Şu tiyatro tartışmasında, mevzusu geçen oyundan kesitler paylaşıldı. Egemen bir devletin hakimiyeti altındaki bir devletle/toplumla ilişkisi irdelenirken onları “karı/koca” göstermek maalesef ne ilktir ne de son. Bu benzetme yapılırken sahnedeki oyunun izleyicisi kadın olarak düşünülmez. Ulaşılmaya çalışılan tiyatro izleyicisi erkektir. Erkeğin uyanışı da bu tip oyunlarda cinsiyet rollerini sorgulamak üzerine değil “erkeklik kaybı” fantezisi üzerinden “sert erkek” rolünün kaybıyla panik yaratmaya dönüktür. “Erkeklik elden gitti bre gardaş! Uyanın! Direnin erkekliğiniz için!” haykırışıdır. Yani kadın-erkek ilişkilerindeki ezme ezilme normalleştirilerek, ezilen toplumun erkeklerine “bakın size aslında karılarınızın rolü verildi” denilmektedir. Bunu izleyen erkek öfkeye kapılır ama özeldeki/evdeki cinsiyet rollerini sorgulamak adına değil. Kadınlaşmamak, hakimiyet kaybetmemek adına. Kadının ikincilliği değildir sorunsallaşan, erkeğin kadınsılaşmasıdır. Kadınsılaşmak da “aşağılayıcı” bir şeydir bu yaratılan imgede.

Feministleri feminist yapan tam da bu sorunsaldır. Tiyatronun, sanatın, bilimin özgürleştirici olmasını savunan politik ve ideolojik bir duruşu olmalıdır kendine feminist diyenin. “Benim grubumdaki erkek susturulmasın, cinsiyetçiliğini de özgürce sahnelesin. Ben de sanat özgür olsun adına bu cinsiyetçiliğe gözümü kapamak zorundayım” diyen bir feminist olamaz. Feministi feminist yapan topluma ait meselelerde hiçbir koşulda cinsiyet merceğini bırakmayı kabul etmemesidir.

Son tiyatro kıyametinde kaç tane feminist sosyal medyayı, bahsi geçen oyunda ortaya çıkan “cinsiyetçilik” konusunda paylaşım arkasına paylaşımla hakimiyeti altına aldı? Kaçı oyunda paylaşılan, yazar tarafından kendine ait olduğu kabul edilen kısımların cinsiyetçiliğinden dem vurdu? Görebildiğim kadarı ile bir kadın oluşumu tam tersine “tiyatro susturulamaz!” diyerek bahsi geçen oyunla ilgili “yasağın dayanılmaz cazibesine” toplumu yönlendirip, özgürleşme adına izlenmesini teşvik etti. Bir sürü feminist duyarlılığı olduğunu iddia eden birey de aynen öyle yaptı.

Şimdi soralım: “erkeği karısının üstüne azgın bir boğa gibi atlayan, karısına eve her gelene “geç” dediği için bağıran”, bu azgın boğa ve kadını aşağılayan imgede çizilen erkeğe karşı “boynunu süzen kadın ve cilve yapan kadın” imgesi feministlerin alkışlamaktan bir an bile sakınmadıkları bir “özgürleşme” olabilir mi?

Feminist olmanın en zor tarafı sosyal hayatın içinde olup bitenleri çok boyutlu görebilmesi, görünce de sessiz durmamasıdır. Kadın ve cinsiyet özgürleşmesi çok yanlı saldırı altındadır. O kadar ki, hayatımızda sadece başka politik meselelerde karşımızda olan gruplarla değil bire bir kendi politik gruplarımızdaki ataerkin de varlığının devam ettiğini bilmemizi gerektirir. Örnek verelim. Adayarısında kendine “sol” diyen grubun içindeki feminist farkındalığa sahip olanların kendilerini ait gördükleri en büyük grup, adanın bu yarısı ile öteki yarısının “anlaşmasını” isteyenlerden oluşur. Karşılarında olan, yani sağdan gelen cinsiyetçi pratiklere toplu ve sistemli olarak ses çıkarırken, “sol” içindeki bu büyük “öteki yarı ile anlaşma” ortak paydaları, solun yeniden ürettiği cinsiyetçiliklere sessizliklerini getiriyor.

Bağımsızlaşma süreçlerinde “önce bağımsızlık sonra cinsiyet hakları” diyen ilk topluluk bizimkisi değil. Ama bizim avantajımız bizden öncekilerden ders çıkarmaktır. Başka başka ülkelerdeki üretken feministlerin yazılı feminist tarihlendirmelerinde “önce bağımsızlık sonra cinsiyet hakları” diyen mücadelelerin nasıl feminist hareketler için hüsranla bittiğini gösteren çok örnek var.

Feminist, kimseye sorgulamadan kayıtsız şartsız hayranlık göstermez. Toplum önüne çıkan her metin, her oyun, her bilimsel yazı, her haber, her film, her konuşmacı irdelenir. Toplumu karpuz gibi ikiye bölen tartışmalar daha da çok irdelenir, ama genel eril kamplaşmaların dışında ve ötesinde, feminist bir yaklaşımla ele alınır. Cinsiyetçi olmayan, cinsiyet farkındalığı kazandırılan bir yapı için tiyatrocular, sanatçılar, gazeteciler, hangi politik çevreden gelirlerse gelsinler ve ne savunurlarsa savunsunlar toplum önünde feministler tarafından sorgulanırlar, eleştirilirler, daha eşitlikçisini çıkarmaları için yönlendirilirler.

Feminist olmak demek hem düşünce özgürlüğünü savunmak hem bunu yaparken topluma dönük çalışmalarda cinsiyetçiliği yeniden üretenleri idealize etmeden, karşı oldukları cinsiyetçiliklerin yeniden üretilmesine toplumsal düzeyde eleştirel bir “onay vermeme” durumu yaratabilmektir.

Azgın boğa belediye sahnesinden cinsiyetçilik üretecekse, feministler bunu ayakta alkışlamamalıdır. Cinsiyetçiliği görüyorlarsa ve eleştirmiyorlarsa sessizliklerini bozmalıdırlar. Sessizlik sisteme onayın en güçlü aracıdır. Oyun sahnelendiğinde feminist duruş hız kazanmalıdır.