2 gün sonra 5 Haziranda bir kez daha Dünya çevre günü kutlanacak. Kutlama yerine anma sözcüğünü kullansak hata etmiş olmayız diye düşünüyorum. Çünkü birçoklarımız için o gün günah çıkarma günü. En baştada Küresel ısınmaya sebep olan ve elini taşın altına koymayan Devletlerin.Çevre sorunlarına kayıtsız kalan çözüm üretmeyen Hükümet edenlerin.Ben ne yapabilirim diye düşünmeyenlerin. AB’nin çevre politikası temelde üç ilke üzerine oturmaktadır. Bunlardan ilki önleme ilkesidir. Örneğin; çöplerin en iyi nasıl imha edileceği değil hiç çöp oluşmaması için ne yapılabileceği sorununa ağırlık verilmektedir. Maastricht Antlaşması’yla bu ilkeye bir de tedbir bo­yutu eklenmiştir. Burada önleme ilkesinden fark­lı olarak; çevre kirlenmesi olasılığının daha az olduğu, fiil ile sonuç arasındaki nedensellik bağının daha gevşek olduğu haller­de de önlem almak söz konusudur. Çevre politikasının temelini oluşturan son ilke ise sebep olma ilke­sidir. Bu ilke özellikle 03.03.1975 Tarihli Konsey tavsiyesinde tanımlanmıştır.

Buna gö­re, “çevreye doğrudan veya dolaylı olarak zarar veren veya böyle bir zararı doğurmaya elverişli olan koşulları yaratan kişi kirletendir (Madde 3). Bir gerçek veya tüzel kişi olabilen kirleten, bu kirlenmenin ortadan kaldırılması veya topluluk ve üye ülkeler tarafından belirlen­miş olan düzeye indirilmesi için gerekli önlemleri almak zorundadır” denmiştir (Madde 2). Şimdi bu 3 ilkeyi yönetim kademesinden başlayıp bireysel alışkanlıklarımız içerisine günlük yaşantımız içerisine yerleştirip uygulamaz isek sonucun ne olacağı yaşadıklarımızla aşikardır. Çöplerle kimyasallarla kirlenmiş çarpık yapılaşma nedeni ile doğasının güzelliğini kaybetmiş ve bunlara bağlı kanser ve diğer birçok hastalıklarla göz yaşı döken bir ülke görüntüsündeyiz. Çevre ve halk sağlığına duyarlılığın ölçüsü ayni zamanda uygarlığın gelişmişliğinin de ölçüsüdür. Ve yine ayni şekilde ancak bu duyarlılıkla hareket edilerek çevre ve toplum sağlığı ile ilgili sorunlarımıza köklü çözüm yolları bulabiliriz. Bir insanın vatandaşlık bilincine erişebilmesinin koşulu, ülkesini, dağları ormanları, şehirleri, köyleri ve insanları ile birlikte sevebilmesidir. Bu bilinçten yoksunluk veya eksiklik günümüz dünyasında, insanlığın eriştiği uygarlık düzeyinde, insanlıktan eksiklik olarak değerlendirilmektedir. Kar amaçlı işletmeler tarafından tabiatın geri dönüşü olmayan bir şekilde pervasızca tahrip edilişi geçmişte maden ocakları bugün ise taş ocakları tarafından gerçekleştirilmektedir.

CMC’nin sebep olduğu doğa katliamı toplumumuzun baş edemeyeceği boyutlardadır benzer bir katliam beşparmak dağlarında taş ocaklarında sürmektedir ve tıpkı geçmişte olduğu gibi günümüzde de hiçbir güç bu işletmeleri durduramamaktadır. Öte yandan devlet kurumlarının bu olumsuzluklar karşısındaki tutumları sorunu daha da karmaşıklaştırmaktadır.

En büyük taş ocağı işletmecisi durumundaki karayolları dairesi, dağlarımızdaki sorumsuzca yürütülen katliamın baş sorumlusu durumda iken,ocaklardaki rehabilitasyon ise sözde kalmaktadır. CMC’den arta kalan zehirli atıklardan toplumumuzun korunmasından sorumlu durumdaki gerek yerel gerekse çeşitli bakanlıklardaki yöneticiler, ya susmayı ya da sorunu gizlemeye yönelik açıklama ve uygulamaları tercih etmektedirler. Kendi toplumuna karşı sorumluluk bilinci içerisinde davranan görevliler, bürokratlarda yok değil elbette. Birçok sivil toplum örgütü ellerinden geldiği ölçüde bu farkındalığı artırmaya ve baskı oluşturmaya çalışmaktadırlar.Ama ne yazık ki sorunların kesin çözümüne yönelik cesur ve bilinçli atılımları gerçekleştirecek siyasi irade ortaya çıkarılamamaktadır. Çevre sorunları nihai olarak birer ekonomik sorun olarak görülebilirler, ama aslında bu sorunlar insanlığın uygarlaşma yönündeki tercihlerini simgelemektedirler. Uygarlaşmak için ise kendine değil topluma söz verdiklerini yerine getirmeyen siyasetçiyi değiştirebilen seçmene ihtiyaç vardır. Çevre olgusunada ancak böyle bakarsak bu mücadeleye hak ettiği anlamı verebiliriz. Unutmamalıyız ki küresel ısınmaya karşı ağır ekonomik bedelin sorumlusu doğayı dikkate almayan sorumsuz yaşam biçimimizdir.Ve eğer bu ekonomik bedeli bugün ödemeyi göze alamazsak yakın gelecekte kendisi için ekonomik bedel ödeyebileceğimiz yaşanabilir bir dünyamız olmayacaktır. Benzer şekilde CMC atıklarından kaynaklanan her türlü kirliliği siyasi ve ekonomik kaygılarla inkara devam edersek toplum sağlığında sebep olunacak (ve bugün artık yaşanmakta olan) tahribatın sorumlusu oluruz. Çevreye karşı olan sorumluluğumuzu kirletenleri uyararak yönetenleride baskı altına alarak yerine getirmeliyiz. KKTC Anayasası 40.maddesi Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.Gerçek veya tüzel kişiler, hiçbir amaçla, insan sağlığını bozacak veya deniz varlıklarını tehlikeye düşürecek nitelikteki sıvı, gaz ve katı maddeleri denizlere, barajlara, göllere veya derelere akıtamaz veya dökemez.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin, gerçek ve tüzel kişilerin ödevidir diyor. Ödev, etik temele dayanan daha çok ahlâki bir kavram iken; yükümlülük, hukuki bir kavram olup yaptırım öğesini de içermesine rağmen çevre ve tabii ki insan lehine bunu dahi Anayasamızda düzenleyememiş çevreye verdiğimiz sözde değer oradada kendini belli etmiştir. 1999 Finlandiya Anayasası (madde 20) “Doğa ve biyolojik çeşitliliği, çevre ve ulusal miras herkesin sorumluluğudur. Kamu kurumları, herkesin sağlıklı bir çevre hakkını garantilemek ve kendi yaşadıkları çevreyi ilgilendiren kararları etkileme imkanını herkese sağlamak için çaba gösterecektir.”diyor. Çevresel olarak iyi bir ülke olmak, yağmur ormanları gibi yemyeşil veya Antarktika gibi bomboş bir coğrafyada bulunmak ile bağlantılı değildir. Yeşil ve yaşanabilirlik arasında kurulacak mükemmel bir denge, ülkelerin cennet gibi olmasına yol açabilecektir. İdeal olana ulaşabilmek adına dünyanın en yeşil, çevresel zenginlik olarak en yaşanılası ülkelerini araştırdığınızda en yaşanılabilir ülkeler sıralamasında 1.sıra da Anayasasında çevreyi korumak adına ne ödev nede yükümlülükle ilgili bir sözcük bulunmayan Finlandiya’ yı görürsünüz.. Şimdi bizim Çevreyi nasıl kurtaracağımıza gelince .Bu konuda ilk iş Eğitim.

EVET Fakat çevre konusunda eğitimli bireylerin çevreye gerçek anlamda sahip çıkacağı güne kadar. CEZA. Ama sözde cezalar değil özel kişiler yanında tüzel kişiliklerde ve devlet kurumlarınada uygulacak caydırıcı cezalar çevrenin korunması konusunda yol katetmemeize olanak verecek .Çevreyi gerçek anlamda kurtarmaya başlayacağız ve tabii kendimizide.... Bize sağlık ve sıhhat sağlayan çevremizi özlem ve hasretle anarım.