Oysa ki daha yeniydi.

Ayar verileli 24 saat bile olmamıştı ki devletteki hükümet boşluğuna, Başbakan Sayın Ersin Tatar, Kıbrıs müzakereleri ile ilgili aşağıdaki cümleleri sarf etti:

‘’Cumhurbaşkanımızın Türkiye ile istişareleri olmuştur ama zaman zaman farklı sesler de çıkmıştır. Bildiğiniz gibi Sayın Çavuşoğlu’nun açıklamalarında; ‘evet federal bir anlaşma müzakere masasında olabilir ama farklı, alternatif görüşlerin da masaya gelmesini savunduğunu biliyorum. Biz de aynı görüşteyiz. Sayın Cumhurbaşkanı, daha fazla federal temelli bir anlaşmadan taraf olduğunu söylüyor. Dolayısıyla ona biraz ‘ayar vermek’ gerektiğini düşünmekteyiz.”

Ve bir polemik başladı. Sayın Akıncı, bu ifadenin altında kalmayarak, kendisine ayarı halkın verebileceğini, asıl ayarın başta ekonomi olmak üzere, ülkemizin birçok sorunlarına verilmesi gerektiğine dair söylemlerde bulundu. Bir olgunluk göstergesi olarak da, Sayın Tatar’ın bu tabiri kullanmış olmasını, yeni Başbakan olma heyecanına verdi.

Başbakan Yardımcısı Sayın Özersay ise, halkın nezdindeki ayarının daha fazla bozulmasını istemediğinden olacak ki, bu polemikten uzak durmayı tercih etti.

Sayın Akıncı haksız da değildi.

Üstelik, devletin en üst makamını temsil eden kişinin fikirleri ne olursa olsun, saygı duymak, düşüncelerini karşı/alternatif teze dönüştürerek paylaşması gerekirdi Sayın Başbakan’ın.

Türkiye medyasının da gözünden kaçmadı, akşam haberlerine de konu oldu ‘’ayar vermek’’ polemiği.

Sayın Akıncı’nın Kıbrıs sorunu konusundaki tutumlarını değerlendirecek merciler bizler olamayız. Çünkü perde arkasında yaşanan olayların çoğunu bilecek konumda değiliz.

Zaten ta başından beri, Sayın Akıncı’nın, KKTC’nin iç sorunlarına pek fazla eğilmeyerek, sadece müzakerelere odaklanan bir tutum sergilediğini hepimiz gördük. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aynı özne üzerinden hazırlıklarını yapacağı aşikar görünüyor. Neticede, her koyun kendi bacağından asılır.

Eğer konu, Kıbrıs sorunu konusunda kimin kime ayar vereceği ise, kimse kusura bakmasın, etrafımızda onlarca savaş gemisi dolanıp dururken, ardı ardına askeri tatbikatlar yapılırken, gizli gizli anlaşmalar imzalanırken, Güney silahlanmaya devam ederken, etken değil ne yazık ki edilgen olduğumuzu görmemezlikten gelemeyiz. Bu bağlamda Türkiye’nin varlığının öneminin tartışılmaz bir gerçek olduğunu da inkar etmememiz gerekir.

Bu konuyu yetkililere bırakıp geçelim.

Asıl sorun, KKTC’ye verilen ayarlardır.

Kendi kendimize ayar vermek yani çeki düzen vermek dururken, yeni hükümete bile Türkiye’den ayar verilerek halka sunuluyor olmasıdır asıl sorun.

Asıl sorun, Türkiye’nin protokol ayarına, ‘’Bu da benim önerim, gelin birlikte yürüyelim.’’ denilememesidir.

Asıl sorun, Türkiye’nin ya tamamen elinin tersi ile itilmesi ya da tamamen Türkiye’nin ‘’çakma vilayeti’’ imiş gibi davranılmasıdır. Yani Türkiye ile ilişkilere, KKTC Devleti olarak bir türlü ayar verememektedir asıl sorun.

Asıl sorun, devletin mevcut kanunlarla bile yönetilemeyip, sendikaların ayar verdiği bir devlet haline gelinmiş olunmasıdır.

Asıl sorun, para babalarının, baronların, devletin ayarlarıyla oynama merakındadır.

Asıl sorun, Yüce Yargı’nın devletin işleyişine ayar verememesidir.

Asıl sorun, toplumsal değil bireysel anlamda ön plana çıkan, beklenti ayarımızın bozuk olmasıdır.

Asıl sorun, içimizdeki güven, çalışma, özveri ayarımızın bozuk olması değil midir?

Devletin tüm kurumları ile, toplumsal profilimizle, tıpkı virüs bulaşmış bilgisayar gibi değil midir ayar durumumuz?

Tüm programlara bulaşmışsa bir virüs.

O zaman çözümün de radikal olması gerekir.

Sisteme ‘’format atmak’’!

Yeni bir güne, yeni bir sistemle uyanmak…

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899