Aile Yasası’nın değişmesi ile ilgili yapılan girişime yönelik bir takım tepkiler
ortaya konuldu. Aile Yasası’nın aciliyetle değişmesi lazım. Bu değişimlerin hangi
zemin üzerinde olacağı büyük çoğunlukla kavgacı bir üslupla yıkıcı şekilde
yapıldı (Bakara Kültür’ün eksiklikleri vurgulaması yanında, önerilerle beraber
yapıcı bir tutum izlemesi az sayıdaki sağlıklı tartışma ortamlarından birisini
oluşturuyordu). Yapıcı şekilde tartışılması gerekirken, Yasa değişiklik önerisini
sunan vekil Doğuş Derya’nın şahsı üzerinden okunan bir feminizme karşı çıkma
hali ile genellikle karşıtlık ortaya döküldü. Doğuş Derya’nın temsil ettiği
feminizmle çoğu zaman aynı perspektiften dünyayı görmeyen bir feminist olsam
da (feminizmler de çoğuldur çünkü), bu aile yasasına karşı çıkarken kendisine
“aile kurumuna karşı” yaftasının yapıştırılmasını hayli komik bulduğumu dile
getirmeliyim. “Feministler aile istemezler” üzerinden bir algı ile karşı
çıkılmasının doğruları çok da yansıtmayan bir genelleme olduğunu
düşünüyorum. Kavramların pek de kendi içeriklerinde kullanılmamasının bir
sonucu olarak görüyorum bu genellemeleri. Bir de kişilerin neye inandıkları ve
hangi değerler üzerinden dünyayı gördüklerini tartışacak bir zemin kalmamış
olmasına bağlıyorum bu genellemeleri. Dünya yüzünde “aile” kavramına karşı
olan değilse bile “devlet eliyle hiyerarşik güçlü ve güçsüzlerin” yaratıldığı evlilik
kurumuna karşı feministler elbette vardır. Ancak elimizdeki yasa değişiklik
önerisi hiç de aileye, aile kurumuna karşı bir yasa değildir. Aileyi sorgulayan,
aileye karşı çıkan, aileyi yıkmaya çalışan hiçbir adım yoktur bu yasada.
Sosyal medyada gözüme çarpan bir iki çarpıtmaya ve yasanın eksiklerine
rağmen neden desteklenmesi gerektiğine değinmeden önce, bu yasa önerisini
Ömür Yılmaz ile birlikte okuduğumuzu, Ömür Yılmaz’ın etkin katılımı ile soru ve
önerilerimizi de komiteye sunma şansımızın olduğunu söylemek gerek. Bu Aile
Yasası’nın değişmesine karşı olanların oturup tek tek üzerinde değişiklik
önerilen 26 maddeyi de okudukları ya da okudukları bazı maddelerin ne anlama
geldiğini sorup öğrendikleri ile ilgili ciddi şüphelerim var. Alaycı ve çarpıtan
yaklaşımlarla bir yasa değişikliğinin ele alınması yerine sağlıklı zeminde neden
evet ve neden hayır dendiğinin konuşulması demokratik olarak adayarısının
ihtiyacı olan bir süreçtir.
Ömür Yılmaz ile yaptığımız sohbetlerde vurgulamak istediğimiz önemli bir konu
bu yasanın aslında ataerkil ve geleneksel değerlere göre yazılmış bir yasa olduğu
ve değişikliklerin de bu zemin üzerinde oturmaya devam ettiğidir. Yani yasa hala
ataerkil değerler ekseninde kalmaya devam etmektedir. Mesela evlilik kurumu
içerisinde dünyaya gelen çocukları kapsayan bir yasadır sadece. Evlilik dışı
doğan çocukların durumu özel bir yasa ile ele alınmaktadır ve bu yasa değişikliği
evlilik dışı doğan çocukları aile yasası içerisine katmamıştır. Yani aslında bu
çocuklar hala korunmamaktadır ve hala “aile” kavramından soyutlanmış olarak
kalmaktadırlar.
Bunun yanı sıra ŞÖDAM (Şiddet Önleme ve Danışma Merkezi) ile TCED
(Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi) yasa içerisinde önemli roller verilen
kurumsal yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır ama ne geçmişte ne de bugün
hükümetteki CTP de dahil hiçbir siyasi parti hükümet etme çerçevesi içinde bu
kurumları ayağa kaldırmak, etkinleştirmek, çalışır hale getirmek konusunda
somut bir adım atmıştır. Yasaların ihtiyaçları karşılayacak şekilde düzenlenmesi
bir adımdır ama yasanın orada durması kendi başına hiçbir anlam ifade
etmemektedir. Yasanın değişmesi çalışmasına paralel ve eş zamanlı olarak
hayata geçebilmesi için uygulamada pek çok adım atılması ve temellerin
kurulması gerekmektedir.
Kamuoyunda yapılan spekülasyonların aksine bu yasa gelenekçi nüvelerini
korumakta ve evlilik özünde erkek ve kadın arasında kalmaktadır. Yani aslında
çocukların ebeveyni “anne ve baba” olarak geçmektedir ki bu da iddia edildiği
gibi eşcinsel evlilikleri de barındıran bir tarafsız dil değildir aslında. Zaten
kapsamlı bir anayasal değişim ancak eşcinsellerin de aile kurabilmelerine yasal
zemini oluşturacaktır. Kısacası bu yasanın başarabileceği ve başaramayacağı
şeyler doğru zeminde tartışılmalıdır. Şu anda yasanın zaten başaramadığı
meseleler üzerinden karşı kamuoyu yaratılmaya çalışılmaktadır. Benzer durum
soyadı meselesinde de karşımıza çıkmaktadır. Kadınların babalarının soyadı ile
devam edebilmesi (sürekli olarak “kendi soyadım” diyen kadınların kendi soyadı
diye bir şey yoktur aslında, bunu söyleyen kadınlar anneleri ile sohbet etmişler
mi son zamanlarda merak ediyorum) meselesi pratikte ataerkil sistemin aşılması
adına çok büyük bir değişim yaratmayacaktır aslında. Korkuya kapılanlar olmuş.
Bu çocuklar evlendiğinde, bir sürü soyadı tutamazlar ve iki nesil sonra kimin
kiminle akraba olduğu belli olmayacak diye bir panik oluşmuş mesela. Yasa
çocukların en fazla iki soyadı tutabileceğini ve hem babanın hem annenin
(aslında dedenin) soyadı verildiğinde 18’ine geldiğinde gerekli görürse, canının
istediğini bırakabileceğini öngörmektedir. Babanın kim olduğunun bilinmesinin
bunca önem atfedildiği toplumlarda kaç çocuk baba soyadını bırakacak ya da
kendi çocuklarına kendi baba soyadını geçirmeme kararı alacak dersiniz?
Tahminimce pek azı. Erkeklerin bir kısmının “erkinin” gideceği paniğine kapılıp
“ey Kıbrıslı Türk erkekler açın gözünüzü uyandırın canınınızı” demesi sembolik
olarak bile eşitlik meselesinin ne korkutucu olduğunun göstergesi olmaktan
başka bir şey değildir. Ve maalesef, bu soyadı meselesi ataerkil soyadı ağacı ile
ilgili sembolik olmaktan öteye bir eşitlik getirmemektedir. Yetişkin olduğunuzda,
hatta seçimde milletvekili adayı olduğunuzda bile “falanca adamın çocuğu” diye
oy toplanılan bir memlekette babanın erkinin bitmesi için daha çok mücadele
gereklidir. Ancak bu sembollere önem verenlerin de sembolleri yaşama geçsin ve
çocukları büyürken dedelerinin soyadına sahip anneleri ile bağları da
kimliklerinde var olsun, ne olurmuş?
Çarpıtmalardan bir tanesi de yasa değişiklik önerisinin eşini “aldatan” kadınların
başka bir adamdan hamile kalmasında kadının ispat yükümlülüğünde
olmamasının aldatan kadınların kocalarına kendinin olmayan çocuğu
“yutturması” olarak ifade edilmesidir. Elbette ki yasa böyle bir şey
öngörmemektedir. Yüzyıllardır kadın cinselliğinin baskı altına alınmasının
sebebi aslında erkeklerin bu “babalıklarından emin olmama” halini ortadan
kaldırma çabalarıdır. Neyse ki artık tıbbın geldiği noktada bu korkular
yersizleşmiştir. Yasa, erkek böyle bir aldatma durumunda, biyolojik babanın
kendisi olduğundan şüpheli olan kocaya bu konuda mahkemeye gitme ve babalık
testi talep etme hakkını vermektedir.
Yasa değişiklikleri özlenen aile yapısına ulaşmak için yeterli olmasa da var olana
göre eşitlik için adım atan, fiziksel, ekonomik ve psikolojik şiddeti tanıyan ve
önlem almak için hareket eden, ev emeğinin her şeyden önce bir emek olduğunu
tanıyan ve eşlere sorumluluklar yükleyen, boşanma sonrasında babaların da
çocuklarının maddi yükümlülüklerine eğitimleri bitinceye dek ortak olması
gereğini yasallaştıran bir yapıdadır. Boşanmaların çok olduğu ailenin anne baba
ve çocuğun bir çatı altında yaşadığı modellerden farklı modellere de dönüştüğü
bir dünya ve ülkede çocuklar her gün baba sorumluluğu yeterince yasal olarak
sağlanmadığından mağduriyet yaşamaktadır. Bu mağduriyetin ortadan
kaldırılması kadın erkek hepimizin yükümlülüğünde olan bir şeydir.
Son söz olarak şunu dile getirmek yerinde olacaktır. Bu yasa çalışmalarının siyasi
ortama göre yavaşlatılması veya hız kazandırılmasındansa, seçilenler seçildikleri
ilk andan itibaren değişimin gerekli olduğu yasaları ve bu yasalardaki maddeleri
kamuoyu önünde tartışmalıdırlar. Farklı parti ve gruplardan bireylerden oluşan
TV oturumları yapılması, yazılar yazılması, bilgilendirme ve görüş toplantılarının
zamana yayılarak yapılması, karşıt siyasi parti gençliği ve kadınları aracılığı ile
tabanlarına anlatılması toplumun değişikliklere sahip çıkmasına ve meclisteki
vekillere değişimler için baskı kurmasına yardım edecektir. Aile yasası gibi
yasaların içindeki bir çok önemli konu bir tarafa bırakılarak spekülatif
noktalarının belli birkaç kişinin (sosyal) medyatik görünürlüğü üzerinden
tartışılması genel olarak yasanın değişmesi konusuna zarar vermektedir. Ne
kadınların soyadının olmamasının bu yasadaki en önemli şey olarak lanse
edilmesi doğrudur, ne de yasanın içinden bu soyadı meselesinin cımbızla
çekilerek çok büyük bir sorun olarak lanse edilmesi bir yarar getirmektedir.
Siyasi partilerimizin “onların döneminde geçmesin benim dönemimde geçsin”
yaklaşımı siyasi kültürümüze damgasını vurmuştur maalesef. Ama bu yaklaşımla
hareket edenler, kendilerinin de benzer bir tutumla engelleneceklerini artık
anlamalıdırlar. Toplum genelinin iyiliğine değil parti ve kişi çıkarlarını önceliğe
koyan bu yaklaşım ne kadar yanlışsa, benzer şekilde, tek bir vekilin kimliği ve
algılanışı üzerinden değişime muhtaç koskoca bir aile yasasına külliyen karşı
çıkmak da o kadar yanlıştır. Bu aile yasasının değişmesi toplumsal bir
gerekliliktir. Umarım kişiler arasındaki çekişmeler, olmayan sorunlar varmış gibi
spekülatif söylemler üzerinden yapılan meyve vermeyen tartışmalar bir kez
daha bu yasanın değişmesi ötelenmez.