‘’Benim dürüstçe görüşüm şudur.

Türkiye ,Cumhuriyetin topraklarının büyük bölümünde kalmaya ve işgale devam etmeye niyet ederse İnsanlar burayı özgürleştirmek için savaşmaya devam edecek.

Ve bunu yapmaları için uzun süreli kanlı bir gerilla savaşı dışında bir yol görmüyorum.

Bölünmüş bir adanın hiçbir zaman barış içinde bir gün göreceğini düşünmüyorum.

Eğer insanları son derece bağlı oldukları topraklarından köylerinden evlerinden ayrılmaya zorlarsanız kırgınlık kuşaktan kuşağa geçecek ve Kıbrısta hiçbir barış olmayacaktır.

Bu açıklamaların sahibi Glafkos Kliridis.

Bir TV programında söylemiş olduğu bu görüşlerini bir rastlantı sonucu hem dinledim hemde elimdeki cep telefonunun kamerası ile görüntülemiştim.

Türkiye’yi Kıbrısta garantör devlet olarak ayni zamanda barışıda getiren değil işgalci olarak görürken Garanti anlaşmasına göre başka bir birliğe girmesi yasak olan Kıbrısı AB’e sokan Fransaya üs vermeye çalışan Türklerin muhalifleri ile ortaklık kuran bir yönetimin elemanlarından biri.

Kliridis ayni zamanda Denktaşla yıllarca görüşmecilik masasında oturan Rumların dördüncü Cumhurbaşkanı.

Ne enterasandır ki KKTC ‘nin kuruluş günü 15 Kasım 2013 tarihinde tedavi gördüğü Lefkoşa'daki Evangelistria Hastanesi'nde hayatını kaybetti.

Fakat geride bıraktığı mirası belli ki kuşaktan kuşağa aktarılacak bir politika .

Yine ;

M.Druşotisin. Cunta ve Kıbrıs isimli kitabının 94.ve 95 .safalarına göz gezdiriseniz Makariosun ve Başpiskoposluktaki halefi Hrisostomosun düşüncelerinin neler olduğu ile karşılaşırsınız.

Kitapta geçen şu sözler oldukça manidardır.

“ Tüm malvarlığı Kıbrıslı Rumların elinde iken nasıl olur da Kıbrıs’ta yeni bir Türk neslinden söz edilebilir? Dayansalar bile bu ne kadar sürer? Ben 3, 5,10 ay gibi bir süre biçemiyorum. Ancak, elbet teslim olacaklardır…”

Çoğu dış ülkelere göçmekteydiler. Dağılıyorlardı… Kıbrıs Cumhuriyeti, Rumlar tarafından yönetilecekti; her şey, her yer Rum olacaktı.”

Kaldı ki Üniversite okumaya Türkiye’ye gidenlerin de geri Kıbrıs’a dönmesi yasaklanmıştı. Üniversite bitirenler Türkiye’de kalıyor, kalanlar zaten üretim yapamıyorlardı.

Toplumlararası Görüşmeler, Makarios’un sadece dünyayı oyalamak için ana stratejinin ışığında oynanan bir taktik oyun olmalıydı.

Sonuç da bu iddiayı onaylar niteliktedir.

Yine bu konu ile ilgili Makarios Druşotisin Cunta ve Kıbrıs kitabının 91 sayfasında şu anektoda rastalarsınız;

1968 Seçimlerden iki gün önce, Kıbrıslı Türk Temsilciler Meclisi Başkan Yardımcısı Dr. Orhan Müderrisoğlu, Meclis Başkanı Glafkos Kliridis’e bir mektup göndererek, anayasanın 42. maddesi uyarınca, seçilecek vekillerin ortak bir meclis toplantısında birlikte yemin etmeleri gerektiğini hatırlatıp, “meclise” dönmeyi önerdi! İki gün sonra Dr. Fazıl Küçük de Makarios’a yazdığı bir mektupla, gene Anayasaya dayanarak, kurulacak yeni hükümette yer alması lâzım gelen üç Türk Bakanı önerme yetkisinin kendinde olması bakımından, Türk Bakanların isimlerini verebileceğini bildirerek, “hükümete” dönmeyi önerdi.

Görüyorsunuz ya kuşaktan kuşağa geçen bu düşünce orada durdukça bu adada Rumlarla Türklerin içiçe karıştırlmaya fırsat vermeyerek kendi bölgelerinde ancak iyi birer komşu olarak yaşaması gerektiğini her iki toplumunda faydasına olacağı aşikar iken aksinin savunulması maceradan başka bir şey olmayacaktır.

Kıbrısta Barış ancak böyle korunacaktır.

Tarihi boyunca hep kan dökülen bu topraklar Türk Ordusu güvencesinde huzur ve barışı yaşamıştır.

Bunu inkar etmek başka şeylerle karıştırmak abestle iştigaldir.