40 gün mü kaldı seçime?

Hani bizim dış dünyaya açılan tek yüzümüz, hani Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yer alan haklarımız nedeniyle ve Cumhurbaşkanı muavini sıfatındaki tek resmi uluslararası liderimizi seçmeye? Hani içteki dirlik ve düzenle belli noktalardaki kilit isimleri atamaya yetkisi bulunan kişiyi seçmeye?

Bir buçuk aydan daha kısa bir süre sonrası için nabızlar artarken beni en çok üzen ne biliyor musunuz?

Fikirler, ideolojiler ve uygulanacak program ile seçilmeleri halinde ne yapabileceklerini akıllıca anlatmak yerine başka başka konularla gündemde kalma yarışında bulunulmasına ne demeli?

Mesela CTP içindeki karmaşayla TDP ve CTP’liler arasında oluşturulan suni gerginlik ve buna alet olan tecrübesiz isimlerin medya üzerinden, sosyal medya üzerinden hal ve tavırları…

UBP içinde DP’yle çekişmelere yol açılacak bir gazeteye ulaştırılan ihtar mektubu…

YDP’nin medyadaki görünürlüğünün engellendiği yönündeki eleştirel ve şikayetçi tavırlar…

Ne acıdır ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti içinde çaresizliğimize sıkıştırılıp kaldığımız için, ideolojiler uluslararası platformda çalıştığı haliyle bizde çalışmadığı için bugün bu hallerdeyiz. Ve her zaman söylediğim gibi bizleri bu çaresizliğe sıkıştıranlara için için öfke duyuşumuzu da buna eklediğimizde görüyoruz ve biliyoruz ki içinden çıkılmaz bir hal alan bu durumdan kurtulmak için 1980’lere göre çok daha vahim durumdayız.

Tarih boyunca Kıbrıs’ta yaşananların bir benzerini yaşamak, yine birilerinin çıkarları için el değiştirmek ve sağdan sola birilerinin başka başka devletlerin kucaklarına atılarak yaşamlarımızı idame ettirmeye çalışmak alışkanlıklarının tekerrüründen kurtulamadık. Bu sebeple içte kişiler arası kavgalarla ve iç çekişmelerle toplumsal çıkarlarımızı bir yana bırakmak, unutmak noktasına geliyoruz.

Bir avuç insan olarak, dünya nüfusu içerisinde esamesi bile okunmayacak kadar küçük bir topluluk olarak bırakılmış olduğumuz için yaşadığımız bu vasat bile denilemeyecek siyasi ortam içerisinde yaşanılan çekişmelere bir bakın!

Ne acıdır ki bizler bunu farketmiyor ve birbirimize saldırıyor, farklı kombinasyonlarla bölünüyor ama asla bir araya gelmenin yollarını bulamadığımız gibi bölücü hareketlere daha çok alet olur hale geliyoruz.

Kişisel çıkarlarımızı her şeyin önünde tutmaya devam ederek yaşamsal gerekliliklerin daha çok para, daha çok zenginlik, daha lüks arabalar, daha çok devleti çalarak yaşamlar oluşturmak, koparılabilecek her şeyi diğer yurttaşlara, yoldaşlarımıza rağmen üzerlerine basarak haketmediğimizi bile bile, insanları eze eze yaşamayı uygun buluyoruz.

En çok ağırıma giden, ideolojileri bir kenara bırakarak kişisel çatışmalar üzerinden birbirlerine seçim kaybettirmeyi alışkanlık haline getiren ve kendilerini solda konumlandıranlar.

Solun daima yurtseverlik, kollektif yaşam, adil bir düzen, her anlamdaki eşitlik ve buna benzer humanistik algılar yerine, düşmanca ve saldırgan bir tutumla sağ yerine kendi içlerinde yaptıkları kavga dışarıdan çok farklı okunuyor bilesiniz!

Bugüne kadar bu ülkedeki siyaseti kirletenlerin kemikleştirmiş olduğu bu çirkin yapı iliklerimize kadar işlediğinden, ne acıdır ki bu tartışmaların devamında solun da sağdan bir farkı olmadığı algısını oluşturarak insanların daha çaresizleştirilmesine neden oluyor.

Zarardan dönmek için şimdilik hızlıca bir buçuk ayımız var.

Ya da sonsuza kadar kaybetmek var.

2000’li yıllarda doğarak yaşamını artık yetişkinler olarak devam ettirmekte olanların biraz da İngiltere veya Amerika gelsin bizlerle o ilgilensin demeye başladıklarını da biliyorsunuzdur.

Bu ne demek biliyor musunuz?

İlla birilerinin sömürgesine, güdümüne, idaresine girmenin bizdeki kalıplaşmasıyla eş anlamlı bu cümlelerin altında yatan duyguyu anlıyor musunuz?

Dr. Çiğdem DÜRÜST