Ülkemizin önde gelenlerinden bir kişi.

Adı bende saklı kalsın.

Hemen her alanda faaliyet gösterdiği halde, bir şeyi yoktu…

Üniversitesi.

Üzerime vazife değildi ama, hemen her sektörde ağırlığını hissettiren organizasyonlara sahip bir kişinin, ülkemizin geleceğine yönelik ‘’bilimsel ve stratejik’’ yatırımlar da yapması gerektiği ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak üzere kendisinden randevu istedim.

Giderken elim boş gitmedim.

İçinde olduğu sektörleri, kurma önerisinde bulunduğum üniversite ile nasıl entegre edebileceğini, ülkemiz gençliğine ve gelecekteki yatırımlara nasıl katkıda bulunabileceğini anlatan küçük bir dosya da hazırladım.

Randevu günü ofisine gittim. Biraz bekledikten sonra, sekreteri içeri buyur etti. On dakika sonra, bir toplantı için çıkacağını söyledi.

Acele etmem gerektiğini düşündüm.

Dosyayı uzatırken bir taraftan da hemen konuya girip anlatmaya başladım.

Onlarca yatırımlarınız, iştirakleriniz var. Çok değerli sektörlerin içerisindesiniz. Birkaç fakülteyle sınırlı bir üniversite kurarak, tüm bunları farklı boyutlara taşıyabilirsiniz. Uygulama alanlarınız hazır, sadece bir üniversite kurmanıza bakar.’’ deyiverdim bir çırpıda.

‘’Bunu hiç düşünmemiştim.’’ dedi. İlgi alanlarının farklılığından, üniversite açma ve işletme konusunda tecrübelerinin olmadığından bahsetti.

Ben de, zihnimdeki projenin akıbetini anlayarak fazla ısrarcı olmayıp teşekkür ettim.

Oturduğum yerde devinirken çay söyledi. ‘’Yine de dosya bende kalsın’’ dedi.

Ve sohbete başladık.

Ülkeyi konuştuk. KKTC’nin kuruluşuna, mevcut durumuna ve geleceğine dair herkes neleri konuşuyorsa, biz de onları konuştuk aslında.

Bir farkla…

Çözülmesi gereken onca problem, düzeltilmesi gereken onca sorun olan ülkemizde, hastasına reçetesini yazan bir doktor sakinliği ile ve birden bire: ‘’Bu ülke cesur yüreğini bekliyor.’’ deyiverdi.

Aslında her şeyi tek bir cümle ile özetleyivermişti.

Toplantıya geç kalıyordu. On dakikalık randevu yirmi beş dakikaya uzamıştı. Uzadığı için kendimi rahatsız hissetmiştim ancak, güzel bir sohbet olduğunu söyleyerek, karşılıklı içten teşekkürlerimizle sohbetimize son verdik. 

….

‘’Bu ülke cesur yüreğini bekliyor.’’

Ülkemizin en prestijli kişilerinden birisinin yaptığı yorum.

Neden böyle bir yorum?

Cesur yürek kim olmalı? Nasıl olmalı? Ne yapmalı?

Öylece kaldı, gerisi gelmedi…

….

Cesur yürek…

Varlıkla, tanınmışlıkla, toplumdaki konumla ilgisi olmayan bir durum…

Gözü kara, mücadeleci, ısrarcı, sadece malı ile değil, canı ile de kendisini ortaya atabilecek biri…

Bir tarafta ülkenin vahim durumu, diğer tarafta bir kurtarıcı arayışı…

Ama en önemlisi, bunları bile bile, hiçbir şey olmamış gibi yaşama gailemiz…

Çelişmiyor mu?

Hem de nasıl?

Ülkemiz içeride ve dışarıda lime lime dökülürken, çöl tozu değil, sanki ölü toprağı üzerimize serpilen…

Eğitimden siyasete, sağlıktan güvenliğe, adaletten turizme, hangisi diri ki?

….

Tek tek düzeltilemeyecekse sorunlar, belki de bir cesur yüreği beklemek en mantıklısı.

Tıpkı filmlerde son anda ortaya çıkan kahraman gibi.

Ya da…

Herkes, her bir birey, kendi kendisinin cesur yüreği olmalı bu ülkede…

Bir cumhurbaşkanı, bir başbakan, bir bakan, bir milletvekili cesur olmalı. Gerektiğinde: ‘’Bırakın makamımı, canımı da alsanız, ülkemin menfaatlerinden vazgeçmem!’’ diye haykırabilmeli!

Bir öğretmen, bir doktor, bir avukat, bir yargıç, bir polis, bir asker, bir iş insanı da cesur yürek olmalı!

Herkes bir çomak alıp, kendisi sokmalı tersine dönen çarkın dişlilerine!

Organize olmalı, uğraşmalı, mücadele etmeli cesur yürekler.

İşte o zaman, bu geminin su almasını önleyebilirler.

….

Cesur yüreklerini bekliyor bu ülke!

Çıkmazsa bir tane bile,

Son pişmanlık fayda etmez misali,

Razı olmak düşüverir kaderimize…

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899