Bir ülkeyi dağıtmak ve bir devleti yıkmak isterseniz, öncelikle onların birlik ve bütünlük duygusunu yok etmelisiniz.

Bunun sol literatürün sloganlarındaki şekli “Böl, parçala, yönet”tir.

2. Dünya Savaşı’nda Amerika aynısını Japonya’ya uygulamaya çalışmıştı. Bununla ilgili sosyal antropolog Ruth Benedict’in Krizantem ve Kılıç diye bir kitabı da mevcuttur. Stratejik planlamayla çökertmenin nasıl yapılacağını incelikleri ile bu kitaptan da okumak mümkün…

***

Şimdi Kıbrıslıtürklere bakıyorum da… Kim Kıbrıslı, kim değil, kim gerçekten bu memleketin bir evladı, kim değil; Kıbrıslı olup Kıbrıs’ta yaşamak önemli mi değil mi; kim bu ülkenin öncelikli “yurttaşı” kim değil… İyice karışmış durumda.
İnsan hakkı dedik, eşitlik ve adalet dedik ama ne eşitlik ve adalete kavuştuk ne de kendi yurdumuzda mıyız yoksa sürgünde mi bilmedik.

Kendi hastanemizde, kendi okulumuzda, kendi kamu hizmeti alanlarımızda, özel sektörde hizmeti alan da veren de bizler dışında herkes.

Hal böyle olunca pandemi süreci gibi olağanüstü bir süreçte de teşvikimiz de kollamamız daindirimimiz de bindirimimiz de hayrımıza olamadı.

Siz yıllarca emekli edip yurt dışına gönderdiniz. İlaç hakkı, gözlük hakkı, yetim hakkı, dul hakkı diye diye gelirleri, hakları menfaatleri yurt dışına gönderdiniz. Türkiye’ye, Pakistan’a, Nijerya’ya… Her yere…

Çalışma izinli kurallarını esnettikçe esnettiniz. Kazandılar gönderdiler. Soğan ekmeğe talim edip sağlıksız koşullarda yaşadılar. Göz yumdunuz.
Hırsızı, çulsuzu, müptelası gelire hak kazandı.

Çaldı gitti, çırptı gitti… Vurdu gitti…

Güney’e kaçtı. Kuzey’e kaçtı…

Şimdi Kıbrıslı neye inanacak, neye güvenecek; hangisi kültürel değeridir hangisi değil;hangisi güvenilir, hangisi değil düşünmektense kendini savunmasına kapandı. Hatta Kıbrıslı olup kendi varlığı varsa, onu da başa ülkeye kaçırmayı tercih etti. Çünkü vergi adaleti dediğiniz olgu sadece üzerimize kalınca enayi gibi hissetmektense biz de kaçırdık!

Geldi sakatlandı sakat maaşı bağladık

Geldi vatandaş yaptık, sosyal hizmet maaşı bağladık.

Yetmedi bizler arasından da bazıları daha eşit, daha fırsat sahibi, haliyle daha zengin oldu.

Pandemi krizini yaşarken Lefkoşa’dan çıkış yasak olacak dediğinizde İskele’ye kaçıp, Lefkoşa’yı da bıraktılar, İskeleye ne götürdükleri ile de ilgilenmediler.

Yurt dışında yaşama imkânı olan pılısını pırtısını topladı gitti… Geride kalan “beytambal kalsın” zihniyeti ile ne yurt kalır ne vatan.

Ne yurtseverlik ne de vatanperverlikten bahsedilebilir.

Ama bunca karmaşaya rağmen hiç çekinmeden tutup Mavi Vatan da diyoruz, müzakerelerde biz kendi kimliğimizi ortaya koyalım diyoruz!

Hangi kimlik beyler?

Kimlikten kastettiğiniz nedir? Tam olarak tanımlaması yapılabilir mi?

Gelen Türk giden Türk ise neden Azeri, Özbek veya dünyadaki diğer Türkler iç işlerini bu kadar darmadağın etmediler. Neden sistemini kurmayı öncelikli saydılar. Madem bu denli kıymetliyiz neden kendimiz yönetmeyip birlerinin bizi yönetmesi veya yönetme ihtimallerine sarıldık ya da komple ittik. Ama bunu yaparken de asla gerçekçi olamadık.

***

Dümdüz düşünün lâkinlerle amaları bir kenara bırakın da kendinize dürüst olun artık.

Olmadı. Batırdık, bitirdik.

Şimdi özel sektör ayrı, kamu sektörü ayrı, kadını ayrı, erkeği ayrı bağırır diyemiyoruz; işçisi patronu ayrı bağırır da diyemiyoruz, Lefkoşalısı farklı bağırır demiyoruz!

Kıbrıslı başka Türkiyeli başka, Türkmeni başka, Pakistanlısı başka diyeceğimiz zamanlara geldik.

Haydi çözün.

O eski bildiğiniz Kıbrıs sorunundan çok başka sorunları da var artık Kıbrıs’ımızın.

Dr. Çiğdem DÜRÜST