bu nedenle yıllarca tekrar tekrar tartışmalar yapıldığı halde bir sonuca ulaşılamadı. Bu
nedenle Mahkemeler hatalı bir şekilde çalışmaya devam etti.
24 Haziran 2014 Anayasa değişiklik girişimi hataları düzeltebilecek miydi?
24 Haziran 2014 yerel seçimlerinde tüm partiler bir taslak üzerinde anlaştılar ve öneri
halkoyuna sunuldu.
Anayasa referandumlarına genellikle Kurucu Meclislerin hazırladığı yeni bir Anayasayı
yürürlüğe koymak için başvurulur. O zaman halka siyasi iradeyi onaylayıp onaylamadığı ve
yeni bir başlangıç yapmak isteyip istemediği sorulur. Halbuki 24 Haziran 2014 girişiminde
halka Anayasanın bir kısım maddelerinde değişiklik yapmak isteyip istemediği sorulmuştu.
Halka detaylı yasal düzenlemeler konusunda görüşü sorulmuştur. Anayasa yapımına halkın
katılması istenmiştir. Dünyada gerçekleşen Anayasa değişikliklerine baktığımız zaman buna
benzer bir girişimin başarılı olduğu bir olaya rastlayamıyoruz. Dünyada KKTC Anayasası
kadar katı bir Anayasa olmadığı için böyle bir yönteme başvurma gereği duyulmamış
olabilir.
İlk kez KKTC nin uyguladığı bu yöntem sağlıklı değildi. Çünkü halkın taslaktaki önerilerin
neler olduğunu tam olarak anlaması mümkün değildi. Diyelim ki halk yeterince bilgi sahibi
oldu. Taslaktaki önerilerden bazılarını beğenip diğerlerini beğenmediği zaman nasıl karar
verecekti? Diyelim ki öneriler bir birinden ayrıldı ve her konuda halkın ayrı ayrı oy vermesi
istendi. Halk bu maddelerin her birinin yasal sonuçlarını değerlendirebilecek miydi? Özetle
KKTC Anayasası dünyanın hiçbir yerinde denenmemiş bir yöntemi uygulamış ve işleri
çıkmaza sürüklemişti.
Geçmişe dönerek 24 Haziran 2014 referandumunu sorguladığımız zaman sonucu beğenen ve
beğenmeyen kesimler olduğunu görürüz. Öne sürülen görüşlerin tümünde haklılık payı
vardır. Bu nedenle farklı görüş sahiplerine saygı duymak gerekir.
Şahsen ben önerinin ret olmasının daha isabetli olduğu kanısındayım. Önerinin kabul
edilmesi bizi daha büyük çıkmazlara sürükleyecekti. Çünkü taslakta detaylı kurallar vardı.
Genelde yasalarda yer alması gereken bu kurallarda hatalar bulunabileceğini ve değişim
ihtiyacı duyulacağını biliyorduk. Maalesef bu hataları düzeltmek yine mümkün olmayacaktı.
Çünkü değişim maddesi olan 162.ci madde değişmemişti. Geçmişte çektiğimiz sıkıntılar daha
büyük boyutlarda tekrar karşımıza çıkacaktı. Bir iki yıl geçmeden değişiklik tartışmaları
başlayacak ve Mecliste oybirliği sağlanan konularda bile değişiklik yapılamayacaktı.