Herkes konuşuyor. Doğumuna 2 ay kalmış bebeklerin doktorlar eliyle öldürülüşünü. Bir çok insan adalet istiyor. Tepki koymak ve adalet istemek halkların görevidir. Adil yargılama istemek hakkımızdır. Ne olduğunu sormak yargısız infaz değildir. Bazıları bu paralı, zengin, statülü şahsiyetlere bahaneler arıyor. “Anneler daha suçlu canım, onlar nerede. Hekimleri yargısız infaz etmeyin. Esas anneler suçlu!” Anneler vicdansız, bir de öyle diyorlar. Bu “anneler” ve talebi yapanlar (ebeveyn, kocalar?) bulunmalı elbette. Ancak “şu bundan daha suçludur” safsatası bir kenara bırakılmalıdır her şeyden önce. Yaptıran da bunu para kazanmanın karşılığı, insani, ahlaki değerlerini bir kenara bırakarak yapan da suçludur.
 
Ama kadın haklarının farkındalığında bir feminist size dayanamayacak ve aslında “vicdansız anneler, daha suçlu anneler” lafının doktorları koruma heyecanı ile esas önyargının daha kimliklerini ve sosyal koşullarını bilmediğimiz bu “annelere” karşı olduğunu hatırlatmak durumunda kalacaktır.
 
Genellikle kürtaj ataerkil toplum içerisinde kadınların zorlanarak itildikleri bir süreç olarak da karşımıza çıkabiliyor.Sosyal medyada birisi yukarıdan bir edayla sormuş “hangi vicdansız 7 ay bekler de bu işi yaptırmak ister?” Bunun cevabının şu olma ihtimali yüksek: yaşı küçük, hamile kalma fizyolojisine yeni ulaşmış, yetişkin olmayan, ailesine evlilik dışı hamile kaldığını söylemekten çekinen, ortaya çıktığında artık karnında bir bebek olan ve aile baskısı ile bu “kürtaj” masasına yatırılan genç (çocuk) bir kadın. Bir kere, “anneler” dediğiniz kişiler bu kararı veren kişiler midir? Emin misiniz?
 
Bu öldürülen bebeklerin herhangi birini taşıyan kadın profili yaşı küçük bir kız ise, aslında doktorların cinayetin yanı sıra bir suçu daha var demektir. Muhakemesi tamamlanmamış bir insana, bu insanlık ve yasa dışı uygulamayı yapmak. Doktorlar, insan hayatından sorumludur, bu tür taleplerin hayat bulması değil, önüne geçilmesinden sorumludurlar. Talebin olması bir mazeret değildir. İnsanların öldürülmesi için çok fazla talep olması sebebiyle kiralık katilleri suçlamamamız mı gerekmektedir?
 
Ama toplum bir dehşet anı yaşarken bazı örgütlü hekimlerin en büyük meselesi nedir ada yarısında? Bir vekilin, “siz ancak bebek öldürmeyi bilirsiniz” diyerek bir genellemeyi meclis kürsüsünden yapması. Çelenkler mi istersiniz, adama küfürler edilmesini, saldırılmasını mı isterseniz, yoksa meselenin hekimlere “haksızlık” yapıldığı veryansınına dönüştürülmesini mi?
 
Meclisi yıllardır hekim kaynayan bir ülke burası. “Denetimsizlikten” yakınan hekim vekiller ve bakanlar bunca fazlayken “haksızlık” etmememiz gerekiyor, ne de olsa mecliste bütün bunlar olmadan önünü almak bu hekim vekillerin, bakanların ve baskı unsuru kuracak hekim örgütlerinin sorumluluğu değil çünkü.
 
Şu anda sağlık sistemimizde güvenimizi sarsan bu olaydan tutarak adil bir sistem yaratılmak ve halka değişim mesajı verilmek yerine ne yapılıyor? Bol parası, çevresi ve “arkası” olan bu zengin ve nüfuzlu hekimlerin “sağlık sebepleri ile yurt dışına sevk edilmesi” ısındırılıyor Bakanlık üzerinden ve Bakanın iki dudağının arasından. Bundan birkaç ay sonra da Bakan çıkıp “biz insani olarak sevk ettik, sırra kadem basacaklarını nereden bilebilirdik?” diyecek ve “görev aşkıyla” yüzü kızarmadan işine devam edecek. Hepimiz görüyoruz şimdiden, hepimiz biliyoruz. Kimin aracılığı ile yapılacak bu “yurt dışı sevki”? Elbette ki imzacı hekimler kurulu ve Bakanlık tarafından. Ama hekimlerimize, vekil hekimlerimize, hekim bakanlarımıza “haksızlık” çığlıkları gündemimizin en önemli konusu. Neden mi? Her meselede durum aynıdır bu ülkede. Çünkü herkesin bir yerlerde bir “usulsüzlüğü” bulunuyor. Arkalar o yüzden korunuyor. Öyle olmasaydı, bu tip olayların ardından çürük sistemler çöker, yerine daha sağlıklı sistemler gelirdi. 40 yılda bu ne ilk ne de son skandalımızdır oysa. Neresinden hangi kurumundan tutarsanız adayarısını, orası elinizde kalır.
 
Ama adayarısında hakkımız yok ön yargılı olmaya sağlık sistemimizi kurgulamış olan hekimlerimize, hekim vekillerimize, hekim bakanlarımıza karşı. Bir hekim “ciğerlerin hiç olmadığı kadar sapasağlam” dedikten altı ay sonra son aşamasında gelmiş akciğer kanserinden ölen annelerimiz yok bizim bu ülkede. Girne’den Lefkoşa’ya gezilen devlet hastanelerindeki tahlillerde 8 ay boyunca “ben hastayım” diyen kanser hastanıza “yok çakı gibisin, evde kapalı olmaktan sıkıldın sadece” deyip ölümünü hazırlamıyor hastanelerimiz ve içindeki hekimlerimiz. Onların bir akciğer filmi çektirmemişliği hemen “ihmal”soruşturmaları getireceği için haksızlık bizden onlara dönük.
Onkolog olmadan onkolog ilan edilmiyor adayarısında hekimler, pembe reçete ile hastaya kanser olduğunu hemşire ile haber edip, kemoterapi ve radyasyon önermiyor. Sonrasında Türkiye’de gezilen üç ayrı onkoloji merkezi “bu hastanın genel durumu kemoterapiyi kaldırmaz, anında ölür” dediğinde sağlık bakanlığımız hemen bu tip doktorlar yerine onkolog buluyor devlet hastanesine ve size yanlış tedavi önerilmesi ile ilgili hemen tedbir alıyor. O yüzden haksızlık ve genellemelerimizi hak etmiyor sağlık sistemimiz ve onun içinde idari kadrolarda oturan hekim yöneticilerimiz, vekillerimiz, bakanlarımız.
 
Hekim kimin ne hastalık geçirdiğini, kimin kürtaj olduğunu sokaklarda konuşmuyor, konuşan da hemen etik komitelere sevk ediliyor, o yüzden çok güveniyoruz hekimlerimizin iş ahlakına memlekette. Yakınınız kanser teşhisini daha doktorlardan kendisi öğrenmeden emekli öğretmen arkadaşına bilgi verilmiyor Girne hastanesinde, o da gelip tacizkar ve “öğrenmiş” bir edayla “sadece soğuk mu aldın, başka birşey yok mu, ha? Söyle ha?” demiyor. Ve siz içinizden isyanlar yükselirken “gidip şikayet etsem ne, etmesem ne” diye hissetmiyorsunuz en çaresiz anınızda. Öyle şeyler olsa, doktor hemen soruşturmayı ve davayı yer bizim adamızın bu küçük korsan yarısında. Korsanlığından şikayet edip durduğumuz ama değişmesinin de haksız yoldan elde ettiğimiz kazançları bitireceğini çok iyi bildiğimiz için asla gerçek adımlar atmaya yaklaşmadığımız ada yarımızda.
 
Lefkoşa Devlet Hastanesi’nin çok ünlü, çok “iyi” kardiyoloğu “iş çok yoğun şu an seni efor testine sokamam, bu merdivenleri 4 kere in çık gel bakayım” diyerek hastanenin merdivenlerine yönlendirmemiştir hiçbir hastayı efor testi adı altında bugüne dek. O yüzden yargı sürecindeki hekimlerin “acil yurt dışı sevki” kararlarının alınmasını inançlı bir şekilde “tıp insanı duyarlılığına” bağlayabiliriz gönül rahatlığı ile.
Acile sancıyla giden hastaya “sancın yok sana öyle geliyor” denmemiştir ada yarısında. Şu an cinayetten yargılanacak hekimlerin “yurt dışına sevkini” gerektiren “göğüste sıkıntı” şikayeti ile gidip, evine gönderildikten sonra ölüp giden çok vaka olmamıştır ada yarısında. O yüzden sağlık sistemimize güvenimizin tam olması gereklidir.
 
Bir siyah çelenk de siz koyun yarın. Varsa yoksa hekimlerin (hakları değil) ayrıcalıkları için çalışan, 40 yılı aşkın süredir insan onuruna yakışmayan bir sağlık sistemine sizi mahkum eden ama kendileri bol keseden para kazanmayı her halükarda başarabilen hekim vekillere, bakanlara, sorgularmış gibi yapan ama sistemden kar elde etmeye devam eden hekim birliklerine, bir çelenk de siz koyun.