Günümüzün en büyük sorunlarından biri.Herkesin en az bir kez başına gelmiştir.Bazen çok yakın bir arkadaşınız bazen kardeşiniz hatta

Anne Babanız…

Her türlü dili kullanmanıza, her türlü kanıtı sunmanıza rağmen söylediklerinizi anlamaya, aktardıklarınızı görmeye yanaşmaz.Canınız

sıkılır.Anlatmaktan vazgeçer hatta ilişki kurmaz olursunuz.

Peki neden hiç düşündünüz mü ?

Aslında bunun çok basit bir açıklaması var: anlamak işine gelmez.

Anlarsa, çözüm üretmesi ve değişmesi gerek.

Anlarsa, konu ile ilgili kendini kötü hissedebilir.

Anlarsa, ilişkideki pozisyonu veya savunduğu düşünceyle ilişkisi değişebilir.

Anladığını göstermek, ihtiyaçla veya sorunla yüzleşmeyi doğurur.

Rahatını bozmak ve değişmek istemeyenler, benmerkezcidir.Anlamak değil

anlaşılmak isterler. Kimseyi anlamadan anlaşılmayı beklerler. Kendisi yerine,

,başkalarının değişmesini isterler. Kimin ne yapması-yapmaması gerektiğine kafa

yorarlar. Anlamak istemedikleri için anlamazlar.

Çoğu insan bu yüzleşmeye hazır olmadığı, bu ihtiyaçları mantıklı bulmadığı ya da gideremeyeceğini düşündüğü için anlamak istemez.

Bunu yapmak istemiyorsa; ya anlamamazlıktan gelir (itiraz eder, tepki verir veya gereksizleştirir) ya da anlar ama "mazeretlere" sığınır.

Her ikisi de birer savunma mekanizmasıdır aslında.

Anlattıklarım, senin anladıklarınla( anlamak istediklerinle) sınırlıdır.

Günlük yaşantımızda çokça örnekleri mevcut.Hemen hergün bu türden insanlarla karşılaşmanız mümkün.Bazen bir markette bazen bir

devler dairesinde bazende trafikte ….

Anlamak masraflı iştir;emek ister,gayret ister, samimiyet ister.Yanlış anlamak ise kolaydır.Biraz kötü niyet, biraz da yetersizlik kâfidir .

Yeri gelmişken hoşgörünün ve tevazunun simgesi mevlananın şu sözlerini hatırlamadan geçmeyelim.

''Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne

olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.''

Hülasa;İnsanlar varlığını sağlıklı sürdürebilmesi için, sağlıklı ilişki ve iletişim kurabilmesi için önce anlamak şarttır.

Duygusal-sosyal zeka yani.

Anlaşılmayı bekleyen meselenin özünü anlamamıştır. Büyük düşünen anlamak,küçük düşünen anlaşılmak ister. Anlamak isteyen hayatın

önünden, anlaşılmak isteyenler, hayatın gerisinden gider.

Şunuda çok açık diyebiliriz ki bugünün rekabet dünyasında anlamak isteyenin şansı ve yeri çok ,anlaşılmak isteyenin gelecekte hiç şansı yoktur.

Başkalarının anlayabilmek ve onların yaşantısını hayal etmek zorlayıcı ve yorucu olabilir. Tüm bunları yaparken kendi duygularımızı ihmal etmemeliyiz. İnsanların tecrübelerini izlerken bu aşamaya gelene kadar neler olduğunu ve onları bu noktaya getiren karakter yapılarını da düşünmeliyiz. Kısaca Anlamak ve anlaşılmak için empatiyede ihtiyaç vardır.

Bu konuda güzel bir Nasrettin hoca hikâyesini yeri gelmişken sizinle paylaşayım. Nasrettin Hoca bir gün eşeğinden düşer ve acıyla kıvranır. Başına toplananlar “Hemen bir doktor çağırın…” diye bağrışırken, Hoca, “Bana doktor değil, eşekten düşmüş birini bulun...” diye bağırır.

Empati kurabildiğimiz zaman; sadece aile ve arkadaşlarımıza iyi yoldaşlar olabilmenin dışında, insanlarla bağ kurarak “öteki” kavramının ortaya çıkardığı yanlış anlaşılmalar ve korkulardan da korunmuş oluruz.

Ünlü sosyal psikolog C. Daniel Batson, empatinin diğer kişi gibi hissetmek olduğunu söyler. Bazen başka birisinin acısını yaşamak ve aynı

rahatsızlığı paylaşmak ,kendimiz karşınızdakinin yerine koymak yani..

Peki bunun için ne yapmak lazım?

Biraz sakinlik ,sabır , iyi niyet …

ve unutmayın ‘’İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyabiliyorsa insandır.”