Partinizi bitiriyorsunuz beyler!

Ulusal Birlik Partisi (UBP) gibi köklü bir siyasal partinin, Denktaş ile Eroğlu’lu yıllardaki partiyi kişiselleştirme düzenine geri dönme eğiliminde olmasını mantığa sığdırmak mümkün değil.

Oysa UBP geleneklerini de pekiştirmiş olmalı, kurumlarını şekillendirmiş olmalı, kendi çerçevesini de çoktan kurmuş olmalıydı. 50 yıla yakın bir sürede, bir siyasal parti, halen daha her gelenle yeni bir kişilik kazanacaksa o zaman siyaset bilimciler bunun anlamını bize anlatsınlar. Açıkçası ben çıkarlar üzerinden beslenen bir yapıda bu denli kıvrak olunabileceğini düşünürüm kendi naçizane aklımla…

***

UBP son birkaç seneden bu yana ne acıdır ki bir kimlik bunalımı yaşıyor.

Bu bunalım esasta KKTC’nin bunalımıyla paralel ilerlemekle birlikte, kendi sorunları da KKTC’ye zarar verir bir pozisyona erişiyor ki KKTC’yi en çok ve en uzun süreyle sahiplendiğini iddia eden parti de kendisi.

İronik olan da bu zaten…

Eroğlu’nun birleştirici liderliği kapsamında, onun Cumhurbaşkanlığı süreciyle birlikte partiden kopmak durumunda kalmasıyla parti bir buhran yaşamaya başladı.

Ve o buhrandan çıkması halen mümkün olamadı.

Aslında eski lider, daha üst bir pozisyona çıkınca, partisinin üzerinden elini çekemiyor. Bu özelliklegeri kalmış ülkelerde genellikle görülen bir hastalıktır. Bunu bazen başarırlar ve ölene kadar gölgeleri partinin üzerinde kalır. Bazen de partiye iyi bir lider gelir ve parti tabanı liderini sahiplenir. Bu iki durum arasında çok ince bir çizgi vardır. Yeni liderile yoluna devam eden siyasal parti, kimliğini kazanıp çağdaş bir şekilde yoluna devam edebilirken, gölge başkanlıkla(!) yürümeye çalışan ise hep yerinde sayar.

Maalesef UBP bundan kurtulamadı.

Küçük’ü harcadı, Özgürgün’ü harcadı… Arada kim bilir başka hangi olasılıkları da görmezden geldi. Ve şimdi de artçı bunalımlarla çok hızlı bir kan kaybı dönemine girdi.

***

Çok adaylı kurultaylarla kendini gösteren bu buhran, ender görülecek bir hal aldı artık UBP’de… Partinin hem prestij, hem oy hem de kan kaybına neden oluyor…

Parti yetkili kurulları da aynı buhranın sarsıcı tesirine kapılıp, aynı hastalığın bulaşması ve yayılmasına engel olamayınca Sucuoğlu, Taçoy ve Saner üçgeni parti için bir Bermuda üçgenine dönüşüverdi.

Şimdilerde Sucuoğlu uğradığı haksızlığın üstesinden gelmek için, siyasi kariyerini heba etmemek için çekildiği başkanlık adaylığında, şimdi daha kararlı.

Her şeyin bir paradoksa kilitlenmesine sebep olduğu anlatılan Taçoy’un Türkiye ile aşırı iç içe ilişkileri, onun başkanlık yarışında olma ihtimalini güçlendiriyor.

Ve genel sekreter olması hasebiyle geçiş sürecinde zaten görevi teslim edinceye kadar sürdürmesi son derece normalolan Saner’in başına kabağı patlatmak parti cengaverlerinin de muhaliflerinin de yapabildiği tek şey oluyor.

Lakin Özgürgün’e de emanetçi başkan derken, partide ciddi modernleşme atılımlarını yaptığı ve partide liderlik hususunda gösterdiği kararlılığı çabuk unutmuşa benzeyenler var. Saner de liderlik için hazır olduğunu kaç kurultay öncesinden dillendirmiş bir Genel Başkan olarak boş ve sessiz kalır mı dersiniz?

Ben sadece soru sorup orada bırakmayı tercih edeyim şu anda…

***

Tüm iyi niyetliler ve tüm art niyetliler şu anda UBP içinden tüm Kuzey Kıbrıs’a ve KKTC’ye zarar veriyorlar!

Her tarafı dağıttık ama başkan olanımız toparlar gibi bir hayalin gerçek olmayacağı da ortada olduğuna göre, yapılan anketler partiyi ülke sıralamasında açık ara ile 2. sıraya çekiyor ve CTP’yi %10’dan büyük bir farkla UBP’nin üzerine taşıyor.

Dahası YDP’yi üçüncü partiye dönüştürüyor ve DP’yi de baraja kilitliyor.

Ve sosyal demokratları, yani TDP’yi bilinmezliğe sürüklüyor. HP mi? Ne siz sorun ne ben söyleyeyim…

Bunun bir vebali olur mu olmaz mı, UBP buradaki sorumluluğunu hatta belki de sorumsuzluğunu ne zaman ve nasıl farkeder bilinmez!

SONUÇ: İvedi olarak kavgayı bırakın çünkü hepimizi dağıtıyorsunuz sevgili UBP liderliği için kavga verenler ve onlarla birlikte yürüyenler! Daha çok Türkiye müdahalesi hikayesi anlatılmasın sizle ilgili. Müsebbipleri temizleyerek başlamak da en doğrusu olacaktır.

Dr. Çiğdem DÜRÜST