Polis memuru sizi kendi ülkenizde durduruyor. Sizin devletinizin polisi. Üniformasında başka bir ülkeye ait bir bayrak, logo ya da amblem var!

Size ceza yazıyor!

Kimin polisi?

***

Sokakta, trafikte, markette, mağazada veya herhangi aklınıza gelebilecek her yerde birileri doğrudan yüzünüze baka baka buranın aslında sizin yurdunuz olmadığını ve sizin de Türkiye olmadan bir hiç olduğunuzu söylüyor. Söylemeye cesaret ediyor.

Kimin yurdu?

***

Mecliste, kendi seçtiğinizi zannettiğiniz vekiliniz ya da demokrasiye inandığınız için ortaya koyduğunuz bir mücadele biçimi olan sandığa giderek kaderinize yön vermeye çalıştığınız kişiler, çıkıyor ve sokakta duyduklarınızı, polis örneğini, çocuğunuzun okulunda yaşananları, komşunuzun tavrını doğrulayan hareketlerini fütursuzca, savunuyor. Hatta kendisi de tekrarlıyor!

Kimin seçimi? Kimin siyasetçisi?

***

Milliyetçilik kavramı içinde artık biliyorum ki hastalıklı bir psikoloji var!

Devamlıve dengesiz bir “kendini büyük görme” hali var.

Bu duygunun esiri olanlar, başka halkları küçük görmekle kalmaz, kendilerini de büyük ve daha kıymetli görürler. Kendi milletini büyük, başka milletleri küçük sayarak vatanına ve milletine karşı sorumluluğunu yerine getirdiği hissi yaşarlar. Gerçeği görme gücünü adeta yitirmiş olan bu kişiler artık hurafelerle yaşar ve karşısında kendisi gibi düşünmeyen herkesi kötü ve zararlı görür.

Varsayımlar, abartılar, yanılgılarla toplumu yönlendirme, üstelik kendisi gibi görmeyeni de eleştirme ve hatta düşman görme eğilimindedir.

Tarihi dahi hurafelerle yazar. Gerçekliği saptırdıkça,kendi yazdıklarını gerçek görür. Hurafelerin gerçekliğini hayatının merkezine koyar karşısındaki herkesi de düşman olarak beller.

Bir de bunu muhafazakarlıkla birleştirdiği takdirde, kendi milleti dışındakileri günahkâr, kutsal olmayan şeklinde değerlendirerek düşmanlık beslemeye başlar. Bir süre sonra birebir kendisiyle aynı şekilde düşünmeyenlerin yok edilmesi, ortadan kaldırılması gerektiğini de düşünmeye başlar.

İşte tam da bu nedenlerle milliyetçiliğin nasıl da psikolojik bir sorun olduğunu anlamak mümkün.

Hatta geniş kitlelerde psikososyal sorunlara yol açtığı söylenebilir. Liberal felsefeye sığınarak bireysel özgürlüklerini başkalarına rağmen yaşamayı benimsemiş, bu yolda her şeyi mubah gören kişilerin kendilerine kılıflar oluşturması huzursuzlukların tırmanmasına neden olur! Milliyetçilik de bundan farklı değildir.

Milliyetçilik, gerektiği zamanlarda uluslararası antlaşmaları, uluslararası siyaseti ve uluslararası hukuku hiçe saymak, onun yerine her yeri kendi milletine mal etmek arayışına kadar ilerleyebilir.

Hükmetmek ve hükmü sürdürmek öncelikli bir hırsa dönüşür…

Bu yapının başında dikta rejimini benimsemiş kişilerin hiyerarşik dizilimi ile insanlığın geldiği noktayı tepetaklak edebilecek görüntüler yaşanması hiçtendir!

***

Bu sebeple milliyetçilik, samimi bir duygu, samimi bir yaşam biçimi ve objektif bir bakış değildir!

Öz itibarıyla üstün olma, üstünlük taslama ve diğerlerini küçümseyen tavrı saçmadır. Halkın kendi kendisini övme yalanıyla uyutulduğu bu bakış açısı başta başka toplumlara sonra da kendi toplumuna derin yaralar açar!

***

Milliyetçi bir kişi bütün insanları düşünmez. Barışı, huzuru, refahı dünya için tasarlayamaz. Sadece kendi milletinden olanları düşünüp geriye kalanların cezalandırılmaya varıncaya kadar derin bir düşmanlık besleyebilir.

Farklılığa, çok kültürlülüğe karşı toprak, kan ve ırk düşünür.

Var etmek ve var olmak ilişkisi verine yok etmek öncelikli hedefe dönüşür.

***

Kuşatıldığı milliyetçi duygular onu köle aldığından akıl ile değil, duygular ve asılsız inançlarla yaşar…

Sorumluluk bilinci bu bağlamda şekillenir.

***

İşte Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşananların gerekçeleri…

Meclisimizin çatısına çıkılması, gazetemizin yakılması, bizi sokakta ve her yerde aşağılayabilecek cesaretin bulunması, komşumuzun sürekli bize buranın Türkiye olduğunu hatırlatması ve daha pek çok sorunumuzun gerekçeleri…

Dr. Çiğdem DÜRÜST