Asistandım.

Katıldığım ilk uluslararası kongre idi.

‘’Avrupalı’’ bir profesörün sunumuna katılmıştım.

Tam da ilgilendiğim bir konu idi.

Pür dikkat dinledim, öğrenmek istediklerimi öğrendim, soracaklarımı hazırladım.

Ara verildi.

Heyecanımı yenerek yanına gittim ve sordum sorumu.

‘’Bildiğim kadarıyla…’’ diye başladı cevabına.

Ve…

-Ancak, sorunuzun o kısmının cevabını bilmiyorum. deyiverdi!

İçimde hayret ile hayranlık duyguları birbirine karıştı o an!

Profesördü. Bir asistanın sorusunu ‘’bildiği kadarıyla’’ cevaplamıştı. Hayret. Demek ki her şeyi bilmediğini biliyordu bu profesör! Ayrıca, elin asistanına rezil olacağı korkusunu/kompleksini yaşamadan, sorunun devamını bilmediğini gayet rahatlıkla ifade edebiliyordu.

İçimden: ’’Bize sizden çok lazım!’’ deyiverdim.

Hiç ‘’bilmeyen’’ profesör olur mu?

Çok var!

Olsun da…

Alanı farketmez…

Yeter ki ‘’bilmiyorum.’’ diyebilsin.

Bilmiyorum demesi tehlikeli değil,

Asıl, bilmediği halde biliyormuş gibi yapması tehlikeli olur!

Bir profesör, kendi alanı da olsa her şeyi bilemez ki…

Bilimin özüne aykırıdır zaten.

Bilmemeli ki, bildiklerinden emin olsun

Bilmemeli ki araştırsın,

Bilmemeli ki, başkaları ile iş birliği yapsın,

Bilmemeli ki, yanındakilere yol göstersin, ışık tutsun

Gelelim siyasete…

Herkes bilir.

İktidardaki bir partinin bakanı bir şey yapmışsa, muhalefetteki muadili, onun temellerini kendisinin attığını, eş-dost ortamından tutun da, sosyal medya ve gazeteler üzerinden, sağır sultana bile duyurmaya çalışır.

Biri hastanede bir birim mi açtı,

Muhalif muadili, başlattığımız icraatları, adımız anılmasa da yapması güzel der!

Birisi bilmem hangi yasanın çıkmasını mı sağladı,

Muhalif muadili, zaten ilk çalışmaları bizim ekiple yapmıştık deyiverir!

Birisi bir proje mi açıkladı,

Muhalif muadili, projemizi çaldı der!

Hiç alakasız gibi gelebilir ama, bilim ile siyasetin ortak bir yönü var.

Bayrak yarışı olması.

Bilimsel bir gelişme, farklı ülkelerin, farklı inançtaki, farklı milliyetteki, farklı ırktaki bilim insanlarının, kolektif, bilgiyi paylaşıcı ve gelişmeleri birbirine ekleyici çalışmaları ile başarılıyor.

Siyasette de, partilerin ideolojik eğilimleri ne olursa olsun, temelde devlete ve halka hizmet etmeleri gerekliliği ön plana çıkıyor. Pratikte ise, aralarında ciddi kopukluklar yaşanıyor. Her parti, her şeyi bilirim havasında bir profil çiziyor.

Vatandaşın hayrına olacak bir gelişme mi yaşanacak; icraatın başındaki açıklar açıklamaz, muhalefet kanadı, bilmem hangi tarihteki geçmişe kadar götürerek övünecek pay çıkarır.

İcraatın başı hata mı yaptı; o zaman muhalefetin bilenmiş kılıcı derhal boynuna iniverir.

Bu aralar tam da bu durum yaşanıyor siyasette.

Herkes her şeyi biliyor.

İyi önerilerin sahibi herkes olurken, olumsuz bir gelişmeyi kimse sahiplenmiyor.

Devlette icraatın devamlılığı kavramından uzaklaşmış siyasilerimiz hiç de az değil ülkemizde…

Her şeyi bilen ve önceden planlayanın kendileri olduğunu, fikir ve icraatlarının çalındığını iddia eden muhalif siyasilerimiz de var…

Bilen çok, ama bilmeyen yok.

Proje anlatan çok, icraat yapan az!

Yapılan icraatı sahiplenen çok, devamını getiren az!

Yıllarını bilim üretmeye adamış tıbbın profesörü, bir asistanın sorusuna bilmiyorum diye cevap verebiliyor iken,

Siyasetin profesörleri ise, her şeyi bildiklerini ilan etme yarışı içerisinde, devleti düze çıkarma, vatandaşa hizmet sunma adına, bir arpa boyu mesafe kat edemiyorlar!

Hal böyle olunca da, ‘’keşke siyasilerimiz de her şeyi bilmeselerdi’’ diyesim geliyor…

Dr. H. İlker İpekdal

İletişim: 0542-8529899