Ülkemizdeki inşaat sektörü hareketli bir sektör.

Sadece içerden değil, Türkye’den, İsrail’den, Rusya’dan, Arap ülkelerinden, Almanya’dan hatta Çin’den de ilgi var gayrimenkul satışlarına.

Küresel ısınma, yeşil alanların azalması, iklim geçişlerinin sert oluşu, hava ısısındaki ani değişiklikler, su kaynaklarının azalması, enerji maliyetlerinin artması, inşaat sektörünü de farklı arayışlara ve uygulamalara yöneltti.

Bunlardan birisi de ‘’Yeşil Bina’’ veya tam olarak olmasa da benzer tanımla ‘’Sağlıklı Bina’’ konsepti.

Araştırmalarımdan edindiğim bilgilere göre, yeşil binaların en önemli özellikleri; kullanılan beton, tuğla ve yalıtım malzemelerinin %80’inin, alüminyumun %79’unun, çeliğin %65’inin ve camların %21’inin geri dönüştürülmüş malzemelerden oluşturulması.

Yeşil binaların en önemli işlevsel özelliği ise, bina içerisindeki ısı korunuyor ve bu sayede ısınma giderleri azaltılmış oluyor.

Yalıtım konusuna gelince. Isı, su, ses ve yangın yalıtımı ile birlikte bina bir bütün olarak ele alınırken, bu malzemeler genellikle geri dönüşümden elde ediiyor.

Gün ışığından uzun süre faydalanabilmek için binanın uygun bölümlerine camlar yerleştiriliyor. Bina içerisindeki geçiş bölgelerinde ise, hareket sensörü ile çalışan aydınlatma sistemleri uygulanıyor.

Son yıllarda yaşanan kuraklıklar nedeni ile su tasarrufu daha da önem kazandı. Yeşil binalarda hareket sensörlü armatürler, yağmur suyu biriktirme ve artıma sistemleri, çift kademeli ekonomik rezervuarlar kullanılarak suyun en verimli şekilde kullanılması amaçlanıyor.

Özetle, yeşil ve sağlıklı binalar, hava kaliteleri yüksek, çevreye duyarlı, ısı ve nem dengesi tam, su ve enerji tasarrufuna önem verilen, yangın riskine karşı korunaklı binalar olarak ön plana çıkıyor.

Peki ülkemizde durum nedir?

Kıbrıs Türk İnşaat Müteahhitleri Birliği ve Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Yeşil (Sağlıklı) Bina konusunda çalışmalar ve ürünler ortaya koysa da, saha uygulamaları ise hala istenilen seviyenin çok ama çok altında.

Şehir ve Bölge Planlamasını, Belediyeleri, skandal kat izinlerini bir kanara bırakalım, izin alınmış binaların nasıl modern gecekondu anlayışı ile dikildiklerine bir göz atalım.

İster villa olsun, ister apartman; dış cepheleri öyle büyük camlarla çevreleniyor ki, yaz aylarında iç mekanların ısı dengesini sağlamakta ciddi sorunlar yaşanıyor. Dış ortam ile iç ortam arasındaki ısı farkı, neredeyse 25 dereceye kadar çıkıyor. Bu da insanların eklemlerinde, kaslarında ciddi ağrıların oluşmasına, yaz mevsiminde sinüs sorunları yaşamalarına ciddi zemin hazırlıyor.

Teras uygulamaları ile, binaya izolasyon yapılmış olsa da, henüz birkaç yıllıkken bile iklim koşullarından dolayı, üst katlarda ciddi ısı kayıplarına ve küflenmelere neden oluyor. Çatı uygulamalarında ise bu sorun çoğu zaman yaşanmıyor.

Bazı evler öyle küflü ki, evin sakinleri, bu küflerin kendilerinde kronik hastalıklara neden olduğunu farkına bile varamıyorlar çoğu zaman.

Gereksiz ısı kayıpları, özellikle sabaha karşı öyle belirgin oluyor ki, adeta burnunun ucu üşüyerek uyandıklarını söyleyen hastalarım var. Bunların arasında da baş ve boyun ağrılarını neredeyse çekmeyen yok gibi.

Zemin döşemelerinde kullanılan mermerin yazın belki bir nebze de olsa serinlemeye katkısı olsa da, kışın bu durum ciddi dezavantaja neden oluyor.

Dış cephelerdeki aydınlatmalarla, birkaç görsel algı oyunları ile, yeni binalarda, ilerici çizgiler yakalanmış imajı verilmeye çalışılıyor.

Evlerimizin, apartman dairelerimizin içleri, biraz da pahalı dekorasyonla donatıldığında, harika bir iş çıkarıldığını zannediyoruz.

Bir taraftan, binlerce Sterlin ödeyerek sahip olduğumuz ‘’son model gecekondularımızda’’ yaşarken, diğer taraftan da gittikçe ucuzlayan ve bozulan sağlığımızın sebeplerini yaşadığımız mekanlarda aramak yerine, bir doktordan diğerine koşturarak bulmaya çalışıyoruz.

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899