Birkaç gün önce kimsenin pek de dikkat vermediği “Federal Kıbrıs İnisiyatifi”
kuruldu. Yüzler aynı, oluşum isimi farklı, ama her seferinde inananı daha az bir
“elit barış gurubu” pek ses veremeden kuruldu. Onun ertesi günü KKTC’nin
“bütçe” görüşmelerinde Doğuş Derya, boş koltukların hakimiyetinde,
demokrasiden pek de nasibini almadığıyla bilinen sağın bazı milletvekillerine
savaş tecavüzünden bahsetti. Rum kadınların mağduru olduğu savaş
tecavüzlerinden.
Ardından, garip bir ironi ile tecavüzcü olmadıklarını iddia eden bir grup “adam”
vekile tecavüz etme fantazileri ile doldurdukları yorumlarını paylaştılar.
Görünen odur ki bu adamlar düşünme yetisini sıklıkla kullanmayı alışkanlık
etmemişler. Kendi düşüncelerine ters olan kadınları tecavüzle, saldırı ile
hakimiyetleri altına alma eğiliminde olduklarını bu şekilde dışa vurmaları
kimsenin şaşırmadığı bir durum. Bir yandan da savaşlarda tecavüzün olduğunun
en büyük delili. “Öteki” gördüğünüz kadınlara tecavüz etme ve hakimiyet kurma
çabası. Tekrar edelim, tecavüz sanıldığı gibi cinsellikle alakalı değildir. Hakimiyet
kurmanın, ezmenin bir metodudur. Bu yüzden de evlerin içinde de, savaşlarda da
sıklıkla sistemik olarak kullanılır.
Umalım, adını şanını yazarak bir vekil üzerinden kadın bedenine saldıran,
tecavüzü normalleştiren bu “adamların” mahkemesi ciddiye alınsın. Hali hazırda
“nefret söylemi” meselesini içine alan hukuki maddelerimiz vardır. Kişilerin
yaptıkları suçların üzerine gidilmesi ile hukuk ancak işlevsellik kazanabilir.
Umalım “barış, kardeşlik ve birlik dili” konuşan Federal Kıbrıs İnisiyatifinin
saldırgan insanları “lanetlemesi”nden ibaret kalmasın tepkiler. Ne de olsa
statüko, tam da bu “barışçılar‐milliyetçiler” diyalektiği üzerinden devam
etmektedir.
Bu kısma kadar olan değerlendirme bir vekilin ağzından çıkan laflara “tecavüz
fantazisi” ile cevap veren, fikirsel düzeyde kalmayı beceremeyen, kadınlara karşı
nefret söylemi geliştiren adamlarla ilgiliydi. Feministlerin iyi bildikleri, maalesef
artık şaşırmadıkları bir saldırıdır. Kadınların toplumdaki eşit pozisyonu ilk
olarak bedenlerine, cinselliklerine saldırı ile başlamaktadır. Bunu aslında şu
anda medyada bu adamaları kınayan pek çok kadın ve erkek de maalesef her gün
farklı yöntemlerle yapmaktadır.
Beni, bunun ötesinde, “savaşta kadın hafızası” çalışan bir akademisyen olarak
ilgilendiren başka bir mesele daha var. Savaş tecavüzü, dünyanın her yerinde
genellikle, resmi tarihlerin sistemli olarak örttükleri önemli bir meseledir. Bir
paradoks olarak, savaş tecavüzü zaman zaman, “yer geldikçe” söylemsel bir
“araç” olarak kullanılmaktadır. Konuşmayıp üzerini örtmek ve bir emele hizmet
edecek şekilde konuşmak arasındaki benzerlik ise kadın bedeninin politik
malzemeye dönüştürülmesidir.
On dakikalık meclis konuşmasında, bütçe tartışmalarının arasına
sıkıştırılamayacak kadar hassas bir meseledir savaş tecavüzü. Elit erkek ve elit
kadınların, gerek bütçe tartışmalarını gündemden kaydırmak, gerek elitist bir
şekilde halktan koparılan “federasyon” ideali yerine bu adla kurulan bir oluşuma
dikkat çekmek için kullanılacak bir “araç” değildir.
Irk, milliyet, etnik köken ayırımı yapılmaksızın konuşulduğu iddia edilen bu
mesele, yine “milliyet” üzerinden pişirilerek sunuldu bize. “Rum kadınların”
başına gelenler Kıbrıslı Türklerin “evini yerini bırakması” meselesi ile
birleştirildi. Türk ve Rum kadınların uğradıkları tecavüzleri ele alan bir yaklaşım
belirlenmedi. “Sadece biz çekmedik” dendi ama Kıbrıslı Türk kadınların da
tecavüze uğradığı ele alınmadı. Bu iki grup kadın milliyetlerinden arındırılarak
“kadınlar” olarak, bedenlerine yapılan saldırı eksenli irdelenmedi.
“Savaşta Rum kadınlara tecavüz edildiğine, Türk kadınlara tecavüz edilmediğine”
inan, yapılan araştırmalarda bilginin bu şekilde aktarılmasında ısrarcı olan barış
yanlısı vekillerimiz var mı? Herhangi bir yerde yazılı olarak böyle bir ifade
kullanmış olabilirler mi? Kıbrıslı Türk milliyetçiler Rumların yaptıklarını
konuşmak ve kendi yaptıklarını konuşmamak meraklısıdırlar (bazı köşe
yazarlarının iddiasının aksine de Kıbrıslı Türk kadınların yaşadığı tecavüzleri
konuşmamayı tercih etmektedirler). Benzer şekilde barış adı altında Kıbrıslı
Rumların mağduriyetlerinin öne çıkarılıp Kıbrıslı Türk kadınların göz ardı
edilmesi tersine milliyetçilik değil midir?
Savaş tecavüzünü bütçe tartışmalarını örtbas etmek için kullanmak, alternatif
tarihin açığa çıkmasına hizmet etmekte midir? Şimdi, “Türk milliyetçisi” grup
Sevgül Uludağ’ın Kıbrıslı Türk kadınlara yapılan tecavüzlerle ilgili yazdıklarını
“alın işte tecavüz!” diye kullanmaya başladıklarında mağduriyetini yıllardır
bastıran Rum ve Türk kadınlar bu meseleyi konuşmayı kabul edecekler mi?
Tepeden inme elit kadınlarla elit adamların “vardı/yoktu” tartışması yüzleşmeyi
daha da önemlisi rehabilitasyonu getiriyor mu? Agathangelou Rum kadınların
bunu nasıl konuşmaktan kaçtıklarını yazmaktadır. Benzer şekilde Ömür Yılmaz
ve benim Kıbrıslı Türk kadınlarla ilgili bulgularımız da aynı gerçeğe, çeşitli
sebeplerle sustuklarına, işaret etmektedir. Kıbrıs milliyetçileri ile Türk
milliyetçilerinin statükoyu koruyan kavgasının arasında bu kadınların seslerini
umursayan var mı? Bu şekilde savaş tecavüzü siyasi malzeme olarak ayağa
düşürülüp itilen bir topa dönüştüğünde bu tarih açığa çıkabilir mi?
Bu tarihin açığa çıkmasının tek yolu bunu yaşayan kadınların seslerinin yüzeye
çıkmasıdır. Orduların savaşlarda tecavüz kullanması, öldürmesi, mağduriyetler
yaratması bilinmeyen bir gerçek değildir. Bizim toplumlar olarak ihtiyacımız
olan şey bu mağduriyetlerin iki toplum arasında paylaşılıp konuşulmasıdır.
Eleştirimi somut önerilerle tamamlayacağım. Çünkü kadın cinsiyetini de içine
alan savaş tarihinin kadınların uygun gördükleri şekilde ele alınması yerine anlık
söylemlerle tüketilmesi, kurmayı hayal ettiğimiz barışçı geleceği
geciktirmektedir.
CTP, Türk milliyetçilerini hedef alan, karşılığında kadın bedeni üzerinden
tartışmayı aşağıya çekeceğinden emin olduğu bir grup adamla konuşmayı bir
kenara bıraksın. İktidardır. Hakikat ve uzlaşma komisyonları kurulması için adım
atsın. Tabi önce Rum paydaşlarını, Türklere ve Kıbrıslı Türk kadınlara yapılanları
kabul etmeye ikna ederek. “Herkesin acılarını konuşacağız” deyip tek taraflı bir
konuşma yapmadan. Bu kolonizasyona uğramış akademik ve sivil toplum
yaklaşımlarını bir kenara bırakarak, her iki toplumun karşılaşmasına zemin
hazırlasın.
Biliyorum, geçmiş on yılı aşkın AB projelerinde tecavüz konuşulmadı. Projelere
finansmanı sağlayan uluslararası aktörler de tecavüz gibi “tatsız” konuları
genelde sevmiyor. Elitist bir sivil toplumun, sıcacık odalarda çay içerek grafik
hazırlamasını tercih ediyor. Şimdi barış adına pek bir şey üretememiş proje
almış aktörler yerine yeniler lazım. Ama pasta küçük, o yüzden isimler değişiyor,
aktörler baki kalıyor. Yine de siz, CTP olarak iktidarınızı kullanıp daha somut bir
şekilde barışa hizmet etmek için adım atabilirsiniz. Önce Rumlar içinde
“tecavüzü iki toplumlu faaliyet olarak nasıl konuşacağız, size tecavüz etmediler
ki” diyenlerinin farkındalık düzeyinden başlayarak yapacaksınız bunu.
Sonra, bu meseleleri alelade meselelermiş gibi bütçe konuşmalarını çark
ettirecek şekilde araç olarak kullanmayarak devam edebilirsiniz. Alternatif tarih
meselesi bütçeye sıkıştırılamayacak kadar büyüktür