(2017 12 Temmuz’unda, tıpkı şimdiki gibi seçime 3-5 ay kala yazdığım bir yazı. 4 yıl olmuş. Sonuç ortada!)

Hiç geçinemeyip sürekli kavga dövüş yaşayan bir karı kocayı boşayıp aynı evi paylaşmalarına izin verirsen, orada ne huzur kalır ne de düzen!

İkisinin de belli bir oranda hakkı olduğu için, aynı çatının altında bir ömür mutsuz mutsuz yaşarlar.

Hiç özgür olmazlar!

Hiç gönüllerince bir hayat süremezler!

Karşı taraf bir şey yapmasa da diğeri alınır, kızar, öfkelenir, öfkesi katmerlenir durur...

***

Kıbrıs'taki durum...

Biz ne yaparsak onların öfke ve nefretini kabartıyor;

Onlar ne yaparsa da bizim...

Sadece yaptıkları deği, yapmadıkları da... Bizimkiler de tabi.

***

Kıbrıs sorunu bizim lanetimizdir. Belki 5-10 yıl öncesine kadar bu kadar değildi. Ama şimdi dönüşü olmayan yoldayız.

Biz, hem Kıbrıslı Türkler, hem de Kıbrıslı Rumlar bu laneti göz göre göre besliyor ve bizim sahip olduklarımızdan başkalarının nemalanmasına ortam yaratıyoruz.

Kendi ülkemize ait ortak adım atmanın, bizim için, geleceğimiz için neler kazandıracağını bıraktık, garantörlerin, BM ve AB'nin bizim üzerimizden sağlayacağı çıkarların daha güzel nasıl besleneceğine odaklandık.

Adeta bilinci bozan uyuşturucu madde almış gibiyiz. Halüsinasyonlar görüyor, gerçeklikten uzaklaşıyor, giderek gerçekleri hiç ayırt edemez hale geliyoruz.

Bu bilinçsiz ve adeta maddenin tesiri altındaymış gibi yaşanan hayat, kendi yaşam alanımızın da giderek daha yaşanmaz hale gelmesine neden oluyor.

Çevre temizliğinden halk sağlığına, eğitimden yaşam biçimlerimize, kazanma ve harcamlarımıza kadar, başka toplumlarla kurduğumuz ilişkilerden birbirimizle olan temaslarımıza kadar çarpık bir düzenin birer parçası haline geliyoruz.

Çarpıklıkları gidermek için uğraştıkça hatalı yerlerden başladığımız için daha da kötüye gitmesine neden oluyoruz her şeyin!

Yaşantımızı ve yaşam alanımızı bu denli olumsuz koşullara kavuşturan isteksizliğimiz, ektiğimiz olumsuzlukların sonuçları bizlere yansıdıkça daha da kötüye gidiyor.

Biz daha da isteksiz, bıkkın hale geliyoruz.

O zaman idaremizi daha da çok başkaları ele alıyor.

Ve esasında yürüdüğümüz yolun sonu uçurum...

Bu uçuruma gözlerimiz kapalı koşar adımlarla ilerliyoruz.

Uçurumdan yuvarlanırken dahi kendimizi yargılayamayacağımız, nerede olduğumuzu ve ne yaptığımızı bilemiyeceğimiz bir halde olacağımız için uçurumun dibine yuvarlandığımızda artık yerle bir olmuş olacağız.

***

Kaçarımız yok!

Başka sözcüklerle anlattığımda, sömürü, asimilasyon, denetim yoksunluğu, üç kağıt, haraç, rüşvet, beceriksizlik ve daha bir çok sözcüğü kullandığımda gücüne gidenler oluyor.

Çevre, peşkeş, plansızlık, satılmışlık dediğimde üstüne alınanlar oluyor.

Sonra saldırganlaşıyorlar.

Ne onlar kazanıyor ne de ben elbette...

Fakat en azından yüreğim rahat. Aklım değil ama olsun.

Çünkü ben hala bizi koşulsuz barışın, ardına önüne bakmadan sırtımzdaki yükten kurtulmanın iyiye götüreceğini biliyorum!

Biliyorum ki gerçekten adalılar ve adayı geleceği olarak görenler bu sorunu çoktan çözdüler kafalarında. Sadece “ama”larla sözlerine başlayan ve sırtını bir yerlere dayamaya çalışanların hala beklentileri var bu düzensizlikten, sistemsizlikten. Hayal görerek yaşamanın gelecekte gördükleri hayalleri gerçek hale getireceğini zannediyorlar!

***

Çok hatalıyız!

Rumlar da, Türkler de, garantörler de, ötekiler de!

Hepimiz...

Ama kabul etmeliyiz ki en çok da biz...

Dr. Çiğdem DÜRÜST