Uzun süredir sosyal medyada izleyip durduğum seçmen olmak yerine taraftar olmayı tercih eden insanların hali geçen gece cumhurbaşkanı adayları arasındaki TV programından sonra daha da açığa döküldü. Akıncı’nın Özersay’a tecrübelerinin atanmış bir kişinin tecrübeleri olduğu, seçilmiş lider olarak politik sahnede olmanın bundan çok farklı bir tecrübe olduğunu ve henüz lider olarak pozisyon tutmadığını ifade etmesinden sonra Özersay propagandasının ve destekçilerinin bir kısmının yükselen Akıncı karşıtı, içeriksel eleştiriye dayalı olmaktansa kindar bir öfkeyle “Akıncı seçilmezse halkına hizmet etmek istemediğini söyledi, Yazıklar olsun!” feryatlarına kadar varan bir “anti” propagandaya dönüştü. Akıncı’nın Özersay’a “pis memur” dediği iddiası yapıldı, bu tip bir propagandayı memleketin yarısı memur olan insanlara karşı Akıncı taraftarlarının yaptığı iddia edildi, halk seçmezse yeniden vekillik, parti başkanlığı yapmak yerine seçileni destekleyeceğini söylemesi bir yazarın ağzından alınıp adayın kendisine mal edilerek hakaret edildi. Demokratik olarak seçim kazanmayan birisinin bunu yeniden seçime girmeme mesajı olarak algılaması bir anda demokratik saygı yerine halka hizmet etmemeye dönüştürüldü. 
Özersay seçime beş kala kendini hiçbir resmi komite açıklaması olmadan profesör ilan etti, ardından da atanmış olmayı “hakaret” olarak algılamasının sonucu olarak taraftarları “profesör oldu, şimdi memur ‘yakıştırması’ yapanlar ne diyecek bakalım” diye sosyal medyadan sorular döktü.
 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini futbol taraftarı moduna büründürdüğümüz vakit desteklenilen adaytanrısallaşmakta, hiçbir yakaşımını, tutumunu eleştirmek ve sorgulamak imkanı kalmamaktadır. Bu takım tutar edalarda “yensek de yenilsek de ölümüne desteklerim” modudemokraside nasıl bir moddur? Bu sadakat ve onun tersinden ötekileri gerekçe uydurma yöntemi ile karalama, eleştiri içeriği olmayan noktalarda eleştiri yapma zorlaması ile kötüleme, toplumsal gelişme ve ilerleme için gerekli olan demokratik kültürü ne hale sokmaktadır? ‘Temiz toplum” kulağa hoş duyulan bir sedanın ötesinde faaliyet gösterebilmekte midir?
 
Her zamanki gibi memlekette eleştir yapılan noktalar “sataşma” “saldırma” olarak lanse edilmekte, karalama olan noktalar da “eleştiri” gibi kanıksatılmaya devam etmektedir.
 
Akıncı’nın atanmış seçilmiş arasındaki farka vurgusu, benim bu köşeden önceden yazdığım yazılarda farklı boyutlarına bakmakla birlikte vardır. O yüzden rahatlıkla pozisyonumun seçim öncesi döneme ait olduğunu ifade edebilirim. Ekim 2014’te “KKTC’nin Meşruiyeti, Kıbrıslı Türker’in İradesi, Atanmışla Seçilmişin Farkı” adlı bir yazım vardır. Özersay’a daha adaylığı bir ihtimalken sorduğum ve yanıtlarını hiç alamadığım yazım da taa Ağustos 2014’te bu sitedeki ilk yazım olarak yazıldı. O yüzden aşağıda Özersay’a ama daha da önemlisi herhangi bir eleştiriye karalamaya gitmeden ya da alaycı bir şekilde sosyal medya üzerinden “evet ben birilerinin adamıyım” ya da üç beş arkadaşla selfi çekerek “önümdekileri arkamdakileri açıklıyorum” diye geçiştirmelerde bulunmada, içeriksel cevaplar verilmesiniumut ediyorum. Verilmiyorsa da bir taraftar gibi hareket etmeyi bırakıp seçmen gibi hareket etmenin ancak sorgulamayı getireceğine inancımı yeniliyorum.
 
Kudret Özersay’a seçilmişle atanmış arasında liderlik tecrübesi bağlamında fark vardır, atanmış kişiler teknik bilgilerini lider gözetimi altında kullanırlar, bu liderlik tecrübesi ile aynı değildir dendiğinde, bu nasıl “memur yakıştırması yapılarak hakaret” olarak algılanmaktadır? Atanmışla seçilmişin liderlik konusunda tecrübeye dayalı farkı olması bize yeni bir haber mi? Seçilenin yol haritasını çizdiği, atanmışın o yol haritasını izlediği bilmediğimiz bir şey mi? “Bizde seçilenler yol haritası çizmez, onu Türkiye çizer” diye düşünüyorsanız, o zaman da zaten adayınızın liderlik vasfına ihtiyacı olmadığını, yol haritasını Türkiye’nin çizdiğini, o yüzden de liderlik tecrübesi eleştirisinin anlamlı bir eleştiri olmadığını söylemeniz gerekir. Mantığınız bu ise eleştiriden bunca alınmamanız “adayım bugüne kadar aldığı talimatları masaya iyi taşıdı, bundan sonra da aynı şekilde taşıyacak” demeniz yeterlidir değil mi?
 
Ama irade konusunda neye inanırsanız inanın, daha ilk kez seçime girecek olan, örgütlü bir siyasi partinin herhangi bir katmanında, ya da liderliğinde bulunmamış birisinin hiçbir liderlik geçmişi olmaması sizin için nasıl olabiliyor da yeni bir haber olabiliyor? Yoksa bunun açıkça ortaya konulmasına tahammülümüz mü yok? Bu kadar açık bir gerçeğin ortaya konulmasına tahammülsüz olanların halk önünde değerlendirilerek seçilmeyi sorması mümkün mü? Ne sanmıştınız? Seçimde halktan onay bekleyen liderlerin eleştirilemeyeceğini, eksikliklerinin ortaya konulamayacağını, sorgulanamayacağını mı? Özersay, o gece TV programında, kendisini DAÜ’nün atadığını ve memur olmadığı cevabını vermiştir. Neden kimse “bu nasıl bir argümandır?” diye sormuyor adayarısında? Yarın Özersay cumhurbaşkanı seçilse, müzakereci olarak seçeceği kişiye kendisi veya destekçilerinden herhangi bir tanesi “lider” demeyi kabul edecek mi? Özersay cumhurbaşkanı olsa onun ataması olmayan birisi DAÜ tarafından atanacak ve biz de onu lider mi kabul edeceğiz? Böyle bir argüman olabilir mi? Ödendiğiniz yer mi sizin atanmış veya lider olduğunuzu kararlaştırıyor yoksa tuttuğunuz pozisyonun liderlik kapsamı mı? Herhangi bir müzakereci, seçilmiş liderin vizyonu dışında tavır sergileyebilir mi? Özersay kendi seçilse, müzakerecisinin kendinden bağımsız hareket etmesini kabul edecek mi? Özersay’ın kendinin asla kabul etmeyeceği şeyleri özne Özersay olduğunda kabul etmemizi bekleyen kendisi ve taraftarları bize demokratik bir gelecek vadedebilir mi?
Ama belki de seçilmiş cumhurbaşkanının rakibi olduktan, müzakerecilikten gönderildikten sonra, seçilmiş CTP hükümetinin kendisini açıkça desteklemediği bir dönemde nasıl olup da, hangi şekilde ikinci kez yenidenbu sefer müzakereci olarak paraşütle görüşmelere atladığının sorgulanmaması gibi sorgulamıyoruzdur bu söylediklerini de.
Ya da Siber’e kamu aracı ile kamu kaynaklarını kullanarak seçim propagandası yaptığı eleştirisini getiren Özersay’ın, sarayda atanmış müzakereci pozisyonundayken kamu dairesinin bilgisayarından ve müzakereci pozisyonundan, kamu çalışma saatleri içerisinde twit atmanın da kamu malını ve zamanını kullanmak olduğunu sormayı gerekli görmüyoruz. CTP “dit ditdit” diye laf atarken Özersay çalışma saatlerinin içinde kaç tane twit attı?  Dahası, yarın Özersay cumhurbaşkanı seçilse, atadığı müzakereci yan odadan “bu meclis beni temsil etmiyor, mevcut cumhurbaşkanı da dahil gelen giden kimse temiz değil” diye twit attığında, Özersay bunu kabul edecek mi? Özersay’ın sarayda olduğu süreçte yaptıklarını kendi müzakerecisi yapsa kendisi kabul edecek mi? “Temiz toplum” diye sivil topluma üç gün önce çıkılınca bu soruların sorulması “saldırı ve sataşma” mı? Temiz toplum lafı etmek eleştirilmeyi bitiriyor mu? Ya da seçimler arifesinde atama yapılmaması gerekirken, yetkili bir merciden çıkmadan kendi profesörlüğünü ilan etmesi ve “idari atama yapılmadı ama akademik derece değişti” demesi ve bunu propaganda aracı olarak kullanılması “temiz” mi ve siyasetten bağımsız mı? Profesörlüğü veren bu komitedeki isimleri sorsak seçim öncesinde açıklanır mı? Komite “evet biz görüştük ve verdik, siyasi konumunun ve siyasi zamanlamanın da hiçbir alakası yoktur” der mi? Ve aday siyasi bir yerlere geldiğinde bunu verenleri siyasi pozisyonlarla taçlandırılmayacağı sözünü “şeffaf” şekilde seçim bitmeden verilebilir mi? Çok daha önemlisi profesörlük atanmışla seçilmişin liderlik açısından arasındaki farkı bitirir mi? Profesörler otomatik olarak lider mi? Şimdi “onun artık profesör” olması, hayatında hiçbir noktada seçimlere katılmış, örgütlü bir siyasi partiye liderlik etmemiş konumunu değiştiriyor mu? Kazanılan titrler siyasi yetkinliği de birlikte mi kazandırmaktadır? Seçime beş kala bir başka aday profesörlüğünü ilan etseydi “temiz akademi, temiz toplum, temiz ve tarafsız atama” konularında Özersay herhangi bir söz söyleyecek miydi? İtirazı olacak mıydı? Özersay bunu yapan başkası olsa, profesörlük açıklaması seçim sonrasını beklemeliydi demeyecek miydi? Siyasi baskı konusu gündeme gelmeyecek miydi?
 
Atanmışla seçilmiş arasındaki fark ne kadar büyükse, taraftarla seçmen arasındaki fark da o kadar büyük. Kimseyi gözü kapalı desteklemediğimiz gün daha kapsamlı sorular sorabileceğiz. Daha kapsamlı sorular sorduğumuzda geleceğimiz için seçimlerimizi beklentilerimiz ışığında değil bilgilendirilmiş tahminlerimiz ışığında yapabileceğiz. Dahası adaylarımıza “gözüm üstündedir ve yanlış yaparsan hesabını soracağım haberin olsun” mesajını daha seçilirken ileteceğiz. Hepimiz bir adaya diğerlerinden daha yakın hissedebiliriz. Destekleyebiliriz. İnanabiliriz. Ama başkalarına yönelteceğimiz soruları onlara yöneltmememiz, kazanma mantığı içinde hareket etmemiz ya geleceğe dair orantısız beslediğimiz umutları çöküntüye uğratıp bizi olması gerekenden daha büyük umutsuzluğa sürükleyecektir ya da beklentimiz daha kişisel çıkarlar yönündeyse onlar gerçekleşmeyince öfkeli ve hazımsız insanlara dönüşmemize sebep olacaktır. Umutsuzluk ve hazımsızlığa düşmemenin en iyi yolu taraftarlıktan seçmenliğe doğru geçmektir.