AB’nin çevreye ilişkin yasalarının temelinde basit ama güçlü bir fikir yatar: “kirleten öder” ilkesi.

Bu ilke vergiler, para cezaları ve kirletici emisyon kotaları ve Çevresel Sorumluluk Direktifi gibi diğer tedbirler şeklinde uygulanmıştır.

Nerdeyse hergün Ülkemizin denizlerinin ,yollarının ,ovalarının kirliliğinden bahsediyor.Havamızı kirletenleri eleştiriyoruz.Onlarca resim video paylaşıyoruz.Ama bakıyoruz ki düzelen birşey yok.

Belli ki bizde kirleten ödemiyor.

Peki ama neden?

Son örneğini İskele sahillerinde gördük.

Kanalizasyon suları denize akıyordu.

Peki kirleten ödedi mi?

Hayır.

Yok ödedi diyen varsada bir zahmet tahsilat makbuzunu paylaşsın.

Tabii iş bu kadarlada kalmıyor.

Çeşitli zamanlarda sivil toplum örgütlerinde yükselen sesleri susturmak için artık farklı bir siyasi yöntemde uygulanıyor.

Kirlilik yaratana ceza kestik deniyor.Haber sitelerinde büyük başlıklarlada reklamı yapılıyor.

Fakat araştırınca bakıyorsunuz ki kesilen cezanın makbuzu yok.Kesildi denilen cezanın tahsilatı yapılmamış.

Geçenlerde bir haber dikkatimi çekti .Kaşkar bölgesinde yaşanan kirlilik nedeni ile

Girne Belediyesi’ne yasal işlem uygulanmış.

Başbakan Yardımcılığı, Turizm, Kültür, Gençlik ve Çevre Bakanlığı’na bağlı Çevre Koruma Dairesi, Girne Kaşkar bölgesinde denize atık su deşarj edildiğini tespit ederek, Girne Belediyesi’ne cezai işlem uygulamış.

Peşinen söyleyim toplumda hükümet edenlere karşı oluşan bu güvensizlikten dolayı bu cezai işleme inanan yok.

Çünkü bundan öncede ceza kestik denilen hiçbir işlemin makbuzunu yapılan işe toplumu inandırmak ve güven sağlamak adına paylaşılmamış.

Dolayısı ile halkta oluşan düşünce siyasetçi içi olumlu değil.

“Kirleten öder” ilkesi aslında sağduyuya dayalı basit bir ilkedir

Kirleten ve bu kirliliğe neden olan aktörler veya faaliyet olabilir yanlışı düzeltmek için bedel ödemelidir.

Bu, kirlenmiş alanın temizlenmesini veya etkilenen insanların sağlık masraflarının karşılanmasını gerektirebilir.

Bu, geçmişte kirliliğin olumsuz etkilerini azaltma konusunda çok güçlü bir kavram olmuştur. Eyleme geçmek için ahlaki ve yasal bir zorunluluk sağlamıştır.

Acil durumlarda, kirlilik kaynaklarını ve sorumluluklarını belirlemek, kirlilik seviyelerini düşürmek ve etkilenenlere bir miktar tazminat sağlamak için sonuca götüren adımlar atılmasına olanak tanıyan politikaların ve önlemlerin açık ve kesin bir şekilde ifade edilmesine yardımcı olmuştur.

Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nda olduğu gibi çevresel bozulma, iklim değişikliği, kaynak kullanımı ve eşitsizlikler gibi karşılaştığımız tüm zorlukları ele alan tutarlı ve küresel bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Avrupa Yeşil Mutabakatı, bu düşüncenin bir kısmını Avrupa politikalarına yerleştirmeyi amaçlamaktadır.Bizde bunu politika olarak benimseyebiliriz .İllede birilerinin bize dikte etmesine gerek yok.

Bundan önce çeşitli seferlerle birçok kez üzerine vurgu yaparak hatırlatmıştım.

Kesildi denilen cezaların tahsilat makbuzlarınıda paylaşın demiştim.

Aksi takdirde birtaraftan çevre kirlenmeye devam ederken halkın yönetenlere olan güvensizliği daha çok artacak.

Açıkçası bende umut yaratan ve icraat yapma dışında siyasetten beklentisi olmayan bir kişi olarak intiba bırakan Turizm ve Çevre Bakanı sevgili Fikri Ataoğlunun bunu yapabileceğine inanmıştım.İnancımıda halen korumak istiyorum.

Açıkçası gördüğümüz örnekler çevrenin kirlenmemesi için en basit ilkeyi dahi uygulamaktan yoksun olduğumuzu gösteriyor.

Ülkemiz siyasetçisi ne yazık ki toplumsal menfaat denilen şeyin pratikte uygulanmasında yetersiz.

Toplum ve şahsi beklentileri arasında sıkışmış durumda.

Çevre ve toplum için değil bir sonraki seçimini düşünen icraatlar peşinde.Halktan alacağı oya karşılık çevreyi ipotek vermekte.

Bundan dolayı denizlerimizin ,yollarımızın ,ovalarımızın vede havamızın hep kirli olmasına şaşırmamak lazım.